10 Mayıs 2021 Sohbeti

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

10 Mayıs 2021 Sohbeti

Muhterem Kardeşlerimiz! Günlerimiz mübârek olsun!

Teberrüken, üç İhlâs bir Fâtiha;

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek, muazzez, pâk rûh-i tayyibelerine,

Ehl-i Beyt’in, Ashâb-ı Kirâm’ın, Enbiyâ-i İzâm’ın, Sâdât-ı Kirâm Hazarâtı’nın, şehidlerimizin, cümle geçmişlerimizin rûh-i şerîflerine;

Ramazân-ı Şerîf’in bu son günlerini idrâk hâlindeyiz, sağlık, sıhhat ve âfiyet içerisinde gelecek Ramazân-ı Şerîf’e kavuşmamız niyâzıyla;

Bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs!..

Muhterem Kardeşlerimiz!

Hucurat Sûresi’nde Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Efendimiz’e muhabbetimizi ziyadeleştirmemizi Cenâb-ı Hak arzu ediyor:

“Ey îmân edenler! Allâh’ın ve Rasûl’ünün önüne geçmeyin (buyuruyor). Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.” (el-Hucurât, 1)

Ondan sonra gelen ikinci âyette:

“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın. (Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın.) Yoksa farkına varmadan amelleriniz boşa çıkıverir.” (el-Hucurât, 2)

Burada da en büyük nîmet; Rasûlullah Efendimiz. Cenâb-ı Hak bizi meccânen / bir bedel ödemeden, ümmet kıldı -elhamdülillâh-.

Cenâb-ı Hak bu nîmeti takdir etmemizi arzu ediyor. Efendimiz’in karşısında nezâket, zarâfet, vs. İsmi anıldığı zaman bol salevât-ı şerîfe getirmek, yahut içimize bir uygun olmayan bir şey geldiği zaman, fikir geldiği zaman, hemen salevât-ı şerîfe ile bertaraf etmek.

Ve üçüncü âyette:

“Allah Rasûlü’nün huzûrunda seslerini kısanlar (yani Allah Rasûlü karşısında bir edep sahibi olanlar), onlar şüphesiz kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir…” (el-Hucurât, 3)

İşte -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ashâb-ı kirâm büyük bir edep hâlindeydi Rasûlullah Efendimiz’e karşı. Hattâ bir soru bile soramazlardı edeplerinden. İsterlerdi; çölden birisi gelsin de bir bedevî, bir soru sorsun, bir sohbet açılsın.

“…Onlara (bu edep sahiplerine) mağfiret ve büyük mükâfat vardır.” (el-Hucurât, 3) buyruluyor.

Diğer taraftan, dördüncü âyet, gâfiller için de; onlar, bir grup geldi, Rasûlullah Efendimiz’e odaların arkalarından seslendi:

“–Çık Muhammed, görüşeceğiz.” dedi, bağırarak.

“Onlar da akıl erdirmeyen kimselerdir. Aklı olmayan kimselerdir.” (Bkz. el-Hucurât, 4)

Yani Cenâb-ı Hakk’ın böyle bu kadar büyük bir nimetini, ihsan-ı ilâhî, Cenâb-ı Hak:

“لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ” (“Allah lûtufta bulunmuştur…” [Âl-i İmrân, 164]) En büyük bir nîmet olduğunu bildiriyor. İnşâallah önümüzdeki günler, zaten çok az bir günümüz kaldı, bir rahmet günlerinin içindeyiz, ilâhî rahmet ve mağfiretin coştuğu bu mübarek ayda;

– Gönüller, oruç ile rakik bir hâle geldi, hassas bir hâle geldi. takvâda merhaleler katediliyor.

– Namaz ile vuslata mesâfe alındı. Terâvihler, teheccüdler, namazlarımızı cemaatle kılmak. Cenâb-ı Hak:

“…Secde et, yaklaş!” (el-Alak, 19) buyuruyor. Elhamdülillah secdelerimiz arttı.

Sadakalarımız, hayır-hasenatlarımız arttı. Bunlar bir Hakk’a yaklaşabilmek. Cenâb-ı Hak:

“…Sadakaları Ben alırım…” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 104)

Kalpler, fakirleri, garipleri, muzdaripleri sevindirmekle huzur buluyor.

En nihâyet büyük bir gece, Kadir Gecesi… O da, bugünlerin içinde.

Rabbimiz, günah işleyen bir insana, işlediği günah mukâbili kadar cezâ veriyor. Mükâfat ise on misli, bu, cemaatle namaz 27 misli. Fakat Kadir Gecesi için, ucu açık. Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti sonsuz.

Bir de burada Cenâb-ı Hakk’ın merhametini görüyoruz. Bu da, bin ay, seksen küsur seneye tekâbül ediyor. Bunların neticesinde, bütün bu ikramların neticesinde bir bayram ikram ediliyor.

Bayram, senenin herhangi bir gününde verilmiyor. Üç aylık bir takvâ mektebinin ardından Cenâb-ı Hak bir bayram ihsân ediyor. Kalbin seviyesine göre herkesin bayramı ayrı ayrı…

Ramazan’da oruç farz. Bayramda ise oruç haram olmuş oluyor. Çünkü bayram, Ramazan’ın şehâdetnâmesi. Cenâb-ı Hak bayram olarak veriyor.

Gerçek bir bayram sevinci yaşanacak. Mühim olan, bu bayramı idrâk edebilmek. Tabi bayramlar da Ramazan’ı geçirenlerin seviyesine göre.

Bayram nedir o zaman?

Bayram, Ramazân-ı Şerîf’te ibadetlerle, muâmelâtla ve ahlâk ile kazanılan gönül feyzini ve rûhâniyetini devam ettirebilmek.

Yine bayram, sabır ve takvânın mükâfâtıdır.

Yine bayram, Allâh’ı zikir ve şükür ile rızâ-yı ilâhîyi tahsil etme günleridir. Çok, bayramda da çok büyük ecirler var.

