Sâmi Efendi Hazretleri, sohbetlerinde asıl ilmin, Allah Teâlâ’nın kudret ve azametini kalpte hissetmek olduğunu ifâde ederler ve bu ilme sahip olmanın şerefini her vesîleyle hatırlatırlardı. Bir gün ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret’in duâsını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti. Huzûruna girip el öperken:
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika’da okuyup mühendis oldular. Duâlarınızı istirhâm ederiz!” diyerek yeğenlerini takdim etti.
Sâmi Efendi Hazretleri ise mânidar bir tebessümle onlara:
“–Fakir de Dâru’l-Fünûn mezunuyum. Fakat asıl tahsil, mârifetullâh’ın tahsilidir!” buyurdu.
Bugünkü ilim anlayışı ise, Allâh’ın kâinâta koyduğu maddî ve fizikî kanunların tespitinden öteye geçmiyor. Böylece o kanunları yaratan Allâh’ı bilmek demek olan “mârifetullah” safhası, yani işin can damarı göz ardı ediliyor. Topluma ilâhî sanatın tezâhürleri anlatılıp bunların Sanatkâr’ı olan Allâh’a kalben intikâlin eğitimi verilmiyor. Böylece, yarım ve noksan bir ilim anlayışı oluşturuluyor.
Hâlbuki mâneviyattan mahrum bir şekilde, tek taraflı verilen eğitim, noksandır. Eğitimde madde ve mânâ dengesi şarttır. Aksi hâlde insan, tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş gibi, aç bir kedinin lokması oluverir…