Tekrarlanan Yedi Ayet ile “Devamlı Hazırlık”

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

TEKRARLANAN YEDİ ÂYET İLE “DEVAMLI HAZIRLIK”                

Cenâb-ı Hak bize her rekâtta Fâtihaʼyı okutturuyor. Fâtihaʼyı yaşamamızı istiyor. Hicr Sûresiʼnin 87. âyetinde Cenâb-ı Hak:

“Andolsun ki (diyor, yemin olsun ki) Biz, Sana tekrarlanan yedi âyeti verdik…” buyuruyor. “Size tekrarlanan yedi âyeti verdik.” buyuruyor. Yani yedi âyet… Bir besmeleyle başlıyoruz:

“Rahmân, Rahîm olan Cenâb-ı Hakkʼın adıyla.” başlıyoruz. (Bkz. el-Fâtiha, 1)

Cenâb-ı Hak bizden ne istiyor huzur bulmamız için? Devamlı bir hamd hâli.

Hamd hâlinde bulunan nedir? Cenâb-ı Hakkʼa övgü hâlinde, Cenâb-ı Hakʼla kalben buluşan bir kimse. Her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayan bir kimse ne hâlde olur? Hamd hâlinde olur.اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (“Hamd, Âlemlerin Rabbi, Allâh’a mahsustur.” [el-Fâtiha, 2]) der. Verdiği nîmetleri düşünür.

En mühim nîmet, hidâyet nîmeti. Âlemlerin Rabbi. Âlemlerin… Ne kadar âlem var? Ucu bucağı yok. Gökyüzü bir tahmin edilemiyor, ucu bucağı yok…

Demek ki kul, devamlı âcizliğini düşünecek, devamlı Cenâb-ı Hakkʼa bir hamd hâlinde olacak.

اَلرَّحْمٰـنِ الرَّحِيمِ (el-Fâtiha, 3)

Nasıl Cenâb-ı Hak merhametli? Kendisi de merhamet tevzî edecek.

Kıyâmet gününü düşünecek. Önümüzde hepimizin kıyâmet. Ne dünyada ölümden kaçacak yer var, ne ölümden kıyâmette kaçacak yer var!

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ

(“O gün insan, «Kaçacak yer neresi!» diyecektir.” [el-Kıyâme, 10])

Cenâb-ı Hak bir şaşkınlığı bildiriyor. “Kaçacak yer var mı?” buyuruyor. Cenâb-ı Hak o kıyametin şiddetini bildiriyor. Semâda nasıl bir kıyamet olacak, yeryüzünde nasıl olacak, denizler, ağaç, şeyler, dağlar, insan nasıl olacak, mücrim nasıl olacak, müʼmin nasıl olacak o kıyâmette?..

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

(“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” [Yûnus, 62])

Yani onun bir gayreti içinde… Mahzun olmayacak, üzülmeyecek, o kıvamda olabilmek. Cenâb-ı Hak kimleri bildiriyor onlar “لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ” Üzülmeyecekler, korkmayacaklar o kıyâmette?

Bir tüp patlasa ne kadar korkuyoruz. Bir yıldırım düşse ne kadar korkuyoruz. Demek hep hazırlanmak.

Cenâb-ı Hak hep, her rekâtta Fâtihaʼyı okutuyor.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

((Yâ Rabbi!) Ancak Sana kulluk yaparız ve ancak Senʼden yardım isteriz.” [el-Fâtiha, 5]) diyoruz.

“Aman yâ Rabbi!” diyoruz. “Ancak Sana kulluk yaparız.” Ferdî de değil, ictimâîleşecek, hep beraber, toplu hâlde.

Niye namaz da cemaatle bize emrediliyor? Bir toplu hâlde Cenâb-ı Hak, toplu hâlde kalpler Cenâb-ı Hakkʼa açılacak. Müʼmin müʼminin derdiyle meşgul olacak.

Hac büyük bir merasim. Orada bir kardeşliği yaşayacaksın.

وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

(“…Ve ancak Senʼden yardım isteriz.” [el-Fâtiha, 5])

Allahʼtan yardım gelecek. Beraber, kalpler Cenâb-ı Hakkʼa açılacak.

