Kişi Dostunun Dîni Üzeredir

Genç Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Ekim Sayı: 217

Muhterem Efendim, gençlere dâimâ sâlihlerle beraber olmaları hususunda tavsiyeleriniz oluyor. Yeni bir eğitim döneminin başlaması dolayısıyla, çok farklı anlayıştan insanların bir araya geldiği üniversite ortamlarındaki gençlere, sâlihlerle beraberliğin ehemmiyetine dâir neler tavsiye edersiniz?

İnsan; muhabbet duyduğu, ülfet ve ünsiyet ettiği kişilerin şahsiyet ve karakterinden hisse alır. Beraberinde bulunduğu kişiyle, his, fikir, hayat tarzı ve temâyüllerinde müştereklik meydana gelir. Gönlündeki muhabbeti ölçüsünde bir aynîleşme gerçekleşir. Dolayısıyla, sâlihlerle beraberlik, müsbet yönde bir terakkî vesîlesidir.

Bundan dolayıdır ki âyet-i kerîmede:

“Ey îmân edenler! Allahʼtan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyruluyor.

Bunun zıddına gâfil ve fâsıklarla bir arada bulunmaksa, kişiye zarar verir. “Kör ile yatan şaşı kalkar.” atasözü de, bu hakîkatin bir ifadesidir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyuruyor:

“Kalbe «kalp» denilmesinin sebebi, onun çok değişken olmasındandır. Kalbin misâli, çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misâli gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” (İbni Hanbel, IV, 409)

Yani kalp, etrafındaki insanlardan çok çabuk etkilenir, mâruz kaldığı tesirlere göre şekillenir.

Kalp, bir aynaya benzer. Birlikte bulunduğu insanların rûhî hâlleri ve içinde bulunduğu mekânın müsbet ya da menfî durumu, o aynaya akseder. Meşhur misâldir, attar dükkânına girenler gönlü mest eden güzel kokulardan, demirci dükkânına girenler de kir ve isten hisse kaparlar.

Bu sebeple, gönül aynamızı temiz tutmak, onu her türlü toz ve kirden muhafaza etmek için, üniversite ortamlarında kimlerle vakit geçirdiğimize, kimlerle konuşup, kimlerin meclisinde bulunduğumuza çok dikkat etmemiz gerekiyor.

Münâsebet kuracağımız insanların rûhumuza mı, yoksa nefsimize mi hitâb ettiğine çok ehemmiyet gösterelim. Eğer karşımızdakinde nefsimizi okşayan ve bizi nefsânî haz ve düşkünlüklere doğru çeken bir tesir hissediyorsak, ondan veba mikrobundan kaçar gibi hemen uzaklaşalım.

Zira Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle îkaz buyuruyorlar:

“Kişi dostunun dîni üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45; Ebû Dâvûd, Edeb, 16)

Diğer taraftan rûhumuza hitâb eden ve gönlümüzün mânevî açlığını doyuran kişilerle birlikte bulunmaya gayret edelim. Çünkü bu, hakikî bir ebediyet zenginliğidir.

Şeyh Sâdî Hazretleri şöyle bir misal verir:

“Halkın, Kâbe örtüsüne yüz sürdüğünü ve onu öptüğünü görüyorsun. O ipek örtü, zâhiren ipek böceğinin kozasından yapıldığı için şöhret ve îtibar bulmadı. Lâkin bir müddet, mukaddes Kâbe duvarında bulundu da, onun için aziz oldu.”

Yani Allah katında makbul bir varlığa yakınlık, cansız varlıklara bile bir kıymet kazandırıyor. Şüphesiz ki bu kâide, varlıkların en mükerremi ve şereflisi olan insanoğlu için, çok daha fazla geçerlidir. Bu hakîkatin mefhum-i muhâlifince, gâfil ve fâsık kimselerden de son derece sakınmak îcâb eder.

Nitekim Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Azerbaycan ve Dağıstan’a gönderdiği ordularına şu îkazda bulunmuştur:

“‒Aman sakın siz, putperestlerin giyindiği gibi giyinmeyin! Onların yediğinden yemeyin! (Onlara heves etmeyin!) Orada İslâm şahsiyetini muhafaza edin.”

İmam-ı Rabbânî Hazretleri, kötülere karşı beslenen muhabbet ve onlarla arkadaşlığın zararı hususunda şunları söyler:

“Kumarbazlarla oturup kalkan kimse, belki kumar oynamaz. Böylece kendisini kirlenmemiş zannedebilir. Lâkin kumarbazlarla beraber olduğu müddetçe onlardan menfî tesir alarak kumar oynamayı zamanla hoş görmeye başlar. Bu ise mânevî bir yıkımdır.”

