Nefis hususunda muhtelif târifler vardır. Tabi mücerred bir mefhum olduğu için, tarifler birbirine yakındır fakat aynı değildir. Biz hulâsa olarak şöyle bir târif yapabiliriz nefsi:
“İnsanın içindeki müsbet ve menfî temâyüllerin bütünüdür.”
Müsbet ve menfî temâyüllerin bütünü… Evet.
Terbiyeye muhtaçtır.
Cenâb-ı Hak, Âdem -aleyhisselâm-ʼı ve Havvâ Vâlidemizʼi Cennetʼte yarattı. Fakat bu, meccânen idi, bir lûtuftu. Cenâb-ı Hak, kulunun nefsânî arzuları bertaraf etmesi, yani kelime-i tevhiddeki “lâ ilâhe” yani Allahʼtan uzaklaştırıcı her şeyi bertaraf etmesi; rûhânî istîdatları, Cenâb-ı Hak:
وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي (“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor, o rûhânî istîdatları inkişâf ettirmesi, kendisini ilâhî müşâhedenin, ilâhî kameranın altında olduğunun idrâk ve şuuru içinde yaşaması, o şekilde Cenâb-ı Hakkʼa güzel bir kul olması.
Zira Cenâb-ı Hak yine kulunu Dâruʼs-Selâm/Cennetʼe davet ediyor. Yani Âdem -aleyhisselâm-ʼın yaratıldığı Cennetʼe dönüşü istiyor. Zira Cenâb-ı Hak insanoğlunu mükerrem olarak, yani mükerrem olacak vasıf ve husûsiyetler verdi. Kul mükerrem olacak. Muhteşem olan Cennetʼe liyâkat kesbedecek.