Yine Cenâb-ı Hak bize:

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

(“Bize doğru yolu göster.” [el-Fâtiha, 6])

Dua edeceğiz: “Yâ Rabbi! Bize doğru yolu göster.” diyoruz. “Hakîkati göster.” diyoruz.

Hakîkati nerede; Cenâb-ı Hak, Yâsînʼde;

(Sen) sırât-ı müstakîm üzeresin.” (Yâsîn, 4) buyuruyor.

Demek ki -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin bütün hâlleriyle hâllenebilmek. İbadet, muâmelât, ahlâk vs…

Ondan sonra:

اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ (“…Nîmet verdiklerin…” [el-Fâtiha, 7]) diyoruz.

“‒Yâ Rabbi (diyoruz) kendilerine lûtuf ve ikramda bulunduğunun yolunu.”

Peki bunlar kimler, Allâhʼın ikramda ve lûtufta bulunduğu kimseler?

Bu da Nisâ Sûresi 69. âyette bunun kimler olduğu (bildiriliyor). Onlara benzeyeceğiz demek ki. Kimler onlar?

“Kim Allah ve Rasûlʼüne itaat ederse işte onlar, Allâhʼın kendilerine lûtuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlih kişilerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaşlardır.”

Demek ki Cenâb-ı Hak bize her Fâtihaʼda Peygamberimizʼle beraber olabilmek, sıddîklarla beraber olmabilmek, Hazret-i Ebû Bekir Efendimizʼin hâliyle hâllenebilmek, sâlih kişilerle beraber olabilmek…

Şehidler kimler? Allah yolunda fedâ-yı cân edenler.

Demek ki Cenâb-ı Hak bizden hep fedakârlık istiyor. İşte bunlar kimler? Bunlar; Allâhʼın inʼâm ettiği, ihsân etttiği kullar. Cenâb-ı Hak da bizim onlar gibi olmamızı (istiyor).

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ

“Yoldan çıkanların yoluna değil…” (el-Fâtiha, 7)

Onun için ona dikkat edeceğiz. Bizim hedefimiz, rehberimiz, burada sayılan dört şahsiyet, dört karakter.

Demek ki ibadetlerimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe benzeyecek.

Peygamber Efendimizʼin diğer vasfı; muâmelâtta zarâfet:

Bir müʼmin zarif olacak. Cenâb-ı Hak niye şu çiçeği yarattı?

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Demek ki bir müʼmin, şu çiçekten daha zarif olacak. Çiçek bir müddet sonra solacak geçecek. Bize Cenâb-ı Hak bir numûne olarak, yani “Bir çiçeği gör, sen ondan daha güzel ol.” (telkininde bulunuyor.)

Efendimiz buyuruyor, Müslim hadîs-i şerîfi:

“Ben her müʼmine kendi nefsinden daha ötedeyim. (Yani her müʼmine kendi nefsinden daha çok düşünürüm buyuruyor Efendimiz.) Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal kendi yakınları âittir. Fakat borç ve yetimler bırakırsa o borç bana âittir, yetimlere bakmak da bana âittir.” (Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Bu nedir? Bir müslümanın gönül yapısı. Muâmelâttaki zarâfet. Demek ki bir müslüman yüreğinden bir rahmet taşıracak.

Enes bin Mâlik buyuruyor ki:

“Peygamber Efendimizʼe ben Medîneʼde on sene hizmet ettim. Ben o zamanlar küçük bir çocuktum. Her yaptığım iş, Efendimin arzu buyurduğu gibi değildi muhakkak. Buna rağmen Rasûlullah bana yaptığım her iş için «üf» bile demedi. «Bunu niçin yaptın, şunu niçin yaptın?» diye demedi, azarlamadı. Beni hep muhabbetle terbiye etti.”

Enes, âlim oluyor tabi. Talebesi diyor ki:

“‒Üstad (diyor) sanki (diyor) konuşurken (diyor) önünde Allah Rasûlü var gibi konuşuyorsun (diyor). Sanki (diyor) bakarken Oʼna bakıyorsun.” diyor.

“‒Evet (diyor), vallâhi (diyor) ne kadar bir hasret içindeyim (diyor). Kıyâmet günü Oʼna yaklaşacağım (diyor); «‒Yâ Rasûlâllah! Senʼin küçük hizmetçin geldi, ne olursun kabul et!» diyeceğim.” diyor.

