Genç Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Ağustos Sayı: 155
Komünizm, kapitalizm ve liberalizm gibi beşerî sistemler, şu anda dünya üzerinde etkili olan sistemler. Dînimiz İslâm, bu sistemlere karşı nasıl bir sistem ortaya koyuyor? İnsan ve toplumların idaresinde İslâm’ın dünya görüşü nasıldır?
Beşerî sistemler hiçbir zaman insanın rûhunu tatmin edemedi.
Komünizm ve sosyalizm ortaya çıktı. Bunlar; “Servet, toplumundur.” dediler. Fakat onlarda, zenginlerin yerini toplum adına hareket ettiğini söyleyen “elit” dedikleri bir grup aldı. Yani “servet toplumundur” dediler; lâkin servet toplumun değil, “partililer”in oldu. Partililer kendi inisiyatiflerine göre hareket ettiler. Kimsenin bir şeyi yokken onlar servet sahibi oldular. Halkı istismar ettiler. Halk fakir düştü. Fakat kendilerine vapur, tren vs. ne varsa hepsi bedava oldu.
Komünizm, güya herkes müsâvî/eşit olacak, bu şekilde toplumda adâlet, denge, huzur olacak iddiâsıyla ortaya çıktı. Fakat çalışanla çalışmayana aynı imkân verildi. Testiyi kıranla, kırmadan taşıyan bir oldu. Bu da istîdatları dumura uğrattı.
Meselâ bir yarışta, hızlı koşan birinci olur. Fakat birinciye de sonuncuyla aynı imkânlar sunulursa, hızlı koşabilecek olan da yavaşlar. Bu da terakkîyi durdurur.
Komünizm; insan realitesine ters, fıtrata aykırı olan bu tutumu sebebiyle, ancak partililerin faydalandığı bir istismar sistemi oldu…
Komünizmin bu zulüm ve haksızlığına karşı kapitalizm; yaldızlı bir ifade ile ortaya çıktı; “Servet, ferdindir.” dedi. Lâkin bütün servet, tröstler ve kartellerin elinde toplandı. Zengin daha zengin oldu. Halk, idareci sınıfa ve burjuvaya düşman oldu. Dramlar yaşandı.
Liberalizm, “Serbestiyet içinde insanlık yarışacak.” dedi. Sermayeyi kimse engellemesin;
“Laissez faire, laissez passer!”
Yani; «Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!» dedi. “Nasıl kazanırsan kazan!” dediler.
Güya rekabet neticesinde daha kaliteli mal çıkacak, imâlât ucuzlayacak, fiyatlar düşecek, bundan herkes kazanacaktı. Fakat tersi oldu. Karteller ve tröstler anlaşarak fiyatı kendi aralarında belirlediler. Meselâ bir kalemi hangi fabrikalar yapıyorsa, toplandılar; 10 kuruşluk bir malı kendi değerinin çok çok üzerinde, fâhiş bir fiyatla piyasaya sürdüler. Yeni bir istismar yolu açıldı. Enflasyonu körükleyen faizle, yoksulun iyice beli büküldü.
Yani “Bırakınız yapsın, bırakınız geçsinler!”in mânâsı; -af edersiniz- “Altta kalanın canı çıksın!” acımasızlığı oldu.
Merhamet ve paylaşma olmadığı için, uçurumlar, krizler ve sosyal patlamalar meydana geldi. Yarış, sadece güçlülerin zayıfları ezme yarışı oldu.
Bütün sistemler, kandırmaca ile kendilerini sergilediler. Kapitalist ve komünistler, aslında mülk üzerinde, onun asıl sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın hükmünü kaldırma noktasında birleştiler. Aslında birbirlerinin aynısı idiler. Yani materyalist/maddeci ve münkir…
Komünizm ile kapitalizm, sadece eşyanın kime ait olduğu üzerinde ihtilâf etti. Komünistler dedi ki “mülk toplumun olsun”; kapitalistler de “yok, mülk fertlerin olsun” dediler.
Hâlbuki İslâm ise; “servet ne toplumundur ne de fertlerindir; «اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ» mülk, Allâh’ındır.” dedi. Mülkün tasarrufunda ilâhî irâdenin hükmünün geçerli olduğunu bildirdi.
İslâm, bütün mülklerin -bugünkü yaygın tâbiriyle- bir nevî “devre mülk” olduğunu telkin etti. Kula da, o mülkün muayyen bir süreliğine emânet edilmiş olduğu idrâkini verdi. Yani insan, mülkün gerçek sahibi değil, ancak belli bir süreliğine onun üzerinde tasarrufta bulunan bir memur mevkiindedir.
Bu sebeple İslâmʼda, bir gün bırakıp gideceğimiz maddî nîmetleri elde etmek için; insanı ve toplumu sömürmek, kul hakkına girmek, ilâhî hudutları çiğnemek aslâ yoktur.
En başta halkı sömüren gayr-i meşrû kazançlar, gabn-i fâhiş, yani aldatarak aşırı kâr elde etme, fâiz, ihtikâr (stokçuluk, vurgunculuk) yasaktır. Servetin sarfında da israf ve pintilik yasaklanmıştır.
İsraf; güç gösterisinde bulunarak aşağılık duygusunu örtbas etmeye çalışmaktır.
Pintilik ise şeytanın telkin ettiği “fakir düşme” korkusuyla infaktan kaçıp sırf kendine biriktirmektir. Bu, Hakkʼa tevekkül noksanlığının ve korkaklığın getirdiği bir zaaftır. Yani Cenâb-ı Hakk’a sığınacağı yerde parayı, sığınak, barınak ve dayanak hâline getirmektir.
İsraf da pintilik de mülkün gerçek sahibi olan Cenâb-ı Hakkʼa isyan niteliğindedir.
İnsanoğlu, maddiyat hususunda Allâh’ın hükümlerine göre tasarrufta bulunması îcâb eden bir emânetçidir.
Beşerî sistemler, insanı, ekonomi çarkını döndüren dişliler olarak görüp onu sömürür. Hattâ eskilerin şöyle bir tâbiri vardı: Eskiden bostan kuyuları vardı. Bu bostan kuyularından su çıkartmak için gözü bağlı bir at, kamçı zoruyla kuyunun etrafında döndürülürdü. Böylece oradan su çıkarılırdı. İşte bu, komünizmin istihsâl şeklidir.
Kapitalizm ise ata dâimâ ot torbası gösterir, at torbaya yaklaştıkça da geriye çekilir. Yani atı kandırarak kullanır ve kuyudan suyu çıkartır. Yani her iki sistem de insanları istismâr eder, sömürür.
İslâm iktisâdı ise, insanın problemini çözmeyi hedefler. Nitekim imkânları paylaşmak, bilhassa da ihtiyaç sahiplerine faydalı olmak şarttır, farzdır.
Âyet-i kerîmede:
“Sâilin (hâlini arz eden muhtacın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla hâlini arz edemeyenin), onların (zenginlerin) mallarında muayyen bir hakkı vardır.” (ez-Zâriyât, 19) buyrulur.
Hâlini arz edenlerin hakkını vereceksin. Teaffüf/iffet sebebiyle hâlini arz edemeyenlerle de sen gidip alâkadar olacaksın, onun müşkül durumunu bertaraf edeceksin.
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyuruyor.
Yani İslâm, servet sahibine bir mükellefiyet yüklüyor. Ona parayı kullanma eğitimi veriyor. Böylece onu, gönülleri kaynaştırmaya vesîle kılıyor. (Devam edecek.)