Bayram, îman kardeşliğinin cemiyet plânında yaşandığı mübârek vakitlerdir.

Yaşanan îman kardeşliğinin mükâfâtı, hadîs-i şerîfte şöyle bildiriliyor:

“Yedi sınıf insan vardır ki Allah Teâlâ, onları hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde, (Arş’ının) gölgesinde gölgelendirir…

(Bu sınıflardan biri de) birbirini Allah için sevenler, bir araya gelişleri ve ayrılışları bu muhabbetle gerçekleşen iki kişidir…” (Buhârî, Ezân, 36)

Demek ki burada bir fedakârlık bildiriliyor kardeşler arasında. Bu yedi sınıf insandan biri olmuş oluyor.

Ramazan’da -elhamdülillâh- kardeşlikler arttı. Kardeşinin sevinciyle sevinmek, kardeşinin ıztırâbıyla dertlenmek, bir vazifemiz oldu.

Yine bayram, gariplerin, yalnızların, kimsesizlerin, mazlumların, muzdariplerin yanık yüreklerine bir Cennet serinliği veren ilâhî bir ziyafettir. Onların mahzun gönüllerine bir tebessüm ettiriyor bayram.

Bu sürur günlerinde, bu sevinç günlerinde bilhassa muhtaçların ve gariplerin yüzlerini güldürenlerin gönülleri hoş olur, gönüllerine Cenâb-ı Hak ayrı bir haz nasîb ediyor.

Mûsâ -aleyhisselâm- soruyor:

“‒Yâ Rabbi! Sen’i nerede arayayım diyor, Sen’i nerede bulurum?” diyor.

Cenâb-ı Hak:

“‒Yâ Mûsâ! Ben’i kalbi kırıkların yanında ara!” buyuruyor.

İşte nasıl Ramazan, bir kalbi kırıkları aramışsak, bayram günleri de öyle günler olmuş oluyor.

Behlül Dânâ Hazretleri bayramı şöyle tarif ediyor:

“Bayram, güzel binitlere binmek için değil, hatâ ve günahları temizleyerek nefsi berraklaştırmak ve böylece Allâh’a götürecek bir kalb-i selîm hâline gelebilmek…”

Bir adam, bayram günü Hazret-i Ali’nin yanına vardı. Baktı, Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- kuru bir ekmek yiyordu. Dedi ki adam:

“–Ey Ali dedi, bayram olduğu hâlde, sen kuru ekmek mi yiyorsun!?” dedi. Hazret-i Ali şu ibretli cevâbı verdi:

“–Bayram o kimse içindir ki; orucu makbul olmuş, hizmetleri/gayretleri takdir görmüş, günahları bağışlanmıştır.

Bugün bize bayramdır, yarın da bayramdır, Allâh’a âsî olmadığımız her gün bayramdır (gâfil olmadığımız gün).” buyuruyor.

Hak âşıkları ve ârif kulların nazarında esas bayram;

–Selîm bir kalp… Cenâb-ı Hak onu istiyor.

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor. Rafine olmuş, tertemiz, nasıl doğuşta tertemiz geldik, o şekilde son nefeste bu rafine olmuş bir kalp, tertemiz bir kalp, selim bir kalbe vâsıl olmak.

İki:

–Müsterih bir vicdan. Yani merhamet ve şefkatin yaşanması daimî olarak kalpte.

Bu vesîleyle;

–Yüz akıyla Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna varıldığında tadılacak olan bayram, esas bayram da odur.

Bayram; vefâda derinlik kazanarak duyguları inkişâf ettirme günleridir.

Bir vefâ borcu olarak geçmişlerimizin ruhlarını hayırlarla şâd etme günleridir.

Unutmayalım ki geçen sene bayram, aramızda olan bazı yakınlarımız bu bayram aramızda değil onlar. Âhirete intikâl ettiler. Bu bayram; hem onlara bir vefâ gösterme, hem de bu bayramın bizim de son bayramımız olabileceğini tefekkür edip bir ibret alma vesîlesi.

Velhâsıl bayram, bir gönül alma seferberliği. Ramazân-ı Şerîf’i nasıl îfâ etmişsek bayram da onun göstergesidir.

Bayramı ferdî tatil günleri zannetmek, kardeşlik duygularını dumûra uğratmaktır. Diğergâmlıktan hodgâmlığa/bencilliğe bir kaçıştır.

Tatil, en yakınlarından kaçıştır.

Hâlbuki bayramlar;

  • Sıla-i rahimde bulunma,
  • Geçmişlerin ruhlarını hayırlarla şâd etme,
  • Dargınlık/burûdetleri, kırgınlıkları ortadan kaldırma, affede affede affedilmeye nâil hâle gelebilme.
  • Dostluk ve kardeşliği artırma. Cenâb-ı Hak “aranızı düzeltin” buyuruyor âyette. Yani “haklıyım, haksızsın…” yok! “Aranızı düzeltin, eğer müslümansanız.” buyuruyor Rabbimiz. (Bkz. el-Enfâl, 1)
  • Muhtaç, garip, kimsesizlerin heyecanla beklediği bir sevinç günleridir bayramlar.

Rahmetli Kısakürek’in bir Büyük Doğu çıkardı. Burada bir bayram nüshasında 1960 yıllarında filân, orada güzel bir başlık vardı, şöyleydi:

“Deliyi akıllandıracak, muzdaribi sevindirecek gerçek bayram, hangi rûhî hamlelere muhtaçtır?”

  • En yakından en uzağa kadar, imkân nisbetinde bütün din kardeşleriyle kucaklaşabilmektir bayram.
  • Bayram geceleri de mukaddestir. Duâların kabul edildiği kıymetli vakitlerdir. Hadîs-i şerîfte buyruluyor:

“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini, sevâbını Allah’tan umarak ibadetle ihyâ edenlerin kalbi, -bütün kalplerin öldüğü günde- ölmeyecektir.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 68/1782)

Ömrünü Ramazan rûhâniyeti içinde ihyâ eden sâlih kullara, bu bayramdan başka, ebedî bayramlar olacak -inşâallah-. Yani dünyada iki bayram; Ramazan bayramı ve Kurban bayramı. Fakat daha çok bayramlar var.

