Nefsin Arzularını Bertaraf Etmeden Kurtuluş Olmaz

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

NEFSİN ARZULARINI BERTARAF ETMEDEN KURTULUŞ OLMAZ

Muhterem Kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hak, okunan âyet-i kerîmelerin muhtevâsı içinde bir ömür nasîb eylesin -inşâallah- cümlemize.

Elhamdülillâh, Rabbimiz bizi insan olarak dünyaya getirdi, bütün mahlûkâtın içinde.

Bizim irâdemizin dışındaydı. Bizi en büyük Peygamberʼe ümmet kıldı. O da bizim ihtiyârımızın dışında.

Bizi en büyük Kitâbʼa muhâtap kıldı. O da bizim arzumuzun dışında.

İnsan bu dünyaya gelmeden, bu kâinat insan için hazırlandı. Ondan sonra insan dünyaya getirildi. Âdem -aleyhisselâm-, Havvâ Vâlidemiz dünyaya indirildi. İnsan nesli devam etti.

Velhâsıl üst üste nîmetler, bizim için…

Her peygamber bir kavme geldi, bir topluma geldi. Yalnız 124 bin küsur peygamber içinde yalnız Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet) olarak geldi. 1400 sene evvelinden, tâ kıyamete kadar “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet).

“Üsve-i hasene”: en alt kademeden en üst kademeye kadar örnek. Her mesleğe örnek.

Cenâb-ı Hakkʼın “insan”da tecellî eden bir mûcizesi. Bir mûcize Efendimiz. İşte ashâb-ı kirâm, mâzileri, her tür insan vardı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin terbiyesiyle, Oʼnu örnek alarak bir faziletler medeniyeti inşâ ettiler. Dünyadaki en huzurlu toplum hâline geldiler. En huzursuz toplum, en huzurlu bir toplum hâline geldi.

Cenâb-ı Hak bizi en büyük Kitâbʼa -menşei Cenâb-ı Hak- muhâtap kıldı.

اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

(“Rahmân Kurʼânʼı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.” [er-Rahmân, 1-4])

Kurʼân için, Kurʼânʼla huzur bulacağız, hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette.

Rahmân; merhamet sahibi. Rahmân Allah Kurʼânʼı öğretti.

خَلَقَ الْاِنْسَانَ insanı yarattı. Kurʼânʼla istikâmetlenecek, Kurʼân ekseni içinde bir hayatı olacak. Dünya hayatı huzurla geçecek, kabir hayatı da âhireti de.

Kurʼân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakkʼın büyük bir lûtfu. Bir ders kitabımız bizim.

Kâinat… O da baştan başa, mikrodan makroya kadar, hep ilâhî azametin tecellîsi. Cenâb-ı Hak:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ buyuruyor.

“(Yaratan) Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

Kalp tekâmül edecek. Her gördüğü varlıkta Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayacak; “Aman yâ Rabbi!” diyecek.

Kendine bakacak; nereden, nasıl meydana geldi? Bir kuşa bakacak; ufacık bir yumurtadan nasıl meydana geldi? Bir ağaca bakacak; yok kadar bir tohumdan nasıl meydana geldi?

Daimâ bir, Cenâb-ı Hakkʼın azamet-i ilâhiyyesini…

Semâya bakacak. Cenâb-ı Hak:

“Kaldır başını bak.” buyuruyor. “Bir fütur görüyor musun?..” buyuruyor. (Bkz. el-Mülk, 3)

Kalp, devamlı Cenâb-ı Hakʼla meşgul olacak. Ancak o şekilde kalp huzur bulacak.

اَلَا بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“Biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ın zikriyle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28])

Cenâb-ı Hakkʼın kendisiyle beraber olduğunu unutmayacak.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nereye gitseniz O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4) buyuruyor.

İçimizdeki duyguları Cenâb-ı Hakkʼın bildiğinin idrâki içinde bulunacak. Ona göre içindeki duyguları temizleyecek.

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) Cenâb-ı Hak buyuruyor. Şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor.

