DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
RAHMETLERE GARK OLMUŞ DURUMDAYIZ
Efendim, şimdi, Rasûlullah Efendimiz;
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
(“(Rasûlüm!) Biz Senʼi âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” [el-Enbiyâ, 107])
Rahmet Peygamberi. “Âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyruluyor.
İnsana rahmet, hayvanâta rahmet, nebâtâta rahmet, cemâdâta rahmet. Misalleri çok, sayısız misalleri var.
Bizim bilip bilmediğimiz birçok âlemlere de rahmet.
Çünkü Cenâb-ı Hak:
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ buyuruyor. Cemî olarak geliyor; “âlemlere rahmet”.
Biz, O Rahmet Peygamberiʼnin ümmetiyiz.
İkincisi; Kurʼân-ı Kerîm bir rahmet.
اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ
(“Rahmân Kurʼânʼı öğretti.” [er-Rahmân, 1-2])
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ
(“Biz, Kur’ânʼdan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müʼminler için şifa ve rahmettir…” [el-İsrâ, 82])
Kurʼân-ı Kerîm bir rahmet.
Kâinat bir rahmet:
İşte yağmur yağıyor, bir rahmet. Yağmur yağdı, “rahmet yağdı” diyoruz. Bütün (bitkiler) inbât ediyor. Bütün mahlûkâta ayrı ayrı gıdalar veriliyor. Bütün mahlûkâta; insan, hayvan, aynı gıdâ verilmiyor. Hepsine ayrı ayrı. Hepsine sofralar hazırlanıyor. Her şey rahmet.
Cenâb-ı Hak Vâkıa Sûresiʼnde buyuruyor ki:
“Eğer (diyor) yağmur yerine gökten (diyor) tuzlu su indirsek (ne yapardın?)…” (Bkz. el-Vâkıa, 70) Bir düşün onu diyor. Bir sürü misaller veriyor Cenâb-ı Hak.
Kâinat bir rahmet. Peygamber bir rahmet. Kitap rahmet. Kâinat rahmet. Cenâb-ı Hak da bizim rahmet insanı olmamızı arzu ediyor. Onun için;
“Sizler, insanlar arasından çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Mârufu emreder, münkerden nehyedersiniz…” (Âl-i İmrân, 110) buyuruyor.
Demek ki müʼmin, yüreğinden rahmet taşıran bir kişidir.
Rahmet, îmânımızın, bu âlemde, yeryüzünde şâhididir. Bizi Rabbimizʼe yaklaştıran ilâhî bir cevherdir.
Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Merhamet edene, Rahmân olan Allah merhamet eder. Yeryüzündekilere merhamet gösterin ki (Allah da size) gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” (Tirmizî, Birr, 16/1924)
“…Melekler de duâ eder…” (Bkz. Heysemî, II, 299; VIII, 193)
Bu sebeple merhamet, dâimâ İslâm toplumunun en fârik vasıflarından biri olmuştur. İşte bunun için vakıflar kurulmuştur.
Diğergâm insanlar, hodgâmlıktan vazgeçip diğergâm olan insanlar, dâimâ Allâhʼın verdiği kendisine nîmetleri dâimâ tevzî etmişlerdir Allâhʼın kullarına.
Cenâb-ı Hak, en çok “Rahmân ve Rahîm” sıfatlarını bildiriyor. Yine Cenâb-ı Hak:
“…O, merhamet etmeyi kendine/Zâtʼına farz kıldı.” (el-En‘âm, 54)
كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ buyruluyor.
وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“…O, acıyanların en çok merhametlisidir.” buyuruyor. (Yûsuf, 64, 92)
“…Rahmetim her şeyi kuşatmıştır…” buyuruyor. (Bkz. el-Müʼmin, 7)
“…Rabbiniz, geniş bir rahmet sahibidir…” buyuruyor. (el-En‘âm, 147)
Velhâsıl, bir müʼmin de bir “rahmet insanı” olacak. Yine Efendimizʼin şeyinden birkaç misal:
Bir gün Âişe Vâlidemiz, Efendimizʼe diyor ki -Rasûlullâhʼı çok böyle, o an huzurlu görüyor, bir tebessüm hâlinde görüyor Âişe Vâlimiz, bir fırsat diyor bu:
“‒Yâ Rasûlâllah (diyor), benim için duâ ediversene ne olursun!” diyor.
Rasûlullah Efendimiz buyuruyor ki, Efendimiz buyuruyor ki:
“‒Allâhʼım! Âişeʼnin geçmiş ve gelecek, gizli ve açık bütün günahlarını mağfiret eyle!” diye duâ ediyor.
Âişe Vâlidemiz de o kadar çok, o kadar güzel tebessüm ediyor ki sevincinden başı önüne düşüyor böyle yığılıyor.
Efendimiz buyuruyor ki:
“‒Duâ etmem seni sevindirdi mi Âişe?” diyor.
“‒Yâ Rasûlâllah! Senʼin duân beni sevindirmez mi hiç!” diyor.
Bunun üzerine -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, burası çok mühim:
“‒Vallâhi (diyor), bu benim, ümmetim için her namazda yaptığım duâdır.” diyor. (Heysemî, IX, 243; İbn-i Hibbân, Sahîh, XVI, 47/7111)
Demek ki bu kadar merhametli bir Peygamberimiz var.
Yine Rasûlullah Efendimiz o Vedâ Hutbesiʼne baktığımız zaman, Vedâ Hutbesiʼnde bir cümle var.
“…Sakın (diyor), kıyamet günü (diyor), günahlarınızla benim yüzümü karartmayın…” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)
İnsan sevdiğine ne yapar? İkram eder. -İnşâallah- biz de Rasûlullah Efendimizʼe kıyamet günü, bu dünyadayken yaptığı bu ikramlarıyla, Allah yolunda gayretlerimizle, Rasûlullah Efendimizʼe -inşâallah- tebessüm ettireceğiz.
Efendimizʼin, hayvanâta rahmeti ayrıydı. Nebâtâta rahmeti ayrıydı. Bu, hattâ bu, ordu kumandanlarına bile dâimâ telkin ederdi:
“…Aman ağaçlara dokunmayacaksınız, hayvanlara dokunmayacaksınız, ibadet edenlere dokunmayacaksınız, size karşı gelmeyenlere dokunmayacaksınız…” (Bkz. Abdürrazzak, Musannef, V, 220; Bkz. Ahmed, I, 300; Bkz. Taberânî, Kebîr, XI, 224/11562)
Tabi bugün maalesef görüyoruz dünyada; “İslâmofobi” diyorlar. Diğer dinler, Hristiyanlık, Yahudilik bitti. Bir tatbikâtı da kalmadı. İslâmʼı da düşürmek istiyorlar. Âhiretsiz bir hayat olsun istiyorlar dünyada. İslâmofobi diyorlar. İşte İslâm ise tamamen terörün zıddı. Her şeyiyle merhamet. Peygamberʼiyle merhamet, Kitabʼıyla merhamet, Rabbʼiyle merhamet, -inşâallah- ümmetiyle rahmet… Rahmet, ümmet-i merhûme, rahmet ümmeti olabilmek…
Demek ki bu, -inşâallah- ibadetteki rûhâniyetimiz.
Cenâb-ı Hak, İslâm ile murâd ettiği kâmil insan modelini Hazret-i Peygamber Efendimizʼin şahsında sergilemiş.
İbadetler bir vitamin. Rûhumuza bir vitamin. Nefsimizin şerrinden korunması için bir vitamin.
Cenâb-ı Hak:
“…Namaz; fahşâdan, münkerden men eder…” (el-Ankebût, 45) buyuruyor. Hangi namaz bu? Huşû ile kılınan namaz. Kalp ve beden âhengiyle kılınan namaz.
