Bir Mü’min, Bir Mü’mine Eziyet Edemez

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

BİR MÜ’MİN, BİR MÜ’MİNE EZİYET EDEMEZ

Efendimiz’e dikkat ettiğimiz zaman; Efendimiz’in fârik vasıfları neler? Bende ne kadar var?..

Bir defa ibadette rûhâniyet:

Kalp ve beden âhengi. Namazlar cemaatle kılınacak. Efendimiz tek tek gelip bakardı cemaate: Kim var kim yok? Gelmeyeni sorardı; “Hasta mı?” derdi, “Seyahatte mi?” derdi.

Muâmelâtta zarâfet Efendimiz’de:

Dâimâ incelik, kibarlık, nezâket Efendimiz’de. Kötü bir şey, Efendimiz’i çok rahatsız ederdi.

Bir gün geldi, kıblede bir tükürük gördü. Birden bire rengi, hâli değişiverdi. Ashâb-ı kirâm kapattı, ondan sonra geçtiler. Sîmâsı eski yerine geldi. (Bkz. Müslim, Mesâcid, 53)

Velhâsıl bir mü’min de ince olacak, zarif olacak, hassas olacak. Çiçeklerden daha öteye bir güzellik, bir ferahlık verecek onun inceliği, zarâfeti.

Hep büyüklerde görürdük; bir sadaka verirken dahî, bir zekât verirken, infak ederken, karşındakini incitmemek, ona iltifat etmek… “Kıymetli Mehmed Efendi, kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.” diye yazarlardı zarflarına. Niye; kime veriyor? Allâh’ın ihsân ettiğini veriyor. Kime veriyor? “يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ” (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Allah alıyor onu. Bir mü’mindeki bir yürek bu. Bir mü’min yüreği…

Ahlâktaki nezâket:

Merhamet olacak, şefkat olacak, mü’min kerem ehli olacak, ikram ehli olacak. Allâh’ın kendine olan ikramlarını düşünecek. O da Allâh’ın kullarına, Allâh’ın bütün mahlûkâtına öyle ikram edecek.

Cenâb-ı Hak:

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ  buyuruyor.

“…Allah indinde en keremliniz, takvâ sahibi olanınızdır…” (el-Hucurât, 13) buyuruyor.

Efendimiz buyuruyor:

“Vallâhi diyor, bir hınzıra bile haksız yere ezâ etmeniz helâl değildir diyor. O zaman bir müslümana, bir müslüman nasıl ezâ verebilir?!” (Bkz. Zehebî, Siyeru Aʻlâmi’n-Nübelâ, VII, 396)

Yılan, akrep gibi, öldürmek zarûrî olan bir hayvanı bile fazla ıztırap çekmeden, azap etmeden öldürün buyuruyor. Yani zararlı hayvanın öldürülmesinde bile Rasûlullah Efendimiz, bir merhamet tavsiye ediyor. (Bkz. Müslim, Selâm, 139-141, 147; Ebû Dâvûd, Edeb 162-163/5263; Tirmizî, Sayd, 14/1482, Ahmed, I, 420)

Bedir Harbi başlamadan bir gün evvel, müşrikler geldi. Efendimiz’in orada kuyu vardı. Oradan su istedi. Sahâbe vermek istemedi. Efendimiz “verin” dedi. Daha savaş başlamadı. Bir gün sonra olacaktı.

Efendimiz, o Bedir’de aldığı esirleri Medîne-i Münevvere’ye götürürken, zaman zaman o deveden kendileri indi, onları develere bindirdiler. Yani kul, mahlûkâta dâimâ Hâlık’ın (şefkat) nazarıyla bakacak. “Beni yaratan Allah, o bütün mahlûkâtı yaratan Allah, aynı Allah. Demek ki bütün mahlûkat bana zimmetli…”

Kul, kalbî inkişaf neticesinde böyle bir hâle gelecek. Yani gönülde letâfet olacak. Bütün mahlûkat onun gönlünde olacak, bir mü’minin gönlünde olacak.

Bir de efendim, köylerde görüyoruz; tarlaları yakıyorlar. Düşünmüyorlar mı; yarın o karıncalar, tosbağalar, böcekler, yarın kıyâmet günü kalkacak, dâvâ edecek kendisine!.. Böyle kalbî hantallık olmaz!

Karıncayı yaratan Allah. Onu düşünecek. Onu senin öldürmeye, yakmaya ne hakkın var?! Bir de malım bereketli olsun istiyor. Bir de ibadetimde huzur olsun istiyor. Olur mu?! Sen cinâyet işle!..

Zamanımızda meşhur olan kürtaj!.. Yarın o kürtaj yaptığın çocuk, belki anaya-babaya baston olacak. Seni koruyacak. Kaderi biliyor musun sen? Allâh’ın verdiği cana kıymaya ne hakkın var? İşte bugün kasaplar çalışıyor, kürtaj kasapları. Neyi kestiğini, neyi parçaladığını biliyor mu?