Nasıl ki, radyasyona mâruz kalmak, çeşitli hastalıklara ve telâfisi imkânsız sakatlıklara yol açabiliyorsa, günahlar ve mânevî hastalıklarla bulanıp kirlenmiş kalplerden yayılan, fakat gözün görmediği menfî ışınlar da, kalbimizdeki mâneviyâtı zedeler, rûhumuza zehir saçar. Firavun’un baş veziri Hâmân’a bakın mesela! Bu bedbaht adam, Firavun’un yanında dura dura zâlimleşmiş ve devrinin ikinci Firavun’u kesilmiştir.

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, Kur’ân-ı Kerîm’deki Ashâb-ı Kehf kıssasını misal gösterdikten sonra şöyle der:

“Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref elde etti, Kur’ânî bir ifade kazandı.

Hazret-i Nuh ve Hazret-i Lût’un hanımları ise fâsıklarla gönül birliği içinde olduklarından dolayı, yani zâlimlerle ihtilâtları yüzünden Cehennem’e dûçâr oldular.”

Hulâsa, üniversitede okuyan gençlerimize, hayat ve hâdisâta müslümanca bakabilen, dâimâ İslâmî hâl ve davranışlar sergileyen sâlih müʼminlerle birlikte bulunmaya çalışmalarını tavsiye ederiz.

Meselâ îmanlı ve ahlâklı gençlerle bir araya gelerek bir nevî, ilim, irfan, ahlâk ve fazîlet cemiyeti oluşturabilirler. Bu cemiyette, Kur’ân ve Tefsir okumaları, Hadis okumaları, Siyer okumaları, Peygamberler Tarihi / Nebîler Silsilesi okumaları yapabilirler. Ruhlarını besleyen, şahsiyetlerini olgunlaştıran mânevî sohbet meclisleri kurabilir veya böyle halkalara iştirâk edebilirler.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de peygamberliğinden evvel “Hılfü’l-Fudûl” cemiyetine iştirak etmişti. Bu bir adâlet ve fazîlet cemiyeti idi. Zulüm ve haksızlığa mânî olmak, güçlüden hakkını alamayan zayıfları koruyup kollamak, yolda kalmışa, mazluma, mağdura, muhtaca yardım etmek için tesis edilmişti.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu cemiyet hakkında peygamberlikle vazifelendirildikten sonra şöyle buyurmuşlardır:

“Abdullah bin Cüd’ân’ın evinde amcalarımla birlikte, Hılfü’l-Fudûl’de hazır bulundum. O meclisten o kadar memnun oldum ki, ona karşılık bana kızıl develer (yani en kıymetli dünya metâı) verilse, o kadar sevinmezdim. O anlaşmaya şimdi de çağrılsam, yine icâbet ederim.” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 295; Ahmed, I, 190, 193)

Yani Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu cemiyete iştirak etmek sûretiyle, o günkü en azılı ve laf anlamayan Mekkeli müşriklerin karşısında haktan, adâletten, vicdandan yana asil ve nezih bir duruş sergiliyordu. Peygamberlikten evvel bile imkânı ölçüsünde mazluma kol kanat germenin derdini taşıyor, kendini toplumdan mes’ûl görüyordu.

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nübüvvetten sonra da câhiliyeyi bertaraf için “Dâru’l-Erkâm”ı kurdular. “Allah birdir!” diyen insanlar, burada hem Kur’ân eğitimi aldılar, hem Sünnetʼin tatbikatını bizzat Efendimiz’den görmek sûretiyle hayatlarına aksettirdiler. İslâmʼı öğrenip yaşama hususunda birbirlerini mânen takviye ettiler.

Günümüzde de hayırda ve takvâda yardımlaşıp zamâne şerlerinden korunma hususunda birbirine destek olan gönüllerin oluşturacağı irfan meclisleri için, belli bir sayının gerektiği de düşünülmemeli. Zira üç kişi bir araya geldiğinde bile maksat hâsıl olabilir. Cenâb-ı Hak, gönüllerdeki niyetin samimiyeti ölçüsünde o topluluğa bereket lûtfeder.