Mesela:

  • Ölüm gelene kadar kullukla geçen bir ömrün sonunda, “son nefes”i îman selâmetiyle verebilme bayramı.

Zira Cenâb-ı Hak:

“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. Yani, sakın ha başka türlü can vermeyin, buyuruyor.

Yani “(Nasıl yaşarsanız buyruluyor), öyle vefât eder, öyle haşrolursunuz.” (Bkz. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)

  • Melekler o son nefeste gelecek, kabirde gelecek, ba‘sü ba‘de’l-mevt’te gelecek:

“…Korkmayın, üzülmeyin, (Allâh’ın) size vaad ettiği Cennet’le sevinin!” (Fussilet, 30) diyecekler. Fussilet Sûresi’nde. Yani bu müjdeye mazhar olma bayramı.

  • Yani kabrin bir Cennet bahçesi olabilme bayramı.
  • Mîzanda, tartılacak;

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ ﴿7﴾ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ﴿8﴾

(“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” [ez-Zilzâl, 7-8])

Hayırların ağır gelmesi bayramı.

  • Amel defterini sağdan alma bayramı. Âyet-i kerîmede, Hâkka Sûresi’nin 19. âyetinde:

“İşte o vakit, kitabı sağdan verilen kimse (sevincinden) der ki…”

Nasıl bir talebe karne aldığı zaman sevinir, gelin baba, anne, bakın karneme der. Demek ki o gün de bir sevinci Cenâb-ı Hak bildiriyor:

“İşte o vakit, kitabı sağdan verilen kimse (sevinçle) der ki: «Gelin, kitabımı okuyun!»” (el-Hâkka, 19)

Cenâb-ı Hak nâil eylesin -inşâallah-.

  • Yine bayram, Rasûlullah Efendimiz’in şefaatine nâiliyet bayramı var.
  • Yine bayram, Sırat köprüsünden geçiş bayramı var. Orada, âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, bütün mü’minler dahil, hepsi, Cehennem üzerinden geçirilecek, buyruluyor. Yani herkes Cehennem’i görecek. En büyük endişe orada olacak. Kimi hızlı geçecek, kimi ağır ağır geçecek, kimi bir korkuyla; “Acaba içine düşecek miyim?”

Cenâb-ı Hak “mücrimleri içine atarız” buyuruyor. (Bkz. Meryem, 86; Zuhruf, 74; Kehf, 53; Rahmân, 43)

O geçiş de bir bayram.

  • Allâh’ın ve meleklerin selâmına mazhar olarak Cennet’e davet edilme bayramı var.

Cenâb-ı Hak:

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])

Bir selâmla bir davet var.

Tabi orada bir hazin de bir manzara var âyetin aşağısında: Karı koca/zevc-zevce, evlâtlar vs. eğer menfî yoldaysa:

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])

“Siz mücrimler bu tarafa, siz Cehennem tarafına!” denilecek.

Dünyadaki ayrılıktan, ölüm ayrılığından çok beter bir ayrılık olacak.

Yine o Cennet kapıları açılacak:

“…Bekçileri onlara: «Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya.» diyecekler.” (ez-Zümer, 73)

  • Yine en büyük bayram; Cenâb-ı Hakk’ın ebedî rızâsına nâil olmuş hâlde Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini temâşâ etme, yani Ru’yetullah bayramı olacak.

Efendimiz buyuruyor:

“Şu dolunayı, rahatça gördüğünüz gibi, Rabbinizi (Cennet’te) öylece rahatça göreceksiniz…” (Buhârî, Mevâkît 16, 26; Tefsîr, 50/1; Tevhîd, 24; Müslim, Mesâcid, 211)

Fakat tabi nasıl görülecek? Keyfiyeti meçhul…

Ramazân-ı Şerîf’i ihyâ gayretlerimiz nezd-i ilâhîde kabul oldu mu?

Mazhar Cân-ı Cânan Hazretleri, bu hususta bize şöyle ölçü veriyor. Şöyle buyuruyor:

“Ramazân-ı Şerîf, zikirle uyanık hâlde geçirilirse, senenin kalan kısmında da bu güzel hâl devam eder.

Eğer bu ayda bir kusur ve gevşeklik olursa, bunun izi bütün sene boyunca devam eder.”

Ramazan’daki ibadetlerimizin kabûlünün delîli; Ramazan’dan sonraki hâl ve istikametimizdir.

Bizler de önümüzdeki günlerde hâlimize daha çok dikkat etmemiz;

Yaptığımız bir iyiliği veya sâlih ameli, başka bir sâlih amelle takip etmemiz… Yoksa iyiliklerimizi -Allah muhâfaza- mâsıyetler takip eder.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾

(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul. Ve yalnız Rabbine yönel.” [el-İnşirâh, 7-8])

Bir iyilik yaptın, arada boşluk bırakmadan, ikinci bir iyiliğe, amel-i sâlihe devam etmemiz ve Cenâb-ı Hakk’a yönelmemiz.

Yine Mevlânâ da aynı mealde:

“İbadetin kabul edilişinin alâmeti, o ibadetten sonra hemen başka ibadete girişmek, birbiri ardınca durmadan hayırlara koşabilmektir.”

Tabi burada, yapılan hayırlar vs. bir îkaz var burada:

“…Başa kakmak, incitmek sûretiyle yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın…” (el-Bakara, 264) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Âişe Vâlidemiz buyuruyor:

Ganimetler gelirdi, hediyeler gelirdi, Efendimiz dağıtmadan huzur bulamazdı. Açları doyurmadan huzur bulamazdı.

Kendisi açtı, fakat onları doyurmanın hazzıyla doyardı kendisi. Yani bir mü’minin sevincinden gelen in’ikâsla doyardı.

