DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
CENÂB-I HAKK’A YAKLAŞMA MEVSİMİ: ÜÇ AYLAR
Muhterem kardeşlerimiz!
Yine üç aylarımız mübârek olsun!
اَللّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبٍ وَ شَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ
(“Allâhʼım! Receb ve Şâban aylarını bize mübârek eyle ve bizi Ramazana ulaştır!” [Taberânî, Evsat, IV, 189; Beyhakî, Şuab, V, 348. Krş. Ahmed, I, 259])
Cenâb-ı Hak bu hadîs-i şerîfin şümûlünde istikâmetlenmeyi cümlemize nasîb eylesin.
Okunan âyet-i kerîmelerden bize gelen mesajlar, kısaca:
Bakara’nın 186. âyeti okundu.
Burada Cenâb-ı Hak:
“Kullarım Sana (Rasûlullah Efendimiz’e hitap) Ben’i sorduğunda (Sen kullarıma söyle;) Ben çok yakınım. Bana duâ ettikleri vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) Ben’im dâvetime uysunlar ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.”
Yani burada kendimizi test edebilmek bu âyet-i kerîmede:
Biz ne kadar Cenâb-ı Hakk’a yakınız? Cenâb-ı Hak bize çok yakın; biz ne kadar yakınız?
Üç aylar da bu bir yakınlaşma mevsimine girmiş oluyoruz.
Ondan sonra Veʼl-Fecri Sûresi’nden okundu. Bu;
وَالْفَجْرِ
(“Fecre andolsun.” (el-Fecr, 1]) Cenâb-ı Hak bize günlük hayatımızdan bir misalle başlıyor. “Canlıların uyandığı zamana andolsun.”
Yani Cenâb-ı Hak bize ömür takviminden bugün bir yaprak daha verdi. Dün dünyada olup bugün olmayan çok kimse var. Demek ki zamanı büyük bir nîmet bilebilmek, zamanı israf etmemek.
Ondan sonra:
“On geceye. Çift ve teke.” (el-Fecr, 2-3)
Cenâb-ı Hak tek, bütün mahlûkat çift: Muhâlefetün li’l-havâdis.
Ondan sonra “geceye andolsun” buyuruyor:
“(Her şeyi karanlığıyla) örttüğü zaman geceye andolsun.” (el-Fecr, 4) buyuruyor.
Yani gece, sırrî bir âlem. Sanki bir ölüme giriş. Sabahleyin tekrar ölümden kalkış. Yine gecenin içinde hikmetler ve esrar…
“Bunlar, akıl sahiplerine bir yemin mahiyetindedir.” buyruluyor. (Bkz. el-Fecr, 5)
Yani müslüman; ufkunu açacak, tefekkürünü geliştirecek. İbret alacak, ders alacak. Ondan sonra Cenâb-ı Hak:
“Görmedin mi ne yaptı?..” (el-Fecr, 6) buyuruyor. Kahrolan kavimlerden bahsediyor: Âd Kavmi, Semud Kavmi, Firavun Kavmi. Bunlar nasıl fesâdı çoğalttılar, ahlâksızlığı, edepsizliği artırdılar? Ve bunların üzerine bir azap kamçısı indi. (Bkz. el-Fecr, 7-13)
Cenâb-ı Hak burada da bir îkaz hâlinde: Allâh’ın rahmetinin kesilmesi, Allâh’ın gazabının tecellî etmesi…
Yine ondan sonra, devamında, insanın bir “mal”la imtihanından bahsediyor Cenâb-ı Hak.
“İnsan var ya (buyuruyor) Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda, o bol nîmet verdiği için, «Rabbim bana ikram etti.» der.” (el-Fecr, 15)
Hâlbuki bütün, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği, bize bir test. İki taraflı bir bıçak gibi, hem hayra hem şerre…
Demek ki nîmetleri tefekkür etmek…
“Allah bana niye bu imkânları verdi, niye bu malı verdi?” Ve emsalleri…
“Demek ki benim, buna karşı/mukâbil vazifem nedir?..” Bir imtihan âleminde olduğumuzu unutmamak.
Yine âyet-i kerîmenin devamında:
“Onu imtihan edip rızkını azalttığımızda; «Rabbim beni önemsemedi.» der.” (el-Fecr, 16) diyor.