Câhiliye devrinde ne varsa bugün de aynı. Aynı câhiliye yaşanıyor.

Deve üzerinde sohbet edenleri Efendimiz gördü;

“‒Yere inin dedi, hayvanlara eziyet etmeyin.” buyurdu. (Bkz. Ahmed, III, 439)

Yavrusunu emziren bir kelp gördü:

“‒Öbür taraftan geçin.” buyurdu. (Bkz. Vâkıdî, II, 804)

Velhâsıl mü’minde hassâsiyet olacak. Gönül insanı olacak. Kalbi bir dergâh hâline gelecek. Bütün mahlûkat o dergâhın içinde olacak. Kalbinde bir mahşer kaynayacak.

Diğer bir husus Efendimiz’de:

Sîmâsındaki nûr-i melâhat:

Bir mü’minin de sîreti sûretine aksedecek.

“مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ” Cenâb-ı Hak buyuruyor. “…Sen onlarda secde alâmeti görürsün.” (Bkz. el-Fetih, 29) buyuruyor.

Yahudi âlimlerinden Abdullah bin Selâm, Medîne’de Efendimiz’i hicrette şöyle bir gördü baktı:

“‒Bu insan yalan söylemez.” dedi. (Bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 42/2485; İbn-i Mâce, Et’ime 1, İkâmet 174)

Senin karşındaki insan, senin rûhunu okuyacak. Kalkışınla, oturuşunla, konuşmanla, her şeyinle seni okuyacak. Onun için bir mü’min kendini hâliyle tescil ettirecek.

Lisânı öyle olacak. Lisandaki -Efendimiz’in- selâset:

Cenâb-ı Hak:

قَوْلًا كَرِيمًا (el-İsrâ, 23)

قَوْلًا مَعْرُوفًا (el-Ahzâb, 32)

قَوْلًا لَيِّنًا (Tâhâ, 44)

قَوْلًا مَيْسُورًا (el-İsrâ, 28)

İnsan konuşmasını da bilecek ki muhataplarına nasıl hitap edecek…

Ebû Kursâfe diyor ki:

“Annem ve teyzemle Allah Rasûlü’nün huzûruna gittik diyor. Dönüşte, annem, teyzem dedi ki diyor:

«Sanki hiç biz böyle bir insan görmedik; ağzından konuşurken nur akıyordu.»” (Bkz. Heysemî, VIII, 279-280)

Cenâb-ı Hak Firavun’a gönderirken Mûsâ -aleyhisselâm-’ı:

قَوْلًا لَيِّنًا buyurdu. (Bkz. Tâhâ, 44) Suyun akışı gibi, huzur verici bir (üslûpla) konuş dedi Firavun’la, buyurdu.

Duygularda incelik:

Efendimiz’de, yetimler vardı, garipler vardı, kimsesizler vardı, yalnızlar vardı, onların hâmîsi olmak vardı. Demek ki bir mü’min, kendisine zimmetli olarak addedecek.

Efendimiz yemezdi, yedirirdi onları. Çâresizlerin çâresini hâlletmenin gayreti içinde olurdu. Bir müslümanın ihtiyacını giderebilmenin zevkiyle yaşayan bir mü’min olacak. Dertli bir gönül gördüğünde, onu selâmete çıkaramadan rahat etmeyecek. İtmi’nâna ermiş nefs, kalb-i selîm…

Nazarlarda derinlik olacak:

Gördüğü şeyde hikmeti arayacak. “Aman yâ Rabbi!” diyecek. Sîmâdan tanıyacak karşısına geleni. “…Sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Nazarlarda derinlik, bu hikmet…

Cenâb-ı Hak:

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

((Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14]) buyuruyor. Kul temizlenecek.

Peygamberler, وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kötülüklerden) arındıran…” [Âl-i İmrân, 164]) iç âlemlerini -îman edenlerin- temizliyor.

İşte ashâb-ı kirâm… Câhiliye insanı, hakkı, merhameti, şefkati, insanlığı bilmeyen insanlar, nasıl bir, zirve bir medeniyet kurdular. Bir insanlık medeniyeti, fazîletler medeniyeti…

Demek ki:

Tâzim li-emrillâh: Allâh’ın bütün emirlerine çok büyük bir hassâsiyet gösterecek.

Şefkat alâ halkıllâh: Allâh’ın bütün mahlûkâtına müşfik olunacak.

Namaz, 99 yerde geçiyor, namaz çok mühim.

Zekât, sadaka, infak, 125 yerde geçiyor.

İhsân, ihsân etme, cömert olma, ilâhî kameraların altında olduğunun idrâki içinde olma, 194 yerde geçiyor.