Velhâsıl, esas tahsil bu… Kalp tekâmül edecek, bu şekilde kalp, Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak. O şekilde huzurlu bir ömrü olacak. Kabir hayatı da öyle olacak, âhiret hayatı da öyle olacak.

Cenâb-ı Hak:

“Benî Âdemʼi mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor. Mükerrem olacak vasıflar veriyor. Cennet de mükerremin mükerremi. Mükerrem olan Cennetʼe lâyık hâle gelecek kul.

نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor. Kendinden Cenâb-ı Hak istîdatlar veriyor. Esmâ tecellîleri ihsân ediyor. “Rûhumdan üfürdüğüm zaman” buyuruyor, kendinden bir vasıf veriyor. Bu vasfı tekâmül ettirirse “ahsen-i takvîm” oluyor, en güzel bir yaratık hâline geliyor. İmtihan olarak da nefs engelleri veriyor. Nefse de câzip kılıyor nefs engellerini. Haramda câzibe var, kerahatlerde câzibe var. Zaten câzibe olmasa kimse gitmez.

Bu nefs engellerini aşacak, kalbî merhaleler katedecek. İlâhî müşâhedenin, ilâhî kameranın altında olduğu, kalpte şuur ve idrâk hâline gelecek. O şekilde Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.

Cenâb-ı Hak kulunun kendisiyle dost olmasını istiyor. Dünyayı da ikram etti. “…Sayamazsın nîmetlerimi…” (İbrahim, 34; en-Nalh, 18) buyuruyor, idrâk eden bir kalp için.

Yine bu ikramının, dostluğun neticesinde, Cenâb-ı Hak son nefeste bir dostluğunu bildiriyor. Kıyamette bir dostluğunu bildiriyor. Ve bizi Dâruʼs-selâm/Cennetʼe dâvet ediyor Rabbimiz.

Bizim ders kitabımızda ne var? Yani Kurʼân-ı Kerîm ders kitabımız. 90 yerde “ey îmân edenler” geçiyor. Cenâb-ı Hak müʼminlere tâlimat veriyor. Nasıl bir hayat ekseni üzerinde devam edeceğiz? 258 yerde “takvâ” geçiyor. Yani kalbin Cenâb-ı Hakkʼa merhaleler kat ederek, Cenâb-ı Hakʼla dost olması, Cenâb-ı Hakkʼa yakınlığı.

Cenâb-ı Hak kimleri sever, kimleri sevmez, onları bildiriyor. Bizde ne kadar Cenâb-ı Hakkʼın sevdiği vasıflar var, sevmediği vasıflar var, bize bir ayna.

Okunan âyette geçiyor, diğer âyetler de var: “اَفْلَحَ” geçiyor. “مُفْلِحُون” geçiyor, “تُفْلِحُون” geçiyor. “Felâh buldu, selâmete çıktı, kurtuldu” mânâsına. 40 yerde de bu geçiyor; “kurtuldu”.

Demek ki bu dünya hayatında bazı imtihanlar var, med-cezirler var. Ve bunlardan kurtulmamızı, med-cezirlerde muvaffak olmamızı arzu ediyor.

Şimdi, uçurumun kenarında dolaşan insan, kendisini uçurumun tehlikesinden kurtarırsa; “Kurtuldun, hadi geçmiş olsun!” denir. Ağır bir hastalıktan, bir çilelerden geçen gelen bir insana “kurtuldun” denir. İşte bu dünya hayatında da nefsin arzularını bertaraf eden, kurtulmuş oluyor. “اَفْلَحَ” oluyor. Yani âhiret hayatında Cehennemʼden kurtulup Cennetʼe girebilen, Allâhʼın rızâsını elde eden biri, kurtulmuş olmuş oluyor.

Meselâ her beş vakit “hayya aleʼs-salâh” buyruluyor, “hayya aleʼl-felâh” buyruluyor. Selâmete Cenâb-ı Hak, namaza, kendisine secde etmeye davet ediyor. Bunu hakkıyla kılabilen, kurtulmuş oluyor, selâmete çıkmış oluyor. Muhtelif âyetler, 40 civarında âyet var.