Bir gafletin ifadesi. Hâlbuki Cenâb-ı Hak teslîmiyet istiyor. Bizim için belki o hayır. Biz gâibi bilmiyoruz. Ve Cenâb-ı Hak bir teslîmiyet…
Çok kimse, Kārun olsun, Bel’am bin Baûrâ olsun, bazı şeyler, daha evvelden sâlih kullarken, bu nefsânî hayatlarının meyletmesiyle şerre, helâk oldu gittiler.
Yine ondan sonra îkazlar var. Cenâb-ı Hak merhametli çok. Kulunun da merhametli olmasını arzu ediyor:
“Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz!” (el-Fecr, 17) buyuruyor.
Efendimiz’i de Cenâb-ı Hak yetim olarak gönderdi. Demek ki yetime karşı bir vazifemizi Cenâb-ı Hak tebliğ ediyor.
“Yoksulu yedirmeye de teşvik etmiyorsunuz.” (el-Fecr, 18)
Hem yedireceksin, hem de teşvik edeceksin.
“Helâl-haram demeden mîrâsı yiyorsunuz.” (el-Fecr, 19)
Bir câhiliye devrinde bir kapışma olurdu. “Obur gibi yiyorsunuz!” Cenâb-ı Hak buyuruyor.
“Malı aşırı şekilde seviyorsunuz.” (el-Fecr, 20) buyuruyor. Yani âhireti unutmak.
Ondan sonra kıyâmet faslına geçiyor:
“Yeryüzünün parça parça döküldüğünde, Rabbin(in emri) geldiğinde, melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacak).” (el-Fecr, 21-22)
Bir kıyâmet manzarası… Kıyâmet manzarasını bildiren çok âyetler var: Göklerin ayrı bir gök olduğu, yerlerin ayrı bir yer olduğu, bir kişinin en yakınından bile kaçacağı, çocukların ihtiyarlar hâline geleceği korkudan, hâmile kadının çocuğunu ıtrah edeceğini, süt veren annenin çocuğunu bırakacağını… İnsanları sarhoş olarak görürsün buyuruyor Allâh’ın azâbından… (Bkz. el-Hac, 2)
Bu kadar bir şiddetli gün. Ve bu güne hazırlanabilmek. Yani ölümü güzelleştirebilmek.
“O gün (diyor Cenâb-ı Hak) Cehennem getirilir, insan yaptığını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!” (el-Fecr, 23) Hepsi geldi, geçti, bitti.
“(İşte o zaman;) keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim, der.” (el-Fecr, 24) Büyük bir pişmanlık…
Her ânımız, Kirâmen Kâtibîn tarafından dosyalarımız aktarılıyor. Dosyalarımız ne kadar hacimlendi, bilemiyoruz. Kıyamette onu göreceğiz. Ve zerreler intikal ediyor.
“Artık (Cenâb-ı Hak buyuruyor) o gün Allâh’ın edeceği azâbı kimse durduramaz.” (Bkz. el-Fecr, 25) Çok şiddetli gün.
“O’nun vuracağı bağı da kimse vuramaz.” (el-Fecr, 26) Çok şiddetli bir gün.
Ondan sonra Cenâb-ı Hak; kendine Allah ne verdi, ne imkânlar verdi, bunları Allah yoluna adayanlar, bunları bildiriyor:
“Ey (Rabbine itaat edip) itmi’nâna/huzura eren nefs!” (el-Fecr, 27)
“Sen O’ndan râzı…” (el-Fecr, 28)
Yani Allâh’ın verdiği her şeyden râzı; “üf, of!” yok. Allâh’ın takdîri budur, takdîri en güzeldir.
رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً
“…Allah da senden râzı; Rabbine dön.” (el-Fecr, 28)
“(Seçkin) kullarıma katıl ve Cennet’ime gir.” (el-Fecr, 29-30) buyruluyor. İlâhî bir müjde…
İşte üç aylarda bilhassa bu, Rabbimiz’e yakınlaşmayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin.
Ondan sonra “Ve’ş-Şemsi Sûresi” geliyor.
Yine Cenâb-ı Hak burada ilâhî azamet tecellîlerini bildiriyor. Güneş’i, Ay’ı, kuşluk vaktini, zemini, semânın bir sonsuzluğunu, onu yeryüzünü döşeyeni… Ondan sonra, 7 yeminden sonra insana dönüyor Cenâb-ı Hak:
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])
İçimizde büyük bir kavga var. Firavun ve Mûsâ -aleyhisselâm-’ı Mevlânâ bildiriyor. Yani nefs ile rûhâniyetin bir kavgası, hayırla şerrin kavgası.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
“(İç âlemini) temizleyen, felâha erdi.” (eş-Şems, 9) buyruluyor.
