DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
AİLE SAADETİ NASIL OLUR? [2]
İkincisi; anne-babalar evlâtlarına güzel bir şahsiyet, büyük bir karakter bırakmalıdır. Anne-babalar örnektir. Hattâ bir misal verirler:
Mâlum, denizde yaşayan yengeçler vardır, yamuk yamuk yürürler. Yengeç demiş ki yavrusuna:
“‒Doğru yürü, yamuk yürüme!” demiş. O da demiş ki:
“‒Anne demiş, sen doğru yürü ki ben de arkandan doğru yürüyeyim.”
Velhâsıl, münâkaşalı, kavgalı ortamlarda büyüyen çocuklar, huysuzlaşır ve hırçınlaşır. Dengeli bir ortamda ise güzel huylar ve terbiye ile büyür.
Yavrularımızın -bilhassa bugün- davranışlarını iyi kontrol etmek lâzım. Tenhâlarda yanlış işler yapmasına meydan vermemek lâzım. Bu, îtiyat hâline gelir, tabiî hâle gelir, o da felâkete götürür.
Çocukların güzel işleri takdir edilmeli, mükâfatlandırılmalı.
İmâm Mâlik buyuruyor:
“Ben çocuktum diyor, babam bana her gün bir hadis ezberletirdi, bir hediye verirdi. Ben de ertesi gün bir hadis ezberleyerek huzuruna çıkardım, bir hediye daha alayım diye.
Bende öyle bir hâl oldu ki, bir câzibe hâline geldi. Babam bir hediye vermese de her gün bir hadîs-i şerîf ezberliyordum.”
Velhâsıl anne-babalar, bilhassa babalar, yavrularına hediyeler verecek, ufak yaşta câmilere alıştıracak, telkinatta bulunacak. Ceplerine beş on kuruş koyup onların sadaka vermesini temin edecek. Güzel huylarla müzeyyen hâle getirilecek.
Çocukların hatâlı işleri tatlı bir dille îkaz edilmeli. Kusurlarının tekrarlanmamasına gayret edilmelidir. Bir de çocuklara sık sık cezâ verilerek arsız hâle getirilmemelidir.
Emirler, yasaklar, kâideler, dînî mevzular öğretilirken de kavrayacağı şekilde ifâde edilmelidir. Çünkü çocuklar, ilk defa bir müşahhas misal ister. Mücerred misâle geçmeye zorlanır. Onun için müşahhas misallerle, ona anlayabileceği bir şekilde telkin etmek lâzım.
Anne-baba, muâşeret, âdâb-ı muâşeret üzerinde ciddiyetle durmalı. Anne-babanın çocuğunun şahsiyet ve kimlik kazanmasında çok büyük rolü vardır. Kibar, zarif, ince ruhlu olarak yetiştirilmesi, çocuğumuzun en büyük tahsilidir.
Onun için anne “ اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ” buyruluyor, “bir mekteptir” buyruluyor.
Çocuklarımıza dâimâ Hakkʼın nîmetleri hatırlatılmalı. Dâimâ besmele, hamd ve şükre hazırlanmalı.
Efendimiz, bilhassa bunun üzerinde çok dururdu. Efendimizʼin üvey evlâtlarından Ebû Hafs vardı, üvey evlâtlarından. Ebû Hafs diyor ki:
“Ben (diyor), Allah Rasûlüʼnün terbiyesinde yetiştim (diyor). Çocuktum (diyor). Yemek yerken (diyor), elimi (diyor), yemek tabağının bir yanına giderdi, öbür yanına gider, karışık olarak istediğim yerden yemeği alırdım (diyor). Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana buyurdu ki:
«‒Oğlum (dedi), besmele çek, sağ elinle ye, hep önünden ye.»
O günden sonra (diyor), Rasûlullâhʼın buyurduğu gibi yemeye başladım.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Et’ime, 2; Müslim, Eşribe, 108)
“‒Zamanla öğrenir.” Yok! Ufak yaşta yavruya telkin etmek lâzım.
Yine Ebû Râfî (Râfî bin Amr) diyor, başından geçen bir hâdiseyi anlatıyor:
“Küçükken (diyor), Ensarʼdan birinin hurma ağacını taşlıyordum (diyor). Taşlarken, Efendimiz gördü, benim yanıma geldi:
«‒Çocuğum niçin hurma dalını taşlıyorsun?» diye sordu.
Ben de:
«‒Acıktım yâ Rasûlâllah! Yemek için.» dedim.
Bana dedi ki:
«‒Ağacı taşlama! Sen ağaçlardan düşen hurmaları o şekilde ye.»
Sonra benim başımı okşadı. Sonra bana bir duâ etti:
«‒Allâhʼım! Bunun karnını doyur!» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2622; İbn-i Mâce, Ticârât, 67)
Velhâsıl, işte yavrulara Efendimizʼin metodunu anlatmakla bitiremeyiz.
Velhâsıl, çocuğumuzun kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-baba olmaya gayret etmemiz zarûrî.
Bilhassa, yine kısaca tekrar edersek, burada da saâdetin temeli dindarlık esas, çünkü Allâhʼın rahmeti tecellî edecek.
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
(“Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senʼden yardım dileriz.” [el-Fâtiha, 5])
Biz ne kadar güzel bir kul olursak, Allahʼtan o kadar yardım gelir.