İhlâs, 31 yerde geçiyor. Kalpten enâniyet gidecek. “Ben” demeyecek, “Yâ Rabbi, Sen!” diyecek.

Haksızlık!.. Titreyecek kul hakkı üzerinde.

Gıybet, dedikodu vs. bunları unutacak. Gıybet olan yerde, “ben gıybet etmiyorum” (demeyecek) orayı terk edecek, gidecek oradan. Oradan bir menfî esinti gelmeyecek.

Kibir, aslâ ve aslâ! Kökü Cehennem’de. Kökü Cehennem’de olan bir şeyle nasıl Cennet’e girilir?! Bir çiçeğin altına bir kezzap döksen o çiçekten bir netice bekleyebilir misin?

Velhâsıl o gönülde bir îmânın lezzeti olacak. Merhamet, şefkat, hizmet olacak, tevâzu olacak, el-emîn, es-sâdık olacak, bir karakter vaz edecek. İkram sahibi olacak, infak sahibi/cömert olacak. Nezâket, zarâfet, affedicilik, vakar, tevazu, incelik, sabır, edep, hayâ, ümmetin derdiyle dertlenme olacak.

Bu şekilde bir kâmil insan modeli… Bu da Efendimiz’de…

Bu takvâ ile huşû artacak. İbadet kolaylaşacak, duyuşlar derinleşecek. Şükür artacak, kalpte ilâhî tecellîler olacak. Huşû ve âhiret endişesi artacak. Büyüklerin bu hususta hikmetli sözlerine baktığımız zaman, yani, bir kemâle ermiş insanın durumu nasıl olacak? Merhamet insanının durumu nasıldır hâlet-i rûhiyesi?

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“Dört kimse Allâh’ın sâlih kullarındandır.

Tevbe eden kişiyi gördüğü zaman sevinen.

(Bir kardeşim tevbe ediyor, -inşâallah- Allah onu affeder de kurtulur.)

Günahkârların affı için Rabbine yalvaran.

اَللّٰهُمَّ اصْلِحْ اُمَّتَ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ فَرِّجْ عَنْ اُمَّتِ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ اُمَّتَ مُحَمَّد رَحْمَةً عَامَّةً

Dâvud-i Tâî Hazretleri diyor ki:

“Efendimiz, ümmeti çok sever diyor. Hiç yoksa diyor, bir müslüman da günde on sefer böyle duâ etmeli:

اَللّٰهُمَّ اصْلِحْ اُمَّتَ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ فَرِّجْ عَنْ اُمَّتِ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ اُمَّتَ مُحَمَّد رَحْمَةً عَامَّةً

Din kardeşine gıyâbında duâ eden kimse.

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِاُمَّتِ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ اُمَّتَ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ احْفَظْ اُمَّتَ مُحَمَّد

Bilhassa bugün Arakan’da, Sûriye’de vs.’de zulüm altındaki kardeşlerimiz için duâ etmek…

Kendinden muhtaç kişiye yardım ve hizmette bulunmak.

(O benden daha muhtaçtır. Muhtaç bile olsan, kendinden daha muhtacını arayacaksın, ona hizmet edeceksin.)

Bu insan diyor, sâlih kimsedir bu dört vasfı varsa.” diyor.

Yine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“Takvâsı azalan kimsenin hayâsı azalır.” buyuruyor.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- buyuruyor:

“Gerçek mü’min, altı çeşit korku içindedir.

(Gerçek mü’min, hakîkî mü’min, Allâh’a yaklaşmaya çalışan mü’min, altı tane korku içindedir.)

Birincisi:

Îmânının Allah tarafından alınması korkusu.

(Son nefes meçhul. Peygamberler ve peygamberlerin işaret ettiği kişilerin dışında herkesin son nefesi meçhul. Madden, mânen ne mevkîde olursan ol. Kârun, bir zirvedeydi, kahroldu gitti. Bel’am bin Baûrâ zirvedeydi mânen, kahroldu gitti. Onun için Âl-i İmrân’da âyet:

“Rabbimiz, bizleri hidâyete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme…” (Âl-i İmrân, 8)

Onun için insan, dâimâ kalbinin endişesi… Nasıl bir insan mayın tarlasından geçerken çok dikkat eder, burada ben infilâk etmeyeyim diye. Demek ki kalbin de infilâk etmemesi için çok gayret edecek. Haramlardan, kerahatlerden o kadar uzaklaşacak.)

İkincisi:

Kıyâmet günü kendisini rüsvâ edecek şeylerin melekler tarafından yazılması korkusu.

(Her şey yazılıyor.

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا. بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا

(“İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.” [ez-Zilzâl, 4-5])

Kurtuluş yok. Her ânın, ilâhî kameraya geçiyor. O da kıyâmet günü; “Kitabını oku! Nefsin sana kâfîdir…” (el-İsrâ, 14) denilecek.)

