DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
Yaşlandıkça Anne-Babaya Vefâ Artmalıdır
Cenâb-ı Hak:
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır…” (Lokmân, 14)
Cenâb-ı Hak rahat taşıttırmıyor anne-babaya 9 ay. Orada ne oluyor? Bir hak geçiyor, anne-baba hakkı geçiyor.
“…Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce Bana (yani Cenâb-ı Hakk’a) sonra anne-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş, ancak Banadır.” (Lokmân, 14)
Anne-baba, dünyaya geliş sebepleridir. Kulluk ise Cenâb-ı Hakk’adır. Bu sebeple anne-baba, evlâdına Allâh’ın emirleri dışında bir zorlamada bulunursa, o zaman onlara itaat yoktur. Onun dışındaki itaatler mecburîdir.
Hakk’a şükretmek, O’nun büyüklük ve yüceliğini tanımaktır. O’nun emir ve nehiylerinin muhtevâsında hayatı tanzim etmektir. Anne-babaya şükretmek ise, onlara şefkatle muâmele etmek ve saygı göstermektir.
“Ashâb-ı Rakîm” geçiyor Kur’ân-ı Kerîm’de, Kehf Sûresi’nde. Bu Ashâb-ı Rakîm, üç kişi bir yerden bir yere giderken, gece dağın tepesinden bir taş geliyor, bunların gece konakladığı mağaranın önünü kapatıyor. Üçü, bu taşı bertaraf etmek istiyorlar, edemiyorlar. Birbirlerine diyorlar ki:
“–Bizim bu taşı bertaraf etmemiz, bedenî gücümüzle mümkün değil. Ancak bunun için Cenâb-ı Hakk’a sığınalım, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla ancak kurtulabiliriz. Birbirimizle, düşünelim; biz hangi amelde daha çok olduksa Allah rızâsı için, ivazsız-garazsız, o amelle Allâh’a ilticâ edelim, o amelle tevessül edelim Cenâb-ı Hakk’a. İnşâallah Cenâb-ı Hak açar!..”
Yani canlı canlı mezara giriyor bu üç kişi.
“–Sen söyle.” diyorlar.
Birincisi diyor ki:
“–Benim annem-babam vardı diyor, bunlar yaşlıydı diyor, ben onlara çok ihtimam gösterirdim. Hayvanlarımız vardı, sütlerini sağardım. Anneme-babama içirmeden evlâtlarıma götürmezdim. Anneme-babama bu kadar muhabbet ve saygıda bulunurdum.”
Mağaranın kapısı biraz açılıyor. Fakat bir kişinin çıkacağı derece değil.
İkinciye:
“–Sen ne yaptın?” diyorlar.
O da diyor ki:
“–Benim diyor, âşık olduğum bir akraba, (halamın-teyzemin) kızı vardı. Onu hayat boyu elde etmek istedim, bir türlü elde edemedim. Bir gün açlık oldu, kıtlık oldu, o gün geldi bana;
«–Biz açız dedi, Allah rızâsı için ver.» dedi.
Ben de mukâbilinde dedim ki:
«–Benim senden ne istediğimi biliyorsun dedim. Onu kabul et, istediğin kadar vereyim.» dedim. Kızdı, gitti dedi. Bir müddet sonra üzülerek tekrar döndü:
«–Çâresiz, nâçar geldim dedi. Kabul ediyorum dedi. Fakat sana da Allah’tan korkmanı tavsiye ederim.» dedi.
Ben de o sırada tüylerim diken diken oldu, Rabbimden korktum;
«–Al alacağını, fazlasıyla al.» dedim.
Tam bu benim ömür boyu beklediğim bir andı. Fakat Allah rızâsı için bu günahtan vazgeçtim.” dedi.
Mağaranın kapısı biraz daha açıldı, fakat bir kişinin çıkacağı şekilde değildi.
Üçüncüye;
“–Sen ne yaptın?” diyorlar.
