Bir kimse Hazret-i Ömer’in yanında başka birisinden sitâyişle bahsediyordu. Medhediyordu onu. Hazret-i Ömer ona üç soru sordu:
“‒Onunla bir yolculuk yaptın mı?” dedi. Tabi o zaman zor yolculuk, çöl yolculukları.
Adam “hayır” dedi.
“‒Ticaret gibi bir alışverişte bulundun mu?” dedi. Yani ictimâî bir muâmelede bulundun mu?
Adam yine “hayır” dedi.
Üç:
“‒Peki ona sabah-akşam komşuluk ettin mi?” dedi.
Adam “hayır” dedi.
Bu üç soruya da “hayır” deyince, Hazret-i Ömer –radıyallâhu anh-:
“‒Kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki, sen onu tanımıyorsun!” buyurdu.
Demek ki bu çok mühim. Çünkü Cenâb-ı Hak, meselâ namazı, öyle bir namaz olacak ki, huşû veren bir namaz istiyor.
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ buyuruyor. “Yazıklar olsun o namaz kılana.” (el-Mâûn, 4) buyuruyor.
Demek ki namazın, orucun vs. onu bir huşû derecesini bilemiyoruz. Esas kul, muâmelede ortaya çıkıyor kulun karakteri ve şahsiyeti.