Yine Rabbimiz bir misal veriyor Nahl Sûresi’nde. Bir kadıncağızdan bahsediyor:

“İpliğini kuvvetlice büktükten sonra çözen kadın gibi olmayın.” (en-Nahl, 92)

Bir kadın varmış tarihte. Bu, gün boyu iplik bükermiş, sonra da onu tekrar bozarmış. Yani dolayısıyla bu kadın bütün vaktini boşa harcardı. Bu sebeple darb-ı mesele mevzu oldu bu kadının hâli.

Yani akıllı kimse bu hâle düşmemeli. Cenâb-ı Hak:

“وَالْعَصْرِ : zamana yemin olsun” (el-Asr, 1) buyuruyor. Zamanı geri almak mümkün değil. Onun için her günün, her ânın ayrı ayrı kıymeti var. Velhâsıl akıllı kimse bu gaflete düşmemeli.

Örmek zordur, çözmek kolaydır. İnşâ etmek zordur, yıkmak kolaydır. İnşâsı seneler süren bir âbideyi, bir dozer, bir günde yıkar.

Bir mü’min, işlediği amel-i sâlihlerin ecrini muhâfaza etmek için, şeytan ve nefsin tehlikeleri karşısında dikkatli olacak. Onun için nefsi tezkiye zarurî.

Sâlih amelleri zâyî etmemek için kalp dâimâ teyakkuz hâlinde olacak…

Efendimiz buyuruyor:

“Cennet’e bir adım kalır (Cennet’e bir karış kalır, Allah korusun), Cehennem’e dûçar olur…” (Bkz. Buhârî, Kader, 1)

İşte Kârun misal. Tevrât’ı en iyi tefsir edenlerden bir âlimdi. İhtirâsı, onu fecî bir âkıbete, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği o servetle beraber yerin dibine gömüldü.

Belʼam bin Baura, bu da sâlih bir kuldu. İsm-i Âzam’a mazhardı. Kerâmetleri vardı, duâsı kabuldü. Bu da nefsine bir temayülden, Cenâb-ı Hak, soluyan bir kelp misâlini veriyor. (Bkz. el-A‘râf, 176)

Velhâsıl burada işte:

“Cehennem’e bir adım kalır, kişi Cennet’e girer…” (Bkz. Buhârî, Kader, 1)

Burada Cenâb-ı Hak, Firavunʼun sihirbazlarını bildiriyor:

Mûsâ -aleyhisselâm- ile müsabakaya çıktılar. Orada büyük bir îman heyecanı yaşadılar.

“–Biz sihirbazlar, Mûsâ’nın ve Hârun’un Rabbine secde ediyoruz.” dediler.

Firavun kızdı, öfkelendi.

“–Bana sormadan siz nasıl secde edersiniz?!” dedi. “Size azâbın en çetinini tattıracağım!” dedi.

Onlar da dediler ki büyük bir îman vecdi içinde:

“–Firavun dediler, senin azâbın dünyaya aittir dediler. Biz dediler, nasıl olsa Rabbimiz’e döndürüleceğiz.” dediler.

Firavun, kolları bacakları kestirirken, tabi muazzam bir acı;

رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ

dediler.

“–Yâ Rabbi, bizim üzerimize sabır dök. (Bir îmandan bir taviz vermeyelim.) Canımızı müslüman olarak al.” dediler. (Bkz. el-A’râf, 126)

Diğer husus:

Edâ edilen ibadetlere, hayır-hasenâta, yani “Ben yaptım!” diyerek nefse pay çıkarmak ve enâniyete kapılmak, Ramazan’ı kaybetme bedbahtlığına dûçâr eder.

Bu sebeple yaptığımız ibadet ve tâatleri, Cenâb-ı Hakk’ın bize ihsan ettiği sonsuz lûtuflara karşı dâimâ az göreceğiz:

“Yâ Rabbi, şükür Sana!” diyeceğiz. Teşekkür hâlinde olacağız. Ve tezyîd etmenin, artırmanın gayreti içinde olacağız.

İbrahim -aleyhisselâm- günahlardan korunmuş, ilâhî teminat altına alınmış bir peygamberdi.

Kalbindeki bütün fânî tahtları alt üst etti. Yıktı tahtları. Yani nefsinin arzu ettiği şeylerin hepsini bertaraf etti. Hak karşısında maldı, Hak karşısında candı, Hak karşısında bir evlâttı… Gönlünü Hakk’a tahsis etti. “Halîlullah” makamına erdiği hâlde, elde ettiği hiçbir şeye güvenmedi;

(Yâ Rabbi dedi, kullarını) dirilteceğin gün, beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) dedi, ilâhî azamet karşısında.

Kulluk emri, son nefese kadar.

“Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (el-Hicr, 99)

İnsan hakkındaki ilâhî karar, son nefesi esas alıyor. Bu sebeple hayat, beyne’l-havfi ve’r-recâ, yani ümit ve korku arasında istikâmetlenecek. Cenâb-ı Hakk’ı hem çok sevecek, hem de Cenâb-ı Hak’tan korkacak, takvâ sahibi olacak.

Müslüman olarak can verebilmek için de, bir an dahî nefse, gaflete kapılmadan kulluğa devam etmekten başka bir yol yok.

Yani günahlar, bir mayın tarlası gibi.

Rasûlullah Efendimiz Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ ediyordu:

“Yâ Rabbi, beni, göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimin eline bırakma!” (Bkz. Câmiu’s-Sağîr, c. I, s. 58)

Bizim de bunun üzerinde iyi düşünmemiz lâzım.

Çünkü; öyle anlar olur ki, büyük fütuhatlara, büyük ecir ve terfîlere vesîle olur. Diğer taraftan -Allah korusun- gafletle geçirilen öyle anlar da olur ki, kişinin ayağının kaymasına, neticede büyük bir hüsrana sebep olur.

Rabbimiz bizden, dâimâ teyakkuz hâlinde bulunmamızı ve son nefese kadar büyük bir kulluk yapmamızı arzu ediyor. Cenâb-ı Hak buyuruyor Haşr Sûresi, 18. âyette:

“Ey îmân edenler! Allah’tan ittikā edin (Allah’tan korkun), herkes yarına ne hazırladığına baksın…” (el-Haşr, 18)

Yani yarın, isterse bin sene olsun, kıyamet…

Tek kurtuluş, kalbin Cenâb-ı Hak’la beraber olmasını temin edebilmek.

