Yüzakı Dergisi’nin 215. Sayısında (Ocak 2023) Edep ve Hayâ Hakkında
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi ile Yapılan Mülakattan Bir Bölüm
Yüzakı:
–Muhterem Efendim! Nesli sapkın duygulara çekmeye çalışıyorlar. Çeşitli isimler altında birtakım cinsî sapıklıklara «saygı» gösterilmesini temine çalışıyorlar. Bu korkunç cereyanlara karşı nesillerimizi korumak husûsunda neler tavsiye edersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:
–Bu cinsî inhiraflar, fıtratı inkârdır.
Hayvanlar âlemine bile baktığımızda, onların dahî dişisi ve erkeğiyle nesillerini devam ettirmek üzere, fıtrata uygun yaşadıklarını görürüz.
Tarihe baktığımızda görürüz ki;
Lût Kavmi bu günaha müptelâ oldu ve ilâhî kahra uğradı. Kur’ân-ı Kerim’de helâk edilen kavimler içerisinde en ağır azap ve kahr-ı ilâhî bu kavmedir.
- Altları üstlerine getirildi.
- Üzerlerine ateşte pişirilmiş taşlar yağdırıldı.
Roma devrinde helâke uğrayan Pompei hâkezâ… Onlar, üzerlerine yağan lâvlardan kaçamadılar. Bazıları o iğrenç şenaatleri işler hâlde küle döndüler, bugün hâlâ taşlaşmış vücutları ibret-i âlem olarak sergileniyor.
Bugün maalesef küresel güçler; bu şerli faaliyetlerini, Lût Kavmi’nden dahî öteye götürmeye çalışıyorlar.
Bozuk çevreden ve çirkef medyadan gelen menfî tesirler, şuurlu bir ailenin kapısından içeri giremiyor.
Geçtiğimiz asırlara baktığımızda bizim tarihimiz de böyledir. Tanzîmat’la beraber Avrupa’ya gönderilip orada ecnebîlere hayranlık duyguları içinde yetişen ve apoletleri Osmanlı, kalpleri yabancı bir şekilde memlekete dönen kesimler oldu. Fakat Anadolu ailesine bu menfî tesirler sızamadı. O sağlam aile sayesinde;
- Çanakkale geçilmedi.
- Millî Mücadele kazanıldı.
- 15 Temmuz milletin zaferi oldu.
Bu sebeple şimdi aileye göz diktiler. Aileyi çökertmeye çalışıyorlar. Aile ve nesil ifsâd edilerek; aile, millet ve vatan içinde yaşayan dînî ve millî duyguların yok olacağını hesap ediyorlar.
Lût Kavmi isyan ve şehvetin öyle sarhoşu olmuştu ki;
“–Temizler aramızdan çıksın! Onları kovun!” diyecek kadar çirkinleşmişlerdi. O iğrenç günahı mütecâviz bir sûrette işlemeye, yani gördükleri kişilere tasallut etmeye kadar işi vardırmışlardı.
Bugünküler de; bu aileye ve fıtrata düşman temâyüllerin günah ve isyan olduğunu söyleyenlere; «geri kafalı, tutucu» yaftası yapıştırmaya çalışıyorlar. Onlara saygı duyulmasını hattâ iltimas geçilmesini istiyorlar. Biz ise Hazret-i Lût’un dediği gibi diyeceğiz:
“Lût dedi ki:
«–Doğrusu, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim! / buğzetmekteyim!»” (eş-Şuarâ, 168)
Bir müslüman; Allâh’ın haram kıldığı, buğzettiği ve kahrettiği bir mâsiyete, bir günaha saygı göstermez. Hattâ bir mâsiyete gösterilen zerre kadar saygı bile îmâna zarar verir.
Bugün bazı hıristiyan ve yahudiler arasında bile bu sapkınlıklara karşı uyanan halk, yürüyüşler ve nümâyişler yapıyor. Ailelerini bunlardan korumaya çalışıyor. Elbette müslümanlar da üzerlerine düşeni yapmalıdır.
Nisâ Sûresi’nde şeytanın şöyle diyeceği beyan ediliyor:
“…Onlara (insanlara) emredeceğim de Allâh’ın yarattığını değiştirecekler…” (en-Nisâ, 119)
Elmalılı Hamdi YAZIR Efendi, tefsîrinde bu âyetle alâkalı olarak şöyle buyuruyor:
“…Yani yaratılışın şeklini veya sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar; fıtratının kemâline götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkaracaklar.
Tefsirlerde gelen misallere bakarak; kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar; kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar; uzuvlarını yaratılış vazifelerinin dışında kullanacaklar; nikâh yerine zinâ edecekler, temizi bırakıp pisliklere koşacaklar; doğruluğu budalalık, eğriliği hüner sayacaklar; helâle haram, harama helâl, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler; yaratılış kanunu zıddına işler yapacaklar, ruhlarının yaratılışındaki selâmet ve saflıklarını bozacaklar.” (Hak Dîni Kur’ân Dili, III, 88, Nisâ Sûresi, 119. âyetin tefsîrinden)
LGBT gibi bir rezâletin «insan hakkı ve hürriyeti» adı altında bütün dünyaya dayatıldığı günümüzde, bu âyet-i kerîmeyi yeniden tefekkür etmek durumundayız.