Cenâb-ı Hak bütün mahlûkat içinde insan anatomisini en rahat secde edecek şekilde halketti ki, kul bol bol secde etsin. Zira Cenâb-ı Hak:
“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor. Kalben kul merhaleler kat edecek ki Cenâb-ı Hakkʼa yakın bir kul olacak.
İşte Mîraç Kandiliʼnde de namaz Cebrâilʼsiz olarak doğrudan doğruya farz oldu. Efendimiz de buyuruyor:
“Kulun mîrâcı namazdır.” buyuruyor. (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313) Yani Cenâb-ı Hakkʼa en çok kalben yaklaştığı an.
Öyle bir namaz isteniyor ki, bedenin kıblesi Kâbe olacak, kalbin kıblesi Cenâb-ı Hak olacak.
Mevlânâ diyor ki:
“Öyle bir abdest al ki o hiç bozulmasın (diyor). Öyle bir namaz kıl ki (diyor), o namaz hiç bitmesin.” diyor.
Bana bir, İstanbulʼda, bu, Afrikalı zenci talebelerden biri geldi:
“‒Hocam bana duâ eder misin?” dedi.
“‒Oğlum, ne istiyorsun?” dedim.
Çocuk da, “aman şu fakülteyi bitireyim, işim böyle olsun, şeyim böyle olsun…” (demedi).
“‒Ne istiyorsun oğlum?” dedim. Yani “Ne gibi duâ edeyim?”
Gerçi Allâhʼa sığınırız. Hepimiz de âciziz. Belki duâ isteyen, duâ edenden Allah katında makâmı daha yüksek, bilemiyoruz bunu. Fakat:
“‒Sen ne istiyorsun?” dedim.
“‒Hocam (dedi), ben namazı sevmek istiyorum, çok namaz kılmak istiyorum (dedi). Çok secde etmek istiyorum (dedi). Onun için bana duâ edin de Allah bana namazı çok çok sevdirsin.” dedi.
Hakîkaten kendimizi tâdâd edelim. Cenâb-ı Hak:
“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.
Biz ne kadar bir namazı huşû içinde kılmanın gayreti içindeyiz? Ne kadar sabah namazı, yatsı namazını câmide kılıyoruz? Nasıl teheccüd namazlarını kılıyoruz? Nasıl secde bize zevk veriyor? Cenâb-ı Hak “yaklaş” diyor.
Sonra diğer bir âyet daha var. Orada Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
“…Allâhʼa secde ederken (diyor), güzel elbiselerle secde edin…” (el-A‘râf, 31) buyuruyor.
Demek ki yani kalp ve beden âhengi, kimin huzûruna çıktığımızın farkında olabilmek… Yani hem rûhumuzu hazırlamak, hem de şeklimizi hazırlamak.
Zira:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])
Nereye gitseniz O sizi görüyor, buyuruyor.
Cenâb-ı Hak, müteâl. Yani bir makamı, bir mevkii, bir şeyi (mekânı) yok Cenâb-ı Hakkʼın. Makamdan (mekândan) münezzeh, zamandan münezzeh. Her zaman, ne kadar mahlûk yarattı; ne kadar ağaç, cemâdât, hayvan var; hepsinin aynı zamanda, hepsinin yanında, melek, cin vs…
Daha öteye:
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Şah damarından da daha yakın” (Kāf, 16) olduğunu (bildiriyor)… İçimizden geçenleri biliyor Cenâb-ı Hak.
Efendimizʼin namazlarına baktığımızda o kadar çok Efendimiz namazı severdi ki… Farz namazlar vardı, sünnet namazlar vardı, ilâve duhâ namazı, işrak namazı, evvâbîn namazı, teheccüd namazı, vudû namazı, sefer namazı, hâcet namazı, hüsuf-küsuf namazları…
Namazlarımızda -inşâallah- bol bol Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmanın gayreti içinde olalım…