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“…Kalpler ancak Cenâb-ı Hakk’ı anmakla huzur bulur.” (Bkz. er-Ra’d, 28)

Her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacak. Ne varsa Cenâb-ı Hakk’a ait. Ne varsa Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî sanatı. Gözünün gördüğü her şeyde, yani bütün kevnî âyetlerde, ilâhî bir laboratuvar bu kâinat, her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacak. Gözünün gördüğü şeyde kalp hemen Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacak.

Cenâb-ı Hak bizden nefs-i mutmainne istiyor. İtmi’nân olmuş, Cenâb-ı Hakk’a râm olmuş, hayatın med-cezirlerine karşı Cenâb-ı Hak’tan râzı olmuş bir kalp istiyor.

En kötü kalp, nefs-i emmâre oluyor. Yani nefsânî arzuların kölesi olan kalp. “Lâ yüs’el /istediği gibi” hareket ediyor.

Onun bir üstü “nefs-i levvâme” oluyor. Yani o biraz daha üstün, fakat dengesiz bir; kâh yapıyor, kâh ihmâl ediyor. Bir tarafı yapıyor, bir tarafı bırakıyor.

Onun üstünde “mülheme” geliyor. Hayır ve şer netleşmeye başlamış, fakat tam bir kemâle erememiş.

Ondan sonra “nefs-i mutmainne” geliyor. Cenâb-ı Hak orada “ey kulum” diyor, orada hitâb ediyor.

Cenâb-ı Hak; biz kullarına olan sonsuz merhametinden dolayı, ömrümüz boyunca nice Ramazân-ı Şerîfler, Kadir Geceleri, mübârek zamanlar ikrâm etti. Yani yaşımıza göre, kaç sefer Ramazan geçti, ne kadar Kadir Gecesi geçti.

Lâkin bu ikramların kabulü ve âhiret sermâyesi olabilmesi için bir şart; “kalbin muhafaza edilmesi.”

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şu îkazda bulunuyor:

“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabulüne ve korunmasına gösteriniz.”

Dâimâ amellerimizin kabul edilip edilmediği endişesini taşıyacağız.

Âyette buyruluyor:

“Onlar; yaptıkları her iyiliği, işledikleri her ameli, kalpleri her an Rab’lerine dönüyor olmanın haşyetiyle ürpererek yaparlar.” (el-Mü’minûn, 60)

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor. Bir mü’minin kalbinin durumunu şöyle ifade ediyor:

“Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman îmanları artar. (Değişen şartlar altında) tevekkül (ve teslim) içinde olurlar.

Namazlarını ikâme ederler. Allâh’ın verdiği nîmetleri (Allah yolunda) harcarlar.” (el-Enfâl,  2-3)

Ramazan’ı devam ettirebilmek… Ebedî bayrama ermek için, Ramazan rûhunu bütün seneye, hayata yaymak zarurî. Peki, bu nasıl olacak?

Mesela; orucun riyâzatını bütün zamanlara taşıyabilmek, nefsimizi oburluktan, israftan, ihtirastan, öfkeden, kötülüklerden korursak; Ramazan’ı devam ettirmiş oluruz.

Ramazan orucunu tutarken, yani bir helâl gıdada bile bir riyâzat hâlindeyiz, demek ki kerahatlerden vesaireden ne kadar kaçacağız? Yani helâlleri bile riyâzat hâlinde kullanabilme. Yani bütün kerahatlere karşı, günahlara karşı rûhen oruçlu olabilmek.

Ağzımıza giren lokmalara, ağzımızdan çıkan her kelimeye dikkat etmek.

Mevlânâ Hazretleri buyuruyor:

“Bu seher benden ilham kesildi. (Bir tuluat, bir sünuhat, bir hikmet kalbime doğmadı.) Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi.

Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. (Helâl lokma varsa olur.) Aşk da merhamet de helâl lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.”

Dilimizi; bilhassa yalan, dedikodu, gıybet ve mâlâyânî sözlerden alıkoymak, Ramazan’ın devamı için.

Yine oruçluyken ağzımızı gıdalara kapattığımız gibi, gönlümüzü de her zaman nifak, riyâ, ucub, gurur, kibir, şükürsüzlük, haset ve ihtiraslara kapalı tutmalıyız.

Terâvih kılma azmimizi, cemaatlere devam etme aşkına döndürebilmeliyiz. Ramazân-ı Şerîfʼin mânâ iklimini gönlümüzde her dâim taze tutmalıyız.

Sahurlardaki uyanıklığı, bütün seherlere yayabilirsek, yani teheccüd, zikrullah, istiğfar, Kur’ân-ı Kerîm ile müzeyyen bir hâle getirebilirsek, Ramazanʼın gönül feyzini korumuş oluruz.

Kadir Gecesi’ni aradığımız gibi, her gecenin kadrini bilirsek, bütün bir sene Ramazan’ın rûhâniyeti içinde yaşarız.

Ramazanʼlarda mukâbeleler okunuyor. Kurʼân-ı Kerîm ile ünsiyetimizi artırdığımız gibi, sonraki aylarda da Kur’ân-ı Kerîm ikliminde yaşamaya devam edersek, Ramazanʼın mânâ ve mâhiyetini gönlümüzde devam ettirmiş oluruz.

Kurʼân-ı Kerîm’in tahsilinin üç safhası vardır:

Birincisi; hurûf: Yani harflerin mahreçlerine, tecvid kâidelerine riâyet ederek Kur’ân’ı tilâvet etmek. Birbirine benzeyen harfler vardır. Eğer olursa mânâ bozulur. Onun için bir hurufâtına dikkat etmek.

İkincisi; hudûd’a dikkat etmek: Yasaklara, haramlara dikkat etmek. İlâhî emirlere dikkat etmek, hudud.