Ashâb-ı kirâmʼa baktığımızda hep, peygamberlere baktığımızda hep böyle meşakkatler, ağır ağır imtihanlar. Ashâb-ı kirâma bakarsak öyle zorluklar…

Câfer Tayyar Hazretleriʼni Efendimiz Habeşistanʼa gönderdi. 13 sene kaldı. Oranın halkı müslüman oluncaya kadar bekledi, orada kaldı. Efendimizʼe hasretle doldu içerisi. 13 sene sonra, orası İslâmʼla şereflenince çoğunluk olarak, Medîneʼye döndü Câfer Tayyar Hazretleri. Baktı; Efendimiz Hayberʼde, Hayberʼe devam etti. Hayberʼde Efendimiz, o gün Hayber fethedilmişti. Câferʼi görünce Efendimiz sevindi:

“‒Câfer! (dedi.) Bana ne çok benziyorsun. Bugün Hayberʼin fethiyle mi sevineyim, seni görmemle mi sevineyim?!” (İbn-i Hişâm, III, 414)

Orada ne oldu Câfer? “اَفْلَحَ” oldu. 13 senelik bir çileden sonra kurtulmuş oldu. Allah Rasûlüʼnü sevindirdi, Allah Rasûlüʼnü tebessüm ettirdi.

İnsan Sûresiʼnde Cenâb-ı Hak, Fâtıma Vâlidemizʼle Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-ʼın bir hâdisesini bildiriyor:

“Kendileri de muhtaç olduğu hâlde fakire, yetime ve esire verirler.” (el-İnsân, 8) buyuruyor.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir hurma bahçesi sulayıp biraz arpa aldı. O arpayla Fâtıma Vâlidemiz onu öğüttü, ekmek yaptı. Tam o sırada, yiyecekler, bir rivâyete göre iftar, bir yoksul geliyor:

“‒Lillâh!” diyor. “Allah için verin.” diyor. Ona veriyorlar.

Yine Fâtıma Vâlidemiz yine öğütüyor. Yine bir ekmek daha yapıyor. Yetim geliyor.

Üçüncü olarak bir esir geliyor, köle geliyor. Üçüne de veriyorlar. (Cenâb-ı Hak); “Kendileri muhtaç olduğu hâlde (buyuruyor), yoksula, yetime ve esire verirler. (Verirken de) biz sizden bir teşekkür beklemiyoruz (derler). Biz bunu Allah rızâsı için veriyoruz.” (el-İnsân, 8-9)

Çünkü يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Bir fânî ortak edilmeyecek.

“Biz bunu size Allah rızâsı için veriyoruz. Bize bir teşekkür etmeyin.” diyorlar. “Biz, Allah rızâsı için, âhiret selâmeti için size bunu biz veriyoruz.” diyorlar.

Cenâb-ı Hak da gerekçelerini bildiriyor:

عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا : “Biz o musîbetli günden korkarız…” diyorlar. (Bkz. el-İnsân, 10)

“Cenâb-ı Hak da onların (gönüllerine) ferahlık verir, onları o günün azâbından korur.” (Bkz. el-İnsân, 11) buyruluyor. Şiddetinden korur, o kıyametin şiddetinden.

Bu nedir? “اَفْلَحَ”, bir felâh bulmadır. Demek ki hep Cenâb-ı Hak bizden Allah rızâsı için bir fedakârlık bekliyor.

(Ebû) Eyyûb el-Ensârî Hazretleri seksen yaşında, لَتُفْتَحَنَّ اْلقُسْطَنْطِنِيَّةُ (“İstanbul elbette fetholunacaktır…” [Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300]) hadîs-i şerifi(nin müjdesi)ne nâil olmak için, seksen küsur yaşında iki sefer İstanbulʼa geldi.

Daha evvel, Efendimizʼe misafirperverlik etti. Efendimizʼle gazvelere katıldı. Fedâ-yı cân eyledi. Vefâtıyla da bir hedef gösterdi:

“‒Benim (dedi) cesedimi ayağınızı attığınız son noktaya gömün (dedi). İslâm askerleri onu hedef alıp daha öteye geçsinler.”

O da “اَفْلَحَ”, kurtuldu o şekilde.