Zira bu rezilliğe göz yuman veya onu terviç eden herkes, hangi mevkide bulunursa bulunsun, Lût -aleyhisselâm-’ın eşcinsellere taviz veren karısıyla aynı hazin âkıbete dûçâr olabileceklerini unutmamalıdırlar. Nitekim âyet-i kerîmede ibret almamız için şöyle buyurulmaktadır:
“Elçilerimiz (olan helâk ve azap melekleri) Lût’a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve (onları korumak için) ne yapacağını bilemedi. Ona;
«‒Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesnâ.» dediler.”
(el-Ankebût, 33)
Günümüzde bu ahlâksızlığa taviz verenler veya sükût edenler, Lût -aleyhisselâm-’ın karısının âkıbetine dûçâr olmaktan endişe etmelidir.
Yüzakı:
–Muhterem Efendim! Bilhassa bu cinsiyet etrafındaki sapkınlıkları savunurken;
«–Allah bu kişileri böyle yarattı, bunların ne suçu var?» diyorlar.
Bu ithamlara karşı nasıl cevap vermek gerekir?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:
–Her mâsiyet ve günaha; şeytânî bir süs kılıfı, bir bahane üretmek, şeytanın taktiği ve hilesidir.
Unutmamalıdır ki, biz imtihan âlemindeyiz. İmtihanın mevzuu; nefsi temizlemektir, tezkiye etmektir.
Nefislerde her türlü isyan ve fücûra temâyül vardır.
Meselâ; hapishâneleri dolduran hırsızlar, tabiî ki, kolay yoldan mal elde etmeye meyillidir.
Yine bir başkasına zarar vermiş, yaralamış yahut öldürmüş insanlarda da, sadizm veya gaddarlık diyebileceğimiz kötü bir meyil mevcuttur.
Fakat bu duyguya sahip oldukları için değil; onu tedavi etmeyip, kötü bir şekilde fiile döktükleri için cezaya müstehak hâle gelmişlerdir.
Tembellik, cimrilik, korkaklık, bencillik ve ihtiras, hepsi nefsin kötü huylarıdır.
Aslında herkeste az veya çok fücûra ve isyanlara meyil var. Ancak kulun vazifesi, bu meyilleri terbiye etmektir.
O meylin miktarı da mühim…
Nokta kadar olan meyli; fâsık çevrelerde bulunarak, insî ve cinnî şeytanların telkinlerine maruz kalarak, büyük bir günah girdabına ve bataklığa çevirenler, kendilerinin bu hamâkat ve suçlarına âmâ kesilmekte, sonra da tutup fıtratı ithâma yeltenmektedirler ki, bu da başka bir cürüm ve kasıtlı bir gaflettir.
Bu gaflet, insana kitap ve peygamberler lutfetmenin yanında kevnî âyetler ve nice ilâhî nişânelerle de ebedî cennetlerin yolunu gösteren Allâh’ın sonsuz lütuflarına karşı ne büyük nankörlüktür!
İşte âyet-i kerîmeleri okuyoruz. Cenâb-ı Hak, bundan râzı olmadığını bildirmektedir. İnsanlığı; hidâyete, hayâya ve iffete tevcih etmek için kitaplar inzâl buyurmuş, peygamberler göndermiştir.
Eskiden gayr-i müslim doktorlar dahî, bu cinsî temâyülleri marazî bir hâl olarak görüp tedavi ediyorlardı. Yani böyle bir temâyül nâdir de olsa bazı insanlarda mevcutsa, tedavisi de mevcut.
Ancak bugün bu sapkınlığın küresel lobileri, bu tedavileri de yasaklatıyor. Yani açıkça; «Sapıklığın önünü aldırmayacağız, yayacağız!» diyorlar.
İnsan; esfel-i sâfilîn / alçakların alçağı çukurunda yuvarlandıkça, belhüm edall / hayvandan beter seviyesine düştükçe insanlığa vedâ eder. Avrupa’dan, batıdan, küfür diyarlarından çok korkunç cinsî ahlâksızlıkların haberleri geliyor.
Mü’min bu gerçeği görecek.
- O çirkef ve iğrenç küfür dünyasının âkıbeti ne?
-Dünyada hüsran, âhirette de cehennem!
- Sâlihlerin tertemiz, iffetli ve hayâlı dünyasının meyvesi ne?
-Dünyada huzur ve âhirette cennet! Ebedî saâdet!..
Bu gerçekler istikametinde her mü’min, hayatına çekidüzen verecek. Şeytânî vitrinlerden kendisini ve nesillerini muhafaza edecek.
Maalesef bu tedbirler alınmıyor. Sonra feryat ediliyor:
–Eyvah! Evlâdım ziyân oluyor! Aman duâ edin, yardım edin!
Bu feryatlara cevap, şu acı hakikatin ifadesi oluyor:
–Onları korumak için ne yaptın ki bugün ne bekliyorsun?