Hulk: Kurʼân’ın ahlâkıyla ahlâklanabilmek. Yani Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanabilmek.

Âişe Vâlidemizʼe Efendimizʼin ahlâkından sorulduğu zaman:

“Sen hiç Kur’ân okumuyor musun? O’nun ahlâkı Kur’ân’dı.” mukâbelesinde bulunmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 139)

Diğer taraftan, sadaka, infaklar, hayat boyu Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil olabilmek için her dâim açık bir kapıdır.

Cenâb-ı Hak:

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infâk etmedikçe hayrın kemâl noktasına eremezsiniz! (buyuruyor.) Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)

Niyetlerimizi de bilir, infak ettiğimiz şeyi de bilir.

Bir nevi îman testi olan Ramazanʼdaki zekât, fitre, vs. nafakaları îfâ edebilme heyecanını diğer aylarda da sergilemek,

Cimrilik ve hodgâmlıktan sakınıp Allah yolunda cömertçe hizmet ve fedakârlıkta bulunabilmek,

Fakir-fukarâyı unutmayıp bilâkis onları kendimize zimmetli olarak görebilmek. Ve onlara şefkat ve merhametimizi artırabilmek, onlara verebilmenin zevkine kavuşabilmek. Hakîkaten verirken bir zevk ve bir lezzet duyabiliyor muyuz? Ramazanʼın rahmet iklimini devam ettirebilmek.

İmkânımız yok, hiçbir şey veremiyoruz; Cenâb-ı Hak “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. “Onun rûhuna sevinç verecek birkaç söz söyle.” (Bkz. el-İsrâ, 28)

Rasûlullah Efendimiz verirdi, ne var ne yok hiçbir şey kalmazdı. Bir garip gelirdi, önünde mahzun mahzun dururdu. Efendimiz bir şey verememenin hüznünü yaşardı. Biraz utancından bir tarafa dönerdi. Cenâb-ı Hak “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyurdu. “Hiçbir şey veremiyorsan, onu tesellî et, birkaç tane güzel, tatlı, sevinç verici söz söyle.” (Bkz. el-İsrâ, 28)

Diğer husus:

Günahlardan uzak durup nefis ve şeytanın desiselerine karşı daima teyakkuz hâlinde bulunabilirsek, Ramazanʼdaki kalbî rikkatimizi kaybetmemiş oluruz. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni tahrik edecek olursa «فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ» hemen Allâh’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.” (Fussilet, 36)

Velhâsıl hayatı riyâzat hâlinde yaşayabilmek lâzım ki Ramazan’ımız devam etsin…

Ramazan’ın makbul bir şekilde ihyâ edildiğinin alâmeti, bunlar olacak.

Bizde Ramazanʼdan ne kaldı?

Ramazân-ı Şerîf’in bize kazandırdığı bir de ahlâkî vasıflar var. Ramazân-ı Şerîf’i bütün seneye yayabilmenin en güzel nişânesi, bu hasletleri devam ettirebilmekle olabilir ancak.

Burada Muhammed İkbâlʼin kıssası var, Pakistanʼın mânevî mîmârıdır. Bir gün Medîne’den gelen hacıları ziyaret eder. Onlara şu suâli sorar:

“–Medîne-i Münevvere’yi ziyaret ettiniz, Rasûlullah Efendimizʼi ziyaret ettiniz. Medîne çarşısından gönlünüzü ne gibi hediyelerle doldurdunuz?

Getirdiğiniz maddî hediyeler; takkeler, tesbihler, seccadeler bir müddet sonra eskiyecek, solacak ve bitecek.

Medîne’nin; solmayan, gönüllere hayat veren, rûhânî hediyelerini getirdiniz mi?..

Hediyeleriniz içinde Hazret-i Ebû Bekir’in sıdkı ve teslimiyeti var mı?

Hazret-i Ömer’in adâleti var mı;

Hazret-i Osman’ın hayâsı ve cömertliği var mı;

Hazret-i Ali’nin heyecanı ve cihâdı var mı?

Bugün bin bir ıztırap içinde kıvranan İslâm dünyasına gönlünüzden bir asr-ı saâdet heyecanı verebilecek misiniz?”

İşte bugün de düşüneceğimiz o; biz bu, hakikaten bu Ramazanʼda bu vasıflarla kalbimiz dolabildi mi? Bu vasıflarla kalbimiz huzur bulabildi mi? Ve bu huzuru tevzi edebiliyor muyuz?

Şimdi gönlümüzde Ramazanʼdan ne kaldı? O mübârek günler ne bıraktı bize?

Hangi kötü huylardan bizi kurtardı? Neler bunlar?

Enâniyet/benlik, haksızlık, merhamet ve şefkat yoksulluğu, fitne, gıybet, dedikodu, gurur, kibir, yalan, ihtiras, haset, pintilik, iftira, edep noksanlığı… Bunlar silindi mi? İnşâallah silinmiştir. Tabi çok zor bu. Yani zerreler kalır silinse de.

Diğer taraftan Ramazan bize hangi güzel hasletleri kazandırdı?

Merhamet, şefkat, hizmet, tevâzu, es-Sâdık, el-Emîn olabilmek, ikram sahibi olmak, infak, cömertlik, nezâket, zarâfet, affedicilik, vakar, tevâzû, incelik, sabır, edep, hayâ, ümmetin derdiyle dertlenebilmek… Bu güzel vasıflarla -inşâallah- Cenâb-ı Hak nasip etmiştir vasıflanmayı.

Islah ve düzelme yaşadık ise -kendime söylüyorum- bu Ramazan’a mahsus kalmasın ve devam etsin ki -inşâallah- Ramazanʼı bütün sene içine yaygınlaştıralım, son nefesimiz, gerçek bir bayram olsun.

