Mâlum olduğu üzere îmânın altı şartından biri; “kadere îman”dır. İstikbâlin neler getireceğini ve gaybı Allahʼtan başkası bilemez. Kulun hayır zannettikleri şer olabilir, şer zannettikleri de hayır olabilir. Bu bakımdan müʼmin, Cenâb-ı Hakkʼın takdirine karşı dâimî bir ön kabul ile, rızâ ve teslîmiyet göstermekle mükelleftir.
Hâl böyle iken, lüzumsuz ve mânâsız bir merak ile kader sırrına vâkıf olmaya çalışmak, istikbâli görmek istemek ve gaybdan haber alabilmek için; yıldızlara/burçlara, el ayasına bakmak, iskambil ve kahve falı açmak, ruh çağırmak, cinnîlerle temâsa geçmek gibi uğraşlar, mâneviyâtı zedeleyen hattâ -Allah korusun- îmâna zarar veren hurâfeler cümlesindendir.
Dolayısıyla İslâmʼın kesinlikle men ettiği bu nevî bâtıl yollara tevessül etmek veya gaybdan haber verdiğini iddiâ eden falcılara, kâhinlere, büyücülere başvurarak onların şeytânî veya cinnî vesveselerle karışık yorum ve tahminlerinden medet ummak; bir müslümana aslâ yakışmaz.
Cenâb-ı Hak biz kullarını açıkça îkaz buyuruyor:
“De ki: Göklerde ve yerde, Allahʼtan başka kimse gaybı bilmez…” (en-Neml, 65)
“Ey îman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları, birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (el-Mâide, 90)