Üçüncüsü:

Amellerinin şeytan -aleyhillâne- tarafından boşa çıkarılması.

(Ne yapacak şeytan? Günahları süslü gösterecek. “Onları mutlakâ azdıracağım.” diyor. (Bkz. el-Hicr, 39; Sâd, 82)

Demek ki kendimizi ibadetlerde riyâdan koruyacağız. Bir mahviyet içinde olacağız.)

Dördüncüsü:

Ölüm meleği Azrâil’e gaflet içindeyken ansızın yakalanma korkusu.

(Yanlış bir manzaraya bakarken, ters bir haberi okurken, ters bir haberi dinlerken, o zaman da ölebilirsin.

“Sana yakîn gelinceye kadar (yani ölüm gelinceye kadar) Rabbine ibadet et.” (el-Hicr, 99) buyruluyor.

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Kişi (yaşadığı hâl üzere ölür) öldüğü hâl üzere haşrolur.” [Bkz. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663, Müslim, Cennet, 83])

Beşinci:

Dünyaya mağrur olup âhiretten gâfil kalma korkusu.

(“عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ” Cenâb-ı Hak: “Çalışmıştır, boşuna!” (el-Ğâşiye, 3) diyor. Boşuna! Bir de çalıştıklarının hesabıyla gidecek öbür tarafa. Cenâb-ı Hak yine Âl-i İmrân Sûresi’nin 185:

“…Bu dünya hayatı aldatma metâından başka bir şey değildir.” buyuruyor. Kalbin varsa aldanmazsın. Kalp bir mîyar.)

Altıncısı:

Çoluk-çocuğuyla fazla meşguliyete dalıp Allah Teâlâ’nın zikriyle, kulluğuyla yeterince meşgul olamama durumu.”

“Aman bunlar bitsin, sonra yaparım, bunlar olsun, bunları yaparım…”

Cenâb-ı Hak:

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfat Allah katındadır.” (el-Enfâl, 28)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“Amellerin en güç olanı dört haslettir.” buyuruyor.

Birincisi:

“Öfkeli anda affetmek.”

(Cenâb-ı Hak âyette:

“…Gayzlarını yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor. Öfkelerini yutarlar buyuruyor.

İki:

“Muhtaçken de cömert davranmak.”

(Cömertlik sırf parada değil. Bir kardeşini tesellî etme, bir kardeşinin yükünü taşıma.)

Üçüncüsü:

“Kapalı ve tenhâ yerlerde nefsin şerrinden korunmak.”

(Çünkü şeytan hülûl eder kapalı yerlerde, kimse olmayan yerlerde, kandırır.)

“Korktuğu veya menfaat umduğu kimseye karşı doğru söylemek.”

Efendimiz buyuruyor ki:

“–Ben diyor, kardeşlerimi özledim.” diyor.

Sahâbî diyor ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Sen’in kardeşlerin biz değil miyiz?”

“–Yok diyor. Ben diyor, o kardeşlerimi görmeyeceğim diyor. Ben onları Havz kenarında bekleyeceğim.” diyor.

“–Yâ Rasûlâllah! Nasıl tanıyacaksınız Siz onları?”

“–Nasıl diyor Efendimiz, siyah bir at sürüsünde ayakları alnı beyaz at hemen tanınır, ben de onları öyle tanıyacağım. Onları Havz kenarında bekleyeceğim diyor. Fakat diyor, Sünnet-i Seniyye’den uzak olanlar, onlar da gelecek, onlara gidin diyeceğim, uzaklaşın diyeceğim.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Tahâret 39, Fedâil 26)

Tabi bugün zor zamanlar. Televizyonun menfî propaganları, internetin yanlış sokakları, çıkmaz sokakları, modalar, reklâmlar… Bunlar alıyor insanın kalbî hayatını dünyevîleştiriyor, âhiretten uzaklaştırıyor.

Bugün ise kendini bu şerlerden muhâfaza edene, Cenâb-ı Hak kıyâmet günü:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyuruyor. Mahzun olmayacaklardır buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak böyle şerlerin… Seküler bir dünya… Kalplerin ölümüne sebep olan böyle bir vasatta da Cenâb-ı Hakk’a kulluğunu, hizmetini artıranlar için Cenâb-ı Hak bol mükâfat vereceğini, “قَرْضًا حَسَنًا” (güzel borç) buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 245; el-Hadîd, 11; el-Mâide, 12…)

Cenâb-ı Hak -inşâallah- cümlemizi:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

(“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” [Buhârî, Edeb, 96])

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hâliyle hâllenebilmeyi, O’na benzeyebilmeyi nasîb eylesin. Âkıbetimizi hayreylesin…