Yine Enes diyor ki, 100 yaşına kadar yaşıyor. Yani Efendimiz vefat ettiği zaman 20 yaşlarında:

“Rüya görüp de (diyor) Allah Rasûlüʼnü görmediğim rüya olmadı şimdiye kadar.” diyor. Yani “Ne rüya gördüm, muhakkak o rüyada Allah Rasûlü vardı.” diyor. Yani nasıl bir, Allah Rasûlüʼnün nasıl bir terbiyesi, nasıl bir muhabbetle terbiyesi?..

Yine Efendimizʼin torunu Hazret-i Hasan Efendimiz; Kâbeʼyi tavaf ediyor, makâm-ı İbrahimʼde iki rekât namaz kılıyor. Elini kaldırıyor:

“‒Yâ Rabbi (diyor) Senʼin küçük, zayıf kulun kapına geldi (diyor). Allâhʼım! Âciz hizmetçin geldi (diyor). Yâ Rabbi! Dilencin kapına geldi (diyor). Senʼin yoksulun kapına geldi.” diyor.

Bu yanık ilticâdan sonra Haremʼden çıkıyor. Yolda ekmek parçasıyla suya batırıp karınlarını doyurmaya çalışan yoksul insanlara rastlıyor. Onlara selâm veriyor. Onlar da Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-ʼın selâmına çok seviniyorlar. Onlar:

“–Gel (diyor), ey Allah Rasûlüʼnün torunu!” diyor. “Beraber yiyelim.” diyor.

Hasan -radıyallâhu anh- diyor ki:

“–Bu (diyor), zekât ve sadaka olduğunu bilmesem (diyor), hediye olduğunu bilsem (diyor), sizinle beraber yerim. Fakat bize yasaktır.” diyor.

Ehl-i Beytʼe yasaktı. Fakat Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-ʼın içine sinmiyor:

“–Haydi (diyor), kalkın (diyor), evimize gidelim.” diyor.

Evine götürüyor. Yediriyor, içiriyor, giydiriyor, ceplerine harçlık veriyor. (Bkz. Ebşîhî, el-Müstatraf, Beyrut 1986, I, 31)

Nasıl bir, Allah Rasûlüʼnün zarâfeti, nasıl bir aksediyor…

Yine Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- bir yerden geçerken bir köle görüyor. Kölenin yanına yaklaşıyor. (Kölenin) yanında bir köpek var. Bir ekmekten koparıyor köpeğe veriyor. Köpek alıyor, yutuyor. Tekrar koparıp tekrar veriyor.

“–Sen kimsin?” diyor.

“–Ben köleyim.” diyor.

“–Bu köpek nedir (diyor) önündeki?”

“–Bu (diyor) buranın hayvanı değil, bu, yabancı bir hayvan diyor. buraya misafir geldi. Ben bir misafiri burada ağırlamaya çalışıyorum. Beni yaratan Allah, onu yaratan Allah, aynı Allah.” diyor.

“–Peki (diyor), senin (diyor) bugün rızkın nedir?” diyor.

“–Bu gördüğün üç ekmek.” diyor.

“–Peki sen ne yiyeceksin?” diyor.

“–Bugün (diyor), ben (diyor), Allâhʼın bana gönderdiği bu misafire bu üç ekmeği ikram edeceğim (diyor) bu köpeğe. Ben (diyor), bugün sabredeceğim.” diyor.

Bu, Allah Rasûlüʼnün talebesi. Tahsilini nerede yaptı? Kimin rahle-i tedrisinde yetişti?..

Efendimizʼin bir hususiyeti: Ahlâktaki nezâket:

Terbiyedeki metodu. Bir azarlama yok. Niçin böyle yaptın, niçin yapıyorsun yok. Îkaz sadedinde bazen; “Bana ne oluyor ki ben sizleri böyle görüyorum.” buyuruyor. (Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Salât, 119) Galat-ı ruʼyeti kendine izâfe ediyor.