Yani Cenâb-ı Hak bizden fedakârlık istiyor. Bir müʼmin… Misalleri çok artırabiliriz.

Demek ki bir, âhirete hazırlık için geldik buraya. Âhiret dershanesindeyiz. Talebeliğimizin müddeti son nefese kadar. Cenâb-ı Hak; “Yakîn gelen kadar, ölüm gelene kadar.” buyuruyor.

Tabi, İslâm bir bütündür. Bir kısmını yaptın, bir kısmını şey yaptın, olmaz o. İbadet hayatı ayrı bir güzellik olacak. Muâmelât ayrı bir güzellik olacak. Ahlâk, yüksek seviye olacak.

Cenâb-ı Hak (Yeryüzünde Allâhʼın) şâhitlerisiniz…” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 143)

Velhâsıl müslüman, bir numûne olacak. Cenâb-ı Hak “(Yeryüzünde Allâhʼın) şâhitlerisiniz (buyuruyor). Peygamber de size (kıyâmet günü) şâhit olsun.” buyruluyor. (Bkz. el-Bakara, 143)

Okunan âyet-i kerîme… Efendimiz, okunan âyet-i kerîmeler indiği zaman, Ömer -radıyallâhu anh- buyuruyor:

“Kıbleye döndü, diyor; çok dua etti, diyor.

«‒Yâ Rabbi! Râzı ol, râzı ol, râzı ol!» diye dua etti. diyor. Sonra bize döndü:

«‒Bana 10 âyet indirildi. Kim bu âyetler muktezâsınca hayatını idâme ettirirse Cennetʼe girer.» buyurdu.” (Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 23:1)

Bu okunan âyet:

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ buyruluyor. “Müʼminler felâh buldu.” (el-Müʼminûn, 1)

Demek ki bu, felâh bulup kurtulacağız. Nasıl bu, ömür dediğimiz, sonsuzluk karşısında ömür dediğimiz nedir? Kundak ile kefen arasında bir yolculuk. Beşik ile teneşir arasında bir zaman tüneli. Demek ki bu çok az bir sermayeyi, fânî bir sermayeyi ilâhî bir saâdete çevirebilmek.

Cenâb-ı Hak:

“Müʼminler felâh buldu.” (el-Müʼminûn, 1) Kurtuluşa erdi, selâmet buldu müʼminler. Neyle selâmet bulacak? Kul, Cenâb-ı Hakʼla kendi arasındaki o nefs engellerini bertaraf edecek.

Akıl, iki uçlu bir bıçak gibidir. Aklı Kurʼân-ı Kerîmʼin ve Sünnet-i Seniyyeʼnin doğrultusunda kullanacak. Nasıl, îman; dil ile ikrar kalp ile tasdik… Zihinle tasdik değil; kalp ile tasdik olacak. Bütün âyet-i kerîmeler kalp ile tasdik olacak. Yani hayata geçirilecek.

Aklı veren Cenâb-ı Hak. Kurʼân-ı Kerîmʼi inzâl eden Cenâb-ı Hak. Aklı vahyin içinde, Kurʼân-ı Kerîmʼin içinde, Sünnet-i Seniyyeʼnin muhtevâsında kullanmak için aklı bize ihsân eyledi. Akıl, yanlış yerde kullanılmayacak. Kul, iç âlemdeki birtakım yanlışlıkları bertaraf edecek.

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene (yemin ederim ki).” [eş-Şems, 8])

Fücur; Allahʼtan uzaklaştırıcı her şey, Allahʼtan uzaklaştırıcı duygular. Bunları bertaraf edecek.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Muhakkak ki nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])

İç âlem temizlenecek, berraklaşacak, saflaşacak. O kalp Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak.

Üçüncü olarak;

Allâhʼın verdiği nîmetleri Allah yolunda infak edecek. Mücâhede edecek. Emr biʼl-mâruf ve nehy aniʼl-münkerʼde bulunacak. Bunlar için, bütün fedakârlığa katlanacak, bu hâle gelebilmek için. O şekilde ne olacak? “اَفْلَحَ” olacak, kurtulmuş olacak…