Diğer bakımdan; düğünler, merâsimler; ondan da kısaca bahsetmek istiyorum:
Düğünler, nikâh akdinin îlân edilmesi ve bir âile yuvasını kurmanın sevinci ve bir memnuniyetin, sevincin toplumla paylaşılmasıdır. Yani bir dünya evine adım atmaktır. Cenâb-ı Hakkʼın rahmetini celbedecek şekilde icrâ edilirse, Cenâb-ı Hakkʼın yardımı tecellî eder.
Evlilik, nikâh ve düğünle başlar. Nikâh ve düğün, birbirini tamamlayan unsurlardır.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nikâhla beraber bir velîme, yani bir düğün yemeği verilmesini, zengin-fakir, sâlih, bütün toplumun içindeki eş-dost, akrabâ, tanıdıkların ayırt edilmeksizin dâvet edilmesini tavsiye buyurmuştur.
Nitekim -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Fâtıma Vâlidemizʼin düğününde Bilâl-i Habeşîʼye:
“‒Ey Bilâl! (Dedi.) Ben, evlenme sırasında ümmetimin yemek yedirmeyi sünnet edinmelerini arzu ediyorum.” (Bkz. İbn-i Sa‘d, VIII, 23; Abdürrezzâk, V, 487; Diyârbekrî, I, 411)
Bu yemek yedirme, bu düğün, demek ki Efendimizʼin bir sünnet-i seniyyesidir.
Burada dikkat edilecek husus da bütün, ayırt etmeden bütün din kardeşlerini çağırmak, dâvet etmek, sâlihlerin, bilhassa onların duâlarından bu ilk adımda istifâde etmek.
Toplumun müşterek sevinci, böyle düğünleri Efendimiz terviç eder. Allâhʼın hükümlerine göre icrâ edilen nikâh meclisleri ve cemiyetler mübârektir ve duâların kabul olacağı mekânlardır.
Düğünler, İslâmî hassâsiyet içinde olmalıdır. Ve düğünde, evlenenlerin en büyük ihtiyacı, ümmet-i Muhammedʼin hayır duâsıdır. Çünkü evlilik, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Bu hayat, takvâ temelleri üzerinde inşâ edilmelidir.
Bu yeni bir hayata; Kurʼân-ı Kerîm tilâvetiyle, mânevî sohbetlerle, Cenâb-ı Hakkʼa duâlar ve ilticâlarla, bilhassa arada fark gözetmeden fakir-zengin, sâlihlerin ihmâl edilmediği bu ikramlarla adım atılmalıdır ki, onların duâlarına muhtacız. Ki Cenâb-ı Hakkʼın, bu âile yuvasında Cenâb-ı Hakkʼın rahmeti ve inâyeti tecellî etsin. Rasûlullah Efendimizʼin âile hayatının rûhânî dokusundan o yuvada tecellîler olsun. O yuvada;
قُرَّةَ اَعْيُنٍ âyette buyrulan;
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla!..” [el-Furkân, 74])
Göz nûru olacak nesiller yetişsin.
Bugün maalesef günümüzde bu düğünler;
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
(“…Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” [el-Fâtiha, 7])
O tarafa doğru gidiyor. İslâmî ölçüler ve hassasiyetlerden uzaklaşılıyor.
Hâlbuki bir müslümanın düğünü, gayr-i müslimlerin düğünü gibi olmamalıdır.
Birincisi; âilede maddî ve mânevî yıkım sebebi olan israf çılgınlıkları olmamalıdır. Güç gösterileri olmamalıdır.
Mahremiyet çiğnenmemelidir. Mahremiyete, kadın-erkek mahremiyetine dikkat edilmelidir. Helâl-haram sınırlarının unutulduğu bir merasim olmamalıdır.
Zira İslâm bir bütündür; hayatın her safhasında yaşanıp bazı safhalarında unutulmamalıdır. Hayatımızın her safhasını İslâmî ölçülerle düzenlememiz zarûrîdir. Bunun için İslâmʼın hassâsiyetleri, ahlâkı ve rûhâniyeti düğünlerimize aksetmelidir.
Okunan âyet-i kerîme en son, Furkan Sûresiʼnde, Cenâb-ı Hak nasıl bir düzen, nasıl bir âile düzeni istiyor?
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla!..” [el-Furkân, 74])
Göz nûru zevceler, eşler.
Demek ki baştan eşler geliyor. Eşlerin, yani hanımların evlenecek kızlarımızın çok iyi yetiştirilmesi lâzım. Dînî, ahlâk, edep… Esas tahsil de budur. “ اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ” Çünkü o anne olacak, medrese olacak.
قُرَّةَ اَعْيُنٍ; oradan bir göz nûru evlâtlar çıkacak. Biz de toplum olarak:
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Takvâ sahibi olacağız. O da kâfî değil, takvâda da karakter ve şahsiyetimizle numûne olacağız -inşâallah-.
Cenâb-ı Hak böyle bir düzen istiyor. İşte böyle bir düzen, asr-ı saâdet düzeni. Zaman zaman tarihimizde devam eden, toplumların huzur bulduğu devirlerdir.
Cenâb-ı Hak -inşâallah- böyle yuvalarla toplumuzu, böyle yuvalarla -inşâallah- müzeyyen kılar.