Câmi ve tekkelerdeki “Hoş gör yâ Hû”, “Bu da geçer yâ Hû”, “Edeb yâ Hû” ve “Hîç” ifadeleri, ne hikmetli îkaz levhalarıdır.
“Hoş gör yâ Hû”; “Hiçbir mahlûkâtı incitme! Hiçbir mahlûkattan da incinme!” tâlimâtıdır.
Diğer bir mânâda; “Sebeplere takılıp kalma, asıl müsebbibin, yani Cenâb-ı Hakkʼın takdîrine dikkat kesil; murâd-ı ilâhîye râzı ol!” telkinidir.
Fakat bu hoş görme, Rabb’in affıyla hoş gördüğü şeyler hakkındadır. Yoksa Cenâb-ı Hakkʼın gazabını celbeden şeyleri hoş görmek değildir.
“Bu da geçer yâ Hû” ifadesi, kula şöyle seslenir:
“Ey insan! Sana gelen gamlar ve sürurlar, senin gönül hânende bir misafirdir. Sakın onların dâimî olduğunu zannedip ümitsiz olma! Gelen fânî gamlara üzülme, çünkü onlar gidicidir. Fânî sürurlara da fazla kapılma; zira onların da bekāsı yoktur.”
“Edeb yâ Hû” ifadesi; edebe riâyete çağıran bir îkaz olduğu gibi, aynı zamanda “Yâ ilâhî! Edep lûtfeyle!” mânâsında bir niyazdır. Hazret-i Mevlânâʼnın buyurduğu gibi:
“Her kim edepten nasîbini almamışsa, o, insan değildir. Çünkü insanla hayvan arasındaki fark, edeptir. Gözünü aç da Allâh’ın kitâbı olan Kur’ân-ı Kerîm’e dikkatle bak! Göreceksin ki o, âyet âyet edepten ibârettir.”
“Hîç” lâfzına gelince; bu, benlikten sıyrılmayı ifâde eden bir kelimedir. Çünkü ilâhî sırlardan bir nasîb alabilmek, nefsânî arzulardan sıyrılabilmekle başlar. Dolayısıyla mânevî tekâmülün başlangıç noktası, “hiçlik” hâline varabildikten sonradır. Tasavvufun gâyesi de; ilâhî kudret, azamet ve saltanat karşısında kulun kendi âcizlik ve hiçliğini idrâk etmesidir.