Hakka ve hayra dâvet hususunda zirve örneğimiz, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, daha sonra da peygamber vârisi hükmünde olan ehlullâh hazarâtıdır ki, onların her hâli ayrı bir güzellik, incelik ve derinlik ihtivâ eder. Nitekim bu has kullardan, irşâdına mazhar olduğumuz ve 16 Temmuz 1999’da ebediyete uğurladığımız Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh-’in numûne hasletlerle dolu ömrü, her vesîleyle bizleri hakka ve hayra yönlendirici hâtıralar sergilemektedir.
Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh-, vefatlarıyla neticelenen hastalıklarında dahî; “Âh gücüm olsa da şehir şehir, kazâ kazâ dolaşsam ve kardeşlerimin maddî-mânevî sıkıntılarına merhem olmaya gayret etsem!..” iştiyâkı içinde idi. Ulaşabildiği her yaralı gönle, hattâ bütün mahlûkâta şefkat ve merhamet kanatlarını germişti. Orta Asya’ya kapılar ilk açıldığında, ilerlemiş yaşından beklenmeyecek bir canlılık, zindelik ve heyecanla oraya koşmuştu. Diğer taraftan Güney Afrika’ya, Avrupa’ya gitmiş, oralara da mânevî, ictimâî ve kalbî güzellikleri taşımaya gayret sarf etmişti.
Kısacası o, bütün hayatını Kur’ân-ı Kerîm’de medh ü senâ edilen “güzel bir kul” olabilme gayreti içinde yaşadı. Böylece bu fânî gök kubbede hoş bir sadâ bıraktı.
Bu vesîleyle, merhum üstâdımızın aziz rûhu için, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs-ı Şerîf ikram etmelerini, muhterem kardeşlerimizden istirhâm ederiz.