Bir kişi Hazret-i Yâkub -aleyhisselâm-’a:
“–Ey kalbi münevver, akıllı peygamber! Oğlun Yusuf’un gömleğinin kokusunu Mısır’dan gelirken duydun da, neden yanıbaşındaki kuyuya atılırken onu görmedin?” diye sorar.
Yâkub -aleyhisselâm- cevâben:
“–Bizim nâil olduğumuz ilâhî nasipler, çakan şimşekler gibidir. Bundan dolayı gerçekler bize bazen ayân olur, bazen kapanır!” buyurur.
Yani Cenâb-ı Hak perdeyi açarsa kul, öteleri görür; fakat bir de kapatırsa, insan, önündeki çukuru bile görmez olur. Demek ki kul, hangi mânevî makamda olursa olsun, dâimâ Cenâb-ı Hakkʼın lûtfuna muhtaç bir abd-i âcizdir/âciz bir kuldur. Dolayısıyla kulun nâil olduğu nîmetleri nefsine izâfe ederek kendinde bir varlık, benlik ve kudret görmesi kadar dehşetli bir hamâkat yoktur. Bu yüzden tasavvufun en mühim mücâdelesi de kalpten kibir ve gururu söküp atarak benliğe iptal mührü vurabilmektir.