Muallâ bin Fadl -radıyallâhu anh- var, o şöyle diyor:

“Selef-i sâlihîn, (Allâhʼın o sâlih kulları) Cenâb-ı Hakk’a, altı ay kendilerini Ramazan’a ulaştırması için duâ ederlerdi. Geri kalan altı ay da idrâk ettikleri Ramazan’ın kabul olunması için Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ ederlerdi.” (Kıvâmu’s-Sünne, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II, 354)

Yani Ramazân-ı Şerîf kısaca, Fahr-i Kâinat Efendimizʼe benzeme mevsimi. O’na ibadette, ahlâkta, muâmelâtta, muâşerette benzemek. O bizim için üsve-i hasene, en güzel örnek olan ahlâkını tahsil etmek imkân ve fırsatıdır.

Zira Cenâb-ı Hak:

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

Buyuruyor.

“…Sen elbette muhteşem bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4)

Rasûlullah Efendimiz buyuruyor:

“Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” (Süyûtî, I, 12)

Efendimizʼin sayısız, yüzbinlerce hadisi içinde ashâb-ı kirâm buyuruyor ki; “Bizi en çok sevindiren hadîs-i şerîf;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Bkz. Müslim, Birr, 163)

Yani bu, Rasûlullah Efendimizʼin hâliyle hâllenebilme.

Mevlânâ Hazretleri şöyle buyuruyor:

“(Ey insan!) Nîmetlerine, ihsanlarına nâil olunca;

–Allâh’a şükret;

–Lûtfunu gördüğün kişiye de teşekkür et, onu an!

Kim O? Rasûlullah Efendimiz. En büyük nîmet, Cenâb-ı Hakkʼın nîmeti.

“İşte bu yüzdendir ki, Cenâb-ı Hak; «Peygamber’e salevât getirin!» buyurdu.

Çünkü Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mü’minlerin dönüp başvurdukları, müstesnâ ve emsalsiz bir varlıktır!”

Tabi bu boşluk, Rasûlullah Efendimiz istemiyor. Boşluk gaflete görürür, mâlâyânîye götürür. Onun için daima boşluğu doldurma:

“Bugün bir yetim başı okşadınız mı?

Hasta ziyaretinde bulundunuz mu?

Cenâze teşyiinde bulundunuz mu?” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)

Bir garibi, bir yalnızı tesellî ettiniz mi? Mâtemlerin civarında bulundunuz mu? Ders almak oralardan…

Velhâsıl:

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾

(“Bir (hayırlı) işi bitirince, hemen başka bir (hayırlı) işe giriş! Hep Rabbine yönel!” [el-İnşirâh, 7-8])

Hayır bir iş bitince diğer hayırlı işe dön, buyuruyor.

İmam Şâfiî Hazretleri:

“Kendini Hak ile meşgul etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”

Büyüklerin hâlleri bize güzel bir ibrettir. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- halife oldu, yetim kızlar dediler ki:

“–Artık Ebû Bekir halife oldu, bizim hayvanlarımızı sağamaz, bizim de gücümüz yok, kimsemiz yok…”

Fakat Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- yine o yetimleri ihmâl etmedi. Onların hayvanlarını sağmaya devam etti.

Demek ki Cenâb-ı Hak, gayret edene zaman içinde zaman açıyor.

Yine Halife Ömer -radıyallâhu anh- Medîne sokaklarında sırtında fukarâya erzak taşırdı.

Ashâb-ı kirâm geceleri evrâd ile, gündüzleri vazifeyle dolu oluyorlardı. En küçük boşluğu fazîletlerle doldurmanın gayreti içinde bulunuyorlardı.

Velhâsıl Ramazân-ı Şerîfʼte elde edilen seviyeyi muhafaza için, her günümüzü sâlih amellerle tezyin etmeye gayret göstermek zarûrî.

Ömrü Ramazan Kılmak:

Yine kelâm-ı kibarda buyruluyor:

“Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bil.”

Bazen amellerin, en küçük bir şeyde büyük mükâfat vardır. Bazen orta, bazen büyük, bazen küçüktür.

İşte bir köpeğe su veren kişiyi Cenâb-ı Hak affediyor. (Bkz. Buhârî, Ezân 32, Mezâlim 28; Müslim, Birr 127, İmâre 164)

Yine tersi de öyle; kedisini aç bırakıp ölümüne sebep olan kadının da Cehennemlik olduğunu bildiriliyor. (Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Selâm, 151-152)

Yani bir mayın tarlasında yürür gibi hareket etmek lâzım.

Tabi bunlara, kalp inceliyor, zarifleşiyor… Bayezid-i Bistâmî öyle bir derinlik kazanıyor ki; bir ağacın altında yemek yiyor, yola çıkıyor. Bakıyor, torbasında bir karınca dolaşıyor:

“–Eyvah diyor, ben diyor bunu vatan-cüdâ ettim.” diyor.

Karıncayı, dönüyor, eski yerine bırakıyor. Yani karıncada bile kul hakkını düşünüyor.

“Her geceyi Kadir bil.”

O gecede ne tecellî edecek, belli değil. Yani kalbimiz daima bir hassasiyetin içinde olacak. Bu, kalpte sabitleşecek.

Şunu unutmamak lâzım ki;

Müslümanlık, Ramazan’a mahsus ve muayyen günlere ait bir merasim değil, son nefese kadar yaşanacak bir takvâ hayatıdır.

Rabbimiz’in rızâsı her an tecellî hâlinde. Mühim olan, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını talep etme hâlinde olabilmek.

Ramazan ayında kazandığımız mânevî kıymetleri Ramazanʼdan sonra kaybetmemek. Onun gayreti içinde olmak.

Sıhhat ve şartlarımız elverdiği takdirde, kamerî aylarda; işte on üç, on dört, on beşinci günlerde, pazartesi-perşembe günleri oruç vardır. Tabi bunu işi müsâitse, sıhhati müsaitse, bu da büyük bir Ramazân-ı Şerîfʼin, o da bir tekrarı gibi olmuş oluyor.

