Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün mahzunların ve mazlumların peygamberiydi. Edep, hayâ, nezâket ve zarâfet peygamberiydi. Binbir çile ve meşakkatler içinde, saâdet ve huzurun peygamberiydi. Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir şefkat ve merhamet peygamberiydi.
O’nun cihana getirdiği adâlet ve huzurun ihtişâmını, pek çok gayr-i müslim filozof, tarihçi ve devlet adamı dahî, îtiraf etmek durumunda kalmıştır. Bunlardan biri olan Fransız tarihçi Lamartine şöyle diyor:
“Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti, insan dehâsının üç ölçüsü ise; modern tarihin en büyük şahsiyetlerini Hazret-i Muhammed’le kıyaslamaya kim cesaret edebilir?
O şahsiyetlerin en meşhurları, ancak ordular teşkil ettiler, kânunlar çıkardılar, imparatorluklar kurdular. Fakat neticede, çoğu kez gözleri önünde ufalanan maddî kuvvetler meydana getirebildiler.
Hâlbuki O, sadece orduları, hukuk sistemlerini, imparatorlukları, kavimleri ve hânedanları değil, dünyanın üçte biri üzerindeki milyonlarca insanı da harekete geçirdi.”
Yine İngiliz yazar Thomas Carlyle şöyle demiştir:
“Başında taç bulunan hiçbir imparator, kendi eliyle yamadığı hırkayı giyen Hazret-i Muhammed kadar sevgi ve saygı görmemiştir.”
1789 Fransız ihtilâlinin fikrî temellerini hazırlayanlardan biri olan filozof Lafayet, meşhur insan hakları beyannâmesi yayınlanmadan önce bütün hukuk sistemlerini incelemiş ve İslâm hukukunun üstünlüğünü görünce:
“Ey Muhammed! Sen’in adâleti gerçekleştirmek hususunda ulaştığın seviyeyi bir daha hiç kimse gösteremedi!..” demekten kendini alamamıştır.
İşte asıl fazîlet odur ki, düşmanı bile onu tasdîk ve îtirâfa mecbur kala!.. Hazret-i Peygamber’in fazîlet ve büyüklüğünü, kendisine inanmayanlar bile vicdânen tasdik etmişlerdir.