Mevlânâ Hazretleri’nin şu sözü, bu nevî beraberlikler için bir düstur olmalı:

“Karanlık ne kadar zifiri ve güçlü olursa olsun, bir kibrit çakabilmek o karanlığı aydınlatmaya yeter!..”

Düşüneceğiz ki;

Üniversitelere sadece dünyevî gâyelerle gelmiş nice kimse olabilir. Bu hayırlı meclisler vâsıtasıyla, o gelenlerden birinin gönlünü İslâm’a ısındırabilir miyiz? Fazîlet dolu hayatından bahsetmek sûretiyle kalplerde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sevgisini hâsıl edebilir miyiz? Bir arkadaşımıza, Efendimiz’in “gözümün nûru” diye tarif ettiği namazı sevdirebilir miyiz? İnşâallah bunlar, Rabbimiz’in rızâ ve muhabbetini celbedecek, çok hayırlı gayretlerdir.

Namazlarımızı da, kalp ve beden âhengi içinde ve bilhassa cemaatle îfâya çalışalım. Zira mü’minin kıyâmet günü hesaba çekileceği ilk husus namaz…

Roger Garaudy’nin şöyle dediği nakledilir:

“Bundan üç yüz yıl kadar önce de müslümanlar namaz kılıyordu, şimdi de kılıyor. Ama üç yüz yıl önce, Pasifik’ten Atlantik’e kadar dünyaya hâkimdi, şimdi ise sürünüyor. Namazda bir değişiklik olmadığına göre, müslümanlarda bir değişiklik var!”

Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere pek çok genci misal veriyor.

Meselâ İbrahim -aleyhisselâm-’ı zikrediyor. O, genç yaşta içinde bulunduğu şirk toplumuyla mücâdele etti ve Allâh’ın emirlerine ittibâ hâlinde yaşamaya gayret gösterdi.

Mûsâ -aleyhisselâm-’ı zikrediyor. O da, saray nîmetleri içinde yetişmesine rağmen hak uğruna nasıl her şeyden vazgeçileceğinin bir numûnesi oldu.

Yusuf -aleyhisselâm-’ı zikrediyor. O, cemal sahibi bir kadının “هَيْتَ لَكَ / gelsene bana!” teklifine karşı “ مَعَاذَ اللّٰهِ / Ben Allah’tan korkarım!” diye cevap verebilecek ve kendisini kuyuya atarak öldürmeye teşebbüs eden kardeşlerini affedebilecek bir gönül kıvâmı kazanmıştı.

Meryem Vâlidemiz’i zikrediyor. O, kirli toplumda tertemiz kalmanın, iffetini muhafaza etmenin müşahhas bir misali oldu.

Ashâb-ı Kehf’i zikrediyor. O gençler, putperest bir kavmin içinde Allâh’ın varlığına ve birliğine inandılar, inançlarını cesaretle dile getirip putperestliğe karşı çıktılar.

Kur’ân’ın gençlerden verdiği bu misaller, aslında gençlerin, en menfî şartlarda bile îman ve ahlâk bakımından güzel yetişmesinin mümkün olduğuna dâir müşahhas numûnelerdir.

Velhâsıl gençlik, ömrün bahar mevsimidir, toplumun istikbâlidir. Her millet, kendi gençliğinin his ve fikir dünyasına göre şekil alır.

Nasıl ki fizik boşluk kabul etmezse, gönüller de boşluk kabul etmez. İmâm Şâfiî Hazretleri’nin dediği gibi:

“Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”

Bu sebeple önce kendimizi yetiştirmenin gayretinde olacağız, yani Kur’ân ve Sünnet muhtevasında yaşayacağız, sonra da onu gönüllere ulaştırabilmenin dert ve gayretinde olacağız.

Bir teşbihle ifade edecek olursak; bir iş adamı, zor zamanında kendisine yardım edip borç veren, destek olan bir arkadaşını asla unutmaz. Şartları düzelip güç ve kuvvete eriştiği zaman, o dostuna fazlasıyla mukâbelede bulunmak ister.

Bugün modern bir câhiliyenin yaşandığı dünya; tıpkı asr-ı saâdetteki genç sahâbîler gibi fedakâr, vefakâr, gayretli, takvâlı genç mü’minleri beklemektedir.

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

“Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a (Allâh’ın dînine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)

Bugün İslâm’ın fert ve toplumdaki inkişâfına yardım edenler, en çok yardıma muhtaç oldukları günde ilâhî yardıma -biiznillâh- nâil olacaklardır.

Rabbimiz, cümlemizi bu istikâmette eylesin…