“Onu isyanla örten, mutlakâ hüsrana uğradı.” (eş-Şems, 10)
Cenâb-ı Hak Semud Kavmi’nin azgınlığını bildiriyor. Nasıl bu kendilerinin iç âlemini temizleyemediler, rûhâniyetlerini helâk ettiler. Onların bir âkıbetini bildiriyor.
En son da, namazdan sonra okunan da, “Asr Sûresi”. Cenâb-ı Hak burada “وَالْعَصْرِ” buyuruyor. “Zamana yemin olsun.” (el-Asr, 1) diyor.
Zaman, en büyük bir nîmet. En kötü israf, zamanın israfı.
Bu israfa en çok son nefeste pişman olacağız. Cenâb-ı Hak son nefesten bize bir manzara bildiriyor:
“Ölüm ânı gelir de; (âyet-i kerîmede, Münâfikûn Sûresi’nde) «Rabbim, biraz, az bir şey bir zaman versen de, yani ömrümü az bir şey uzatsan da sadaka versem ve sâlihlerden olsam demeden evvel…” (el-Münâfikûn, 10) buyuruyor.
Rasûlullah Efendimiz buyuruyor ki; bu pişmanlığı sâlih insanlar bile duyacak, hissedecek. Keşke diyecekler daha öteye gitseydik… (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59)
Çünkü kabirde, âhirette, vesâirede kazanmak-kaybetmek yok. Hepsi son nefese kadar olan zamanda.
Cenâb-ı Hak “وَالْعَصْرِ” buyuruyor. “Zamana yemin olsun.” (el-Asr, 1)
اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ
“İnsan zarardadır (ziyandadır, kayıptadır).” (el-Asr, 2) Nefsine uyarsa.
İsterse Süleyman -aleyhisselâm- kadar vâridâtı olsun, isterse Yusuf -aleyhisselâm- kadar cemâlî bir durumu olsun, insan zarardadır.
Neyle zarardan kurtulacak?
اِلَّا الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
“Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler…” (el-Asr, 3)
Îman yerine oturacak. Tâvizsiz bir îman ve bu îman, amel-i sâlihlerle müzeyyen hâle gelecek.
وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ
Hak yaşanacak. “…Hak tavsiye edilecek…” (Bkz. el-Asr, 3)
En mühim hak, Cenâb-ı Hakk’ın hakkı. Bizi müslüman olarak dünyaya getirdi. Bütün mahlûkat arasında en üstün seviyedeyiz insan olarak. En büyük Peygamber’e ümmet kıldı. En büyük servet, en büyük saltanat, Cenâb-ı Hakk’a kul olabilmek. Ve bunun hakkını;
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…O gün, verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8)
En mühim diğer bir hak; Rasûlullah Efendimiz’in hakkı.
“…Sakın benim kıyâmet günü yüzümü kara çıkartmayın…” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)
“…Ben kabrimde kıyâmete kadar «ümmetî, ümmetî» diyeceğim.” buyuruyor. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIV, 414)
“…Güzel amelleriniz gelir, sevinirim; menfî amelleriniz gelir, üzülürüm.” buyuruyor. (Bkz. Heysemî, IX, 24)
Mü’min kardeşlerinin hakkı. İmkânlı, imkânsız; imkânlının dâimâ zimmetinde. İkisi de birbirine muhtaç. O ona vermeye, o onun duâsına, o ona yardıma, o onun duâsını almaya muhtaç.
Bütün mahlûkâtın hakkı. Ne kadar mahlûkat varsa; kedi, köpek, havadaki, yerdeki, denizdeki vs… Hepsini Cenâb-ı Hak insan için yarattı. Ve insanın üzerinde hepsinin hakkı var. Kapımızdaki kedinin hakkı var, köpeğin hakkı var, uçan kuşun hakkı var.
Hepsini Cenâb-ı Hak hikmetle, “el-Bârî, el-Musavvir” sıfatının tecellîsiyle halketti.
وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
(“…Sabrı tavsiye edenler.” [el-Asr, 3])
Sabır: İbadette sabır, kullukta sabır, menfîlikler karşısında sabır, dâimâ sabır… Sabır hem yaşanacak, hem sabır tavsiye edilecek.
Âyet-i kerîmelerin kısaca mealleri bu şekilde. Allah bu âyet-i kerîmelerin muhtevâsı içinde yaşamayı nasîb eylesin, kulluğumuzu idrâk ettirsin…