Hizmet çok mühim:

Sıcağın pek şiddetli olduğu bir seferde -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbı, uygun bir yerde konaklamışlardı. Sahâbenin bir kısmı nâfile oruç tutuyordu. Oruçlu tutanlar yorgunluktan uykuya daldılar. Oruçlu olmayanlar ise, abdest suyunu taşıdılar, onlara gölgelenecek çadırlar kurdular, onlara yelpaze salladılar. İftar vakti gelince Rasûlullah Efendimiz;

“–Bugün, oruç tutmayanlar (daha fazla) ecre nâil oldu.” (Müslim, Sıyâm, 100-101)

Yani nâfile ibadetlere, farz ibadetlere dikkat etmek lâzım. Bugün emr-i bi’l-mârûf nehy-i ani’l-münker bir farz hâline geldi.

Evlâtlarımız, en yakınlarımız, maalesef birtakım menfî telkinler, televizyon, internet vs. cep telefonları şeyiyle, bir gaflete düşüyor, âhireti unutuyor.

Burada baktığımız zaman oruç tutmayanlar, vazifelerini canlı bir şekilde yerine getirdiler. Oruç tutanlar ise bîtap düştüler, kendileri hizmete muhtaç vaziyette olduklarından pek bir şey yapamadılar.

İşte burada, bazı nâfile ibadetler, farz olan hizmetlere engel olmamalı.

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri:

“Zamanın îcâbı ve zarureti ne ise onunla meşgul olmak lâzımdır.” buyuruyor.

Tabi en bugün, irşad. Müsterşidi irşad, irşad bekleyenleri irşad edebilmek. Bilhassa bunda evlâtlarımız, yavrularımız, bunları nerede okutuyoruz? Bunların âhiretlerini ne kadar düşünüyoruz?

Meselâ bakıyorum ben, bu, imtihan günleri anneler-babalar okulların kapısında bekliyor. Onlar da bir heyecan içinde bekliyor, o okulu, o koleji, o üniversiteyi kazandı mı?..

Fakat “Âhireti kazandı mı, kazanmadı mı?” O yok maalesef. Büyük bir gaflet…

Yine bu, Ramazân-ı Şerîfʼte kazanılan sahur alışkanlığını, ömürlük bir seher ve teheccüd disiplinine döndürelim -inşâallah-.

Efendimizʼin kalkmadığı, hemen hemen, seher vakti yoktu. Hattâ uzun seferlerde bile teheccüd namazı kılarlardı.

Yani bir, seher nedir? Gıdâlanmadır. Rûhun gıdâ almasıdır. Beden, gıdâyı gündüz alıyor. Öyle hayatı devam ediyor. Fakat rûhun da gıdâ alması lâzım ki mâneviyatta mesafe alması lâzım. Gündüzün de karşılaşacağı nefsânî arzulara karşı mukâvemet peydâ etmesi lâzım.

Onun için seherler çok mühim. Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor.

سُجَّدًا وَقِيَامًا (“…Secde ve kıyam ederek…” [el-Furkan, 64]) buyuruyor.

سَاجِدًا وَقَاۤئِمًا (“…Secde ve kıyam hâlinde…” [ez-Zümer, 9]) buyuruyor.

İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne birisi geliyor;

“–Gece kalkamıyorum diyor, bana bir çare söyle.” diyor. Tabi hastalıklar hâriç. O da cevâben:

“–Gündüzleri Allâh’a isyân etme ki; O geceleri seni huzûrunda bulundursun. Geceleyin O’nun huzûrunda bulunmak, yüce bir şereftir. İşte bu şerefi günahkârlar hak edemez!..”

Yine, Ramazân-ı Şerîf’te okuduğumuz mukâbele, hatimleri, Kur’ân ile ünsiyeti, her günümüze teşmil etme gayreti gösterelim.

Fahreddin Râzî Hazretleri, Ramazan’da değil her hâlükârda yüksek bir kulluk vecdi içinde bulunmamızın lüzûmunu şöyle îzah ediyor:

“Hak Teâlâ, rızâsının hangi ibadette olduğunu gizlemiştir, bütün ibadetlere rağbet edilsin.

Gazabının hangi isyanda olduğunu gizlemiştir ki bütün günahlardan kaçınılsın.

İnsanlar arasında dostlarını gizlemiştir ki bütün insanlara saygı gösterilsin.

Duâlar arasında kabul ettiği duâyı gizlemiştir ki bütün duâlara îtibâr edilsin.

İsimleri arasında ism-i âzamı gizlemiştir ki bütün isimlerine tâzîm edilsin…”

Nakşibend Hazretleri’nin şeyiyle bitirelim. Ubeydullah Ahrâr Hazretleri anlatıyor:

“Bir aziz zât, Nakşibend Hazretleri’ni rüyasında görmüş ve soruyor:

«–Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım?» Üstad Hazretleri de şu cevâbı vermiş:

«–Son nefesinizde ne ile meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun!»

Yani, son nefeste nasıl ki tamamen Cenâb-ı Hakk’ı düşünmeniz, zikretmemiz lâzımsa, hayatımız boyunca da o şekilde uyanık olmamız, her gördüğümüz şeyde Cenâb-ı Hakk’ı hatırlamamız… O’nun olmayan hiçbir şey yok, her şey O’nun, her şey O’na ait. Dünya O’na ait, nîmetler O’na ait, en yakınlarımız O’na ait, bütün cemâdat, bütün varlıklar, sonsuz varlıklar, semâ, arz ne varsa, hepsi Cenâb-ı Hakk’a ait.

En büyük bedbahtlık; Cenâb-ı Hakk’ı unutmak. Onun için Cenâb-ı Hak yine Haşr Sûresi’nde:

“Allâh’ı unutan, Allâh’ın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın…” (el-Haşr, 19) buyuruyor.

Efendim; Cenâb-ı Hak, Ramazân-ı Şerîf’i ömür boyunca devam ettirmek, bayramın bir lûtuf olduğunu, Ramazan’ın bir devamı olduğunun idrâki içinde yaşamayı cümlemize nasîb eylesin. Ramazân-ı Şerîf’imiz mübârek olsun. Hülûl edecek olan bayramımız da mübârek olsun -inşâallah-.

Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..