Yine bir hâtıra:

Bu, Medîne-i Münevvereʼde iftar sofraları olur Ramazanʼda. Bu iftar sofralarında yoğurt, ekmek, hurma filân olur. Pide filân da peynirli, etli pide filân verilir. Bir gün birisi etli pide dağıtıyordu. Dağıtırken dedi ki:

“–Bu, deve eti değil dedi, herkes yiyebilir rahatlıkla.” dedi.

Ben de merak ettim, yani niye deve eti? Sordum;

“‒Bu, abdest bozar bazılarında.” dedi.

“–Allah Allah (dedim) ben, niye abdest bozsun deve? Deve, kurban edilen bir hayvan, temiz bir hayvan. Eti yenen bir hayvan…”

Bir ukde olarak kaldı içimde. Sonra bir vâkıayla karşılaştım. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashâb-ı kirâmla beraber deve eti yiyorlar. Tam namaza duracaklar, sahâbenin birinden gayr-i ihtiyârî bir yellenme hâli oluyor. Bir koku ve bir ses…

Efendimiz:

“–Yellenen, abdest alsın.” buyurmuyor.

“–Deve eti yiyenlerin hepsi abdest alsın.” diyor.

Yani bir kişinin utanmasını, bir kişinin ayıbını kapatmak için, bütün sahâbeye yeni baştan abdest aldırıyor Efendimiz.

Nasıl bir nezâket? Nasıl bir zarâfet? Nasıl bir ahlâktaki nezâket?..

Velhâsıl Efendimizʼi hayran hayran seyret…

Efendimizʼin gönlündeki letâfet:

Mahlûkâtı nasıl kucaklıyor? Sık sık sorardı:

“–Ashâbım (derdi) bugün bir yetim başı okşadınız mı, bugün bir hastayı ziyaret ettiniz mi, bugün bir cenâze teşyiinde bulundunuz mu?” (Bkz. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)

Ve bizim her an da böyle olmamızı istiyor.

Rivâyete göre sabah namazını kıldırıyorlar. Selâm veriyorlar. Dönüyorlar:

“–Bugün (buyuruyorlar) oruçlu var mı?” Nâfile oruç.

Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Değilim.” diyor.

Ebû Bekir Efendimiz:

“–Oruçluyum (diyor), devam ediyorum.” diyor, nâfile ibadet, güzel, ferdî bu. Arkadan iki tane ictimâî soru geliyor:

“–Bugün bir aç doyuran var mı?” diyor.

Ömer -radıyallâhu anh- diyor ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Daha hava aydınlanmadı, gün başlamadı, daha bir aç insanı doyuracak, gidip bakacak bir zaman olmadı.”

Ebû Bekir -radıyallâhu anh- diyor ki:

“–Evet yâ Rasûlâllah! Mescid-i Nebevîʼye geliyordum, bir aç insan gördüm. Oğlum Abdurrahmânʼın elinden arpa ekmeğini aldım, o aç insana yedirdim.”

İkinci ictimâî soruyu soruyor:

“–Bugün bir hasta ziyaretinde bulunan var mı?”

Yine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Daha (diyor) hava karanlık, daha gün başlamadı.” diyor.

Ebû Bekir -radıyallâhu anh-:

“–Evet yâ Rasûlâllah! Mescid-i Nebevîʼye geliyordum, Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh-ʼın hasta olduğunu duydum. Onu ziyaret ettim, şifa diledim, oradan Mescid-i Nebevîʼye geldim.”

Efendimiz buyuruyor ki:

“‒Ebû Bekir! Sen Cennetliksin.” diyor.

Ömer -radıyallâhu anh-:

“‒Evyah, vah vah, keşke…”

“‒Yok (diyor) Allah sana da rahmet eylesin (diyor). Fakat Ebû Bekir önde.” diyor. (Heysemî, III, 163-164. Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, Zekât, 36/1670; Hâkim, I, 571/1501)

İşte bunu, Efendimiz niye böyle daha gün doğmadan bize şey yapıyor? Demek ki;

اِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ

(“Ameller, niyetlere göredir…” [Buhârî, Îmân, 41])

Demek ki her güne başlarken;

“‒Bugün ben Allah rızâsı için Allâhʼın kullarına ne şekilde bir muâmelede bulunacağım?..” (diye düşünmeliyiz.)