“–Benim diyor, çiftliğim vardı, hayvanlarım vardı diyor. Orada çalışan müstahdemlerin maaşını verirdim. Biri de almadan gitti diyor. Dedim ki diyor, o bir müddet sonra döner bana; «Sende az bir benim alacağım vardı, onu ver.» der. Ben de bu parayla onu üreteyim, geldiği zaman hiç yoksa biraz daha eline fazla bir şey geçsin.
Tâ ki seneler sonra geldi bu. Dedi ki:
«–Ben zamanında seninle çalışmıştım. Az bir alacağım vardı. Onu almaya geldim.»
Ben de ona koyunları gösterdim:
“–Al.» dedim.
Koyunlara baktı, bana baktı;
«–Benimle alay mı ediyorsun dedi, ben az bir şey çalışmıştım.» dedi.
«–Yok dedim, ben o az parayı Allah rızâsı için ürettim. İşte o gördüğün hayvanlar oldu. Al onları git dedim, onlar senin.» dedim.
Koyunlara baktı güldü, bana baktı güldü, sevine sevine aldı götürdü.”
Biraz daha açılıyor, şey çıkıyor, aradan üçü de çıkıyor. (Bkz. Buhârî, Edeb 5, Enbiyâ 53, Büyû‘ 98, İcâre 12, Hars 13; Müslim, Zikir, 100; Ahmed, IV, 274)
Yani burada, öyle bir hayatımızın her ânı bir zor zaman olabilir. Zaten çok zor zamanlarla karşılaşacağız; kabirde, kıyâmette filân… Demek ki amellerimizle, ivazsız garazsız, hasbeten yaptığımız amellerle Cenâb-ı Hakk’a tevessül edebilmek imkânını bu dünyadayken hazırlayalım -inşâallah-.
Tabi burada ben anne-babaya olan sevgiden bu mevzuyu anlatmış olduk. Yine bu anne-baba hususunda Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki:
“Anne hakkına dikkat et. Onu başına taç et. Zira anneler doğum sancısı çekmeseydi, çocuklar da dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”
Yine İsrâ Sûresi’nde Cenâb-ı Hak, aynı benzer:
“Rabbin sadece kendisine kulluk etmeyi (yani Allâh’a kul olmayı) ana-babanıza da iyi davranmayı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa (güçten-kuvvetten kesilirse) «اُفٍّ» sakın ha onlara «üf» deme!..” (el-İsrâ, 23) buyuruyor.
Yani çocuğuna “üf” dersin. Tabi anne-baba da yaşlandığı zaman sinir sistemi bozulur, vücudun gücü azalır, tahammülü azalır. Cenâb-ı Hak îkaz ediyor:
“Sakın ha üf deme!”
Peki ne diyeceksin onlara? “ قَوْلًا كَرِيمًا” diyeceksin. Onlara iltifatkâr şekilde onlarla konuşacaksın, onlara iltifat edeceksin.
Yine onun altındaki âyette:
“Ona diyor, merhamet kanatlarını aç diyor, onlara sen dua et.” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 24)
Yine bir adam geldi Efendimizʼe, kendisi için en iyi amelin ne olduğunu sordu.
“‒Annen, annen, annen, (dördüncüsünde) baban.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Birr, 2)
Yani Cenâb-ı Hak annenin fedakârlığını, tabi babanın da, gösteriyor.
“Baba, (Tirmizî naklediyor) Cennetʼin orta kapısıdır.” (Tirmizî, Birr, 3, [1901])
Yine bu, Nûşirevan var, onun vezirlerinden Büzürgmihir’e diyor ki:
“‒Niçin hocana tâzimde babana tâzimden daha çok?” diye soruldu. Şu cevabı veriyor:
“‒Babam, benim fânî hayatımın sebebi, hocam ise benim bâkî hayatımın sebebi.”
