Yıl: 2015 Ay: Temmuz Sayı: 125
İslâm şahsiyet ve karakterini sergileyen kâmil mü’minlerin en mühim vasıflarından biri, hiç şüphesiz ki cömertliktir. Hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:
“Bu din (yani İslâm), Zâtım için seçip râzı olduğum dindir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu, bu iki hasletle yüceltiniz!” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, VI, 392)
***
Cenâb-ı Hak bizlere Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i tanıtırken, O’nun “Raûf” ve “Rahîm”, yani çok şefkatli ve son derece merhametli olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla bizim de Peygamber Efendimiz’in rahmet, şefkat ve merhametinden hissedâr olmamızı arzu etmektedir. Bu sebeple ümmet-i Muhammed olarak bizlere düşen vazife, gönüllerimizden bütün yaratılanlara rahmet tevzî edebilmektir. Zira îmânın ilk meyvesi merhamet, merhametin en belirgin alâmeti ve en olgun tezâhürü “infak”tır.
***
İnfak, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. İnfâk edilen mal veya imkânlar, ebedî saâdetin sermâyesidir. Hazret-i Mevlânâ, bu saâdete nâiliyetin yoluna işaret etmek üzere şöyle nasihat eder:
“Hazret-i Peygamber buyurdu ki:
«Kıyâmet günü (infâkı ve sadakası mukâbilinde kendisine) verilecek mükâfâtı iyiden iyiye bilen; (aynı zamanda) bir verdiğine karşılık on verileceğine inanan kişi, her zaman cömertliğini türlü türlü şekilde artırmanın huzur ve gayreti içinde olur.
Cimrilik ise Peygamberimiz’in müjdelediği mükâfatları görmemektir. (Basîretsiz bir bakışla, verdiği malının tamamen kaybolduğunu sanmaktır.)
Demek ki, kalp gözü görenden başkası cimrilikten kurtulamadı.”
***
Unutmayalım ki dostluk, sevenin sevilende kendi husûsiyetlerini görmesinden kaynaklanır. Bizler, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin üzerimizde tecellî etmesini istiyorsak, Allâh’a Habîb/sevgili olmuş bulunan Âlemler Sultanı Efendimiz’in güzel ahlâkıyla ahlâklanmanın gayretinde olmalıyız. Zira O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayatı boyunca kendisinden bir şey istendiği zaman, aslâ “yok” dememiştir. Öyleyse bizim de içerisinde bulunduğumuz bu Ramazân-ı Şerîfte daha çok infâk etmeye, daha fazla gönle girmeye gayret etmemiz elzemdir.
***
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîneʼde -dilese- en müreffeh hayatı yaşayabilirdi. Zira ganimetlerin beşte biri Allâhʼın emriyle Peygamber Efendimizʼe[1] tahsis edilmişti. Ayrıca kendisine nice hediyeler de gelirdi. Lâkin Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir mecburiyeti olmadığı hâlde, gelen bu ganimet ve hediyeleri hemen Ashâb-ı Suffeʼye ve muhtaçlara infâk eder, ondan ancak kifâyet miktarını evine ayırırdı. Hattâ evine ayırdığını da, daha sonra gelen bir başka fakire infâk ettiği olurdu. Yüksek mesʼûliyet ve merhameti sebebiyle, ümmeti aç ve muhtaçken kendisi huzur bulamazdı.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz şöyle nakleder:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âile efrâdı, Medîne’ye geldiği günden vefat ettiği âna kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Müslim, Zühd, 20)
***
Cenâb-ı Hak, kendisine yakın kullarından olabilmemiz için sevdiğimiz şeylerden infâk etmemiz gerektiğini bildirerek şöyle buyurur:
“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, aslâ birr’e (hayrın zirve seviyesine) erişemezsiniz. Her ne infâk ederseniz; şüphesiz Allah, onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)
Hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmuştur:
“Cömert insan, Allâh’a, Cennetʼe ve insanlara yakın; Cehennem ateşine uzaktır. Cimri ise, Allâh’a, Cennetʼe ve insanlara uzak; Cehennem ateşine yakındır! Câhil cömert, Allah Teâlâ’ya cimri âbidden daha sevimlidir.” (Tirmizî, Birr, 40/1961)
***
Cenâb-ı Hak, rızkın temini hususunda mahlûkâtı birbirine vesîle kılmıştır. Dolayısıyla muhtâcı gözetmek, Allah Teâlâ’nın bizlere olan ihsanlarından onlara pay ayırabilmek, büyük bir fazîlettir. Zaten muhtaçların feryatlarına tesellî olmadıkça mü’minin rûhu da tesellî bulamaz.
Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
“Şunu iyi bil ki, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır; onu vebâlden kurtarır. Mal; bağışlamakla, infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama, onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir!”
***
Günümüzün en büyük mânevî hastalıklarından biri, cömertlik ve infaktan uzak kalmak sebebiyle kalplerin katılaşmasıdır. Kalp katılığının tedâvîsini ise Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle bildirmiştir:
“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakiri yedir, yetimin başını okşa!..” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 263)
Hazret-i Mevlânâ da âdeta bu hadîsin şerhi mâhiyetinde şöyle buyurur:
“Fakr u zarûret içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek sûretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakikleşip rûhun incelsin.”
***
İnfâk edilmeyen mal, dura dura bozulan, kokuşup kirlenen suya benzer. Şeyh Sâdî ne güzel söyler:
“Para yığmakla yükseleceğini sanma. Duran su fenâ kokar. Bağışlamaya çalış. Akan suya gök yardım eder. Yağmur yağdırır, sel gönderir, onu kurutmaz.”
***
İnfâk eden kimse, infâkı alan kimseye karşı derin bir teşekkür hissiyâtı içinde olmalıdır. Zira bu sâyede kendisi mes’ûliyetten kurtulup, niyeti ölçüsünde büyük bir ecre nâil olmaktadır. Dolayısıyla infâk ederken, Şeyh Sâdî’nin şu ifâdelerini akıldan çıkarmamak îcâb eder:
“Birisine iyilik ettiğin zaman; «–Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman kılıcı, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zira vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç bir gün seni de biçer.”
“Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin, belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın. Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin.
Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun; buna şükrâne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessümle karşıla…”
***
Mevlânâ Hazretleri, nâzik bir hâlet-i rûhiye ile yapılan infâkın bereketini ne güzel ifâde buyurur:
“Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!..”
O hâlde infâk ederken, nasıl ki malımızı veya imkânlarımızı muhtaçtan esirgemiyorsak, bir tebessümü ve azıcık bir nezâketi de esirgememek îcâb eder.
***
Muhtâcın bize gelip de ihtiyacını arz etmesini, Hakk’ın bize husûsî bir lûtfu olarak telâkkî etmek ve bunu Hakk’a kulluk şerefi bilmek gerekir. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurmuştur:
“Yoksul kişi cömertlerin aynasıdır. Sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek onu buğulandırma.”
“Yoksul kişi nasıl cömertlik ve iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muhtaçtır. Güzeller, güzelliklerini seyretmek için nasıl tozsuz, passız, parlak bir ayna ararlarsa, cömertlik de yoksulları, zayıfları öylece aramaktadır.”
“Allâh’ın cömertlik tecellîsinin tezâhürü, fakirlerdir. O fakirler ki kerem sahiplerine mürâcaat ederler. Dertlerini onlara açarlar. Böylece hamiyetli zenginler için saâdet yollarını hazırlarlar.”
***
Şeyh Sâdî’nin, infâkı nîmet bilme hususundaki şu nasihati çok hikmetlidir:
“Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâh’a şükret. Zira Hak Teâlâ seni lûtuf ve ihsânıyla boş bırakmadı. Seni Hak yolunda vazifelendirdiği için sen Rabbine karşı minnettâr ol.”
***
Velhâsıl sabır tâliminin yapıldığı, ilâhî af ve mağfiretin tuğyân ettiği şu mübarek Ramazân-ı Şerîfte gönüllerimizi bütün mahlûkâta bir rahmet dergâhı eyleyelim. Cenâb-ı Hakk’ın bize ihsân ve ikrâmı olan bütün nîmetleri muhtaçlarla paylaşalım ki, memnun ve mesrur ettiğimiz gönüller, dünyada rûhâniyetimiz, âhirette imdâdımız, Cennetʼte de saâdetimiz olsun.
[1] “…Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allâh’a, Rasûlüne, O’nun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya âittir.” (el-Enfâl, 41)