Demek ki hocalarımıza da bir vefâ gösterme durumundayız.
Yine Süfyan bin Üyeyne şöyle der:
“Beş vakit namazı kılan, Allâhʼa şükretmiş olur. (Tabi bu, mühim olan, cemaatle kılması.) Beş vakit namazın ardından anne-babaya dua eden de anne-babaya teşekkür etmiş olur.”
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
Yani mânâ:
“Ey Rabbimiz! (Herkesin) hesaba çekileceği gün beni, anne-babamı ve müʼminleri bağışla!” (İbrahim, 41)
Yine Sâdî-i Şîrâzîʼnin ayrı bir şeyi var, hikmetli sözleri var:
“Cenâb-ı Hakkʼa lâyık bir şükürde bulunup bulunamayacağımı bilmiyorum diyor. Vücudumdaki her kıl Oʼnun bir ihsânıdır. Her biri için ben nasıl şükredeyim?” diyor Sâdî-i Şîrâzî.
“Yolunun üzerindeki kuyuyu fark etmekten âciz bir âmâ gördüğün zaman (verdiği görme nîmeti için) Allâhʼa şükret. Şükretmezsen, sen de kör sayılırsın.” diyor. Yani bir âmâ görürsen, eğer o âmânın elinden tutmazsan, ona yardım etmezsen, sen de âmâ sayılırsın diyor.
“Bak, ilâhî kudretle kaç boğum bir araya gelerek bir parmak meydana gelmiştir. Bu bakımdan ilâhî sanat üzerinde düşünmemek, ahmaklıktır.
Düşün ki insanın yürüyebilmesi için kaç kemik bir araya getirilmiş, sinirler birbirine bağlanmıştır.
Topuk, diz, ayak kımıldamadıkça, hareket etmedikçe ayağın yerden nasıl kaldırılması imkânı vardır ki?
İnsanın omurgası tek parça olmadığı hâlde secde etmek zor gelmemektedir.”
En büyük peygambere ümmet olduk. İslâmʼla şereflendik. Müslüman bir çevrede yaşıyoruz. “Nasıl şükredeceksiniz?” diyor.
Yine o secde hususunda çok mühim; Cenâb-ı Hak insan anatomisini en güzel bir şekilde halketti. En rahat, bol bol secde edebilmesi için.
Ondan sonra yine, 15. âyet:
“(Anne-baban) eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme!..” (Lokmân, 15)
Yani anne-baba dedi ki; “Kızım dedi, gençsin, aç başını, ne olacak, sonra kapatır, tevbe edersin…” dedi.
Cenâb-ı Hak orada; “itaat etme” diyor.
“…Onlarla dünyada iyi geçin (ama anne-babanla diyor). Bana yönelenlerin yolunu tut (sâlihlerin-sâlihaların yolunu tut diyor). Sonra dönüşünüz ancak Banadır (diyor, Bana hesap vereceksiniz diyor). O zaman size yapmış olduklarınızı haber veririm.” (Lokmân, 15) diyor.
Hattâ o zaman o şeyde anne-babalar, müşrik anne-babalar, müslüman olan evlâtlarını çok zorladılar. Biri dedi;
“–Seninle konuşmam!” dedi.
“–Anne, istersen konuşma…” dedi.
Öbürü;
“‒Seni mirastan men ederim!” dedi Musʼab bin Umeyrʼe.
“‒Edebilirsin…” dedi.
Ebû Cendelʼe, hicret etmemesi için babası zincirlere vurdu. Yine zincirleri kırdı, yine devam etti.
Velhâsıl demek ki itaat Allâhʼa olacak. Allahʼtan sonra anne-babaya olacak. Anne-babanın da Kurʼân ve Sünnet muhtevâsı içinde… Dışına çıkarsa ona da orada itaat yok.
Fakat anne-babaya itaat de Allâhʼa itaatten sonra her şeyin üzerinde gelmiş oluyor…