Kıssalardan Hisseler
Yüzakı Dergisi, Yıl: 2022 Ay: Haziran, Sayı: 208
RAHMETTEN MAHRUMİYET
Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh-; Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hakk’a irtihâlinden sonra Kûfe’ye gidip kadılık yaptı, talebe yetiştirdi ve İslâm’ı neşretti.
Hazret-i Abdullah; insanları kötü âkıbetten korumak için, Rasûlullah Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini de naklederdi:
“–Dövme yapan, yaptıran, yüzünün tüylerini yolan, güzel görünsün diye dişlerini seyrekleştiren, Allâh’ın yarattığını bozan kadınlara Allah lânet etmiştir (rahmetinden uzaklaştırmıştır).”
Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan Ümmü Yâkub adında bir kadın, İbn-i Mes‘ûd Hazretleri’nin yanına gelerek, (tenkit edici bir sûrette) şöyle dedi:
“–İşittim ki, sen şu şu işleri yapanları lânetlemişsin!”
Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh- şöyle cevap verdi:
“–Ben Rasûlullâh’ın lânet ettiği kimselere niye lânet etmeyeceğim? O, Allâh’ın Kitâbı’nda var!”
Kadın;
“–Yemin olsun ki Kur’ân’ın iki kapağı arasında ne varsa okudum, fakat bu söylediklerini orada bulamadım.” dedi.
Bunun üzerine İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh-;
“–Eğer baştan sona okudunsa muhakkak şunu da bulmuşsundur:
Aziz ve Celîl olan Allâh’ın;
وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ
«Peygamber size ne emir verirse onu tutun, size yasak ettiğinden de sakının!» (el-Haşr, 7) buyurduğunu okumadın mı?” dedi.
Kadın;
“–Evet.” dedi.
Ardından (İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nin, başkalarını nehyediyor olsa da, ailesine söz geçiremiyor olduğu yönünde sû-i zanda bulunarak);
“–Ben şimdi (gitsem), bu kabilden bir şeyi senin hanımın üzerinde görürüm!” diye söylendi.
İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh-;
“–Git ve bak!” dedi.
Kadın gidip Abdullah -radıyallâhu anh-’ın hanımının yanına girdi, fakat onda (bu, rahmetten uzaklaştırıcı, dövme ve benzeri men edilmiş) bir şey göremedi.
Sonra Hazret-i Abdullâh’a gelip;
“–Ben hakikaten hiçbir şey göremedim!” dedi.
Bunun üzerine Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
“–Şayet böyle bir şey olsaydı, (hanımım dînin men ettiği şeyleri uyguluyor, yapıyor olsaydı) ben onunla beraber olamazdım.” (Müslim, Libâs, 120; Buhârî, Tefsîru sûre, [59], 4; Libâs, 82, 84, 85, 87)
HİSSELER
SÜNNET ŞER‘Î BİR DELİLDİR
Görmekteyiz ki;
Abdullah İbn-i Mes‘ûd; Kur’ân-ı Kerim’deki Peygamberimiz’e itaat ve ittibâı emreden âyetlerden biriyle istidlâl ederek, Sünnet-i Seniyye ile men edilen bir hükmün de, Kur’ân’da var kabul edilmesi gerektiğini söylemektedir.
Dînimizde aslî şer‘î deliller dörttür:
- Kitab (Kur’ân-ı Kerim)
- Sünnet (Rasûlullah Efendimiz’in söz, fiil ve takrirleri)
- İcmâ (Ümmetin âlimlerinin bir husustaki ittifâkı)
- Kıyas (Hakkında hüküm bulunmayan şeylerin, hakkında hüküm bulunan meselelere kıyas edilerek çözüme kavuşturulması)
Kıssada; dövme ve benzeri şeyleri men eden sarih hükümlerin, Kur’ân’da olmadığını söyleyen kadıncağız, Rasûlullâh’a ittibâı emreden âyet karşısında bir şey diyememiştir.
Abdullah İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- gibi sahâbîlerin başladığı bu fetvâ, kadılık ve tâlim vazifeleri; müteâkip senelerde mezheblerin doğmasına vesile olmuş, ümmet-i Muhammed’in sistemli, muntazam bir şekilde takip edecekleri fıkhî ekoller teşekkül etmiştir.
İbn-i Mes‘ûd’un Kûfe’deki bu gayretleri, bir asır sonra orada Hanefî mezhebinin temelini atmıştır.
LÂNETİN MÂNÂSI
Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şeriflerdeki «lânet» ifadesi, Allâh’ın rahmetinden uzak düşmek demektir.
Rasûlullah Efendimiz; ümmetine şefkatinden dolayı, onları sakındırmak için, Allâh’ın rahmetinden uzak kılacak, Cenâb-ı Hakk’ın sevmediği fiilleri «lânet» ifadesiyle bildirmiştir.
Yoksa; kendisine en ağır hakaretlerde bulunan müşriklere dahî, hakaret ve bedduâ mânâsında lânet etmemiş ve böyle taleplere;
“Ben ancak rahmet olarak gönderildim, lânetçi olarak gönderilmedim.” (Müslim, Birr, 87) diye mukabelede bulunmuştur.
DÖVME NİÇİN HARAMDIR?
İslâm, fıtrat dînidir. Allâh’ın yarattığı sûreti bozucu, tağyir ve ifsâd edici dövme, dişleri yontma ve yüzden tüy yolma gibi câhiliyye âdetlerini İslâm reddetmiştir. Hadîs-i şerifte kadınlar geçse de hüküm umûmîdir. Dövme yaptırmak, kadın olsun erkek olsun herkese haramdır.
Günümüzde estetik ameliyat tabir edilen müdahaleler de aynı hükme tâbîdir.
Ancak doğumda, bir kazada veya bir hastalığın neticesinde meydana gelen, kişiyi ve çevresini ileri derecede rahatsız eden bozuklukları, birtakım ameliyatlarla normal görünüşe döndürmek câiz görülmüştür.
Vücudumuz da bize Rabbimiz’in emânetidir. Onu; Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına muvâfık şekilde, haramlardan uzak kullanmamız lâzımdır.
Zamanımızda bilhassa «dövme yaptırma» âdeti, gençlerin; spor, sinema ve benzeri alanlardaki gayr-i müslimlere özenerek, onları taklit ederek şahsiyetsizlik belâsına dûçâr olma noktasında da mühim bir müşkilâta dönmüştür.
Müslümanın kıyafeti, tıraşı, vücudu, evi, eşyası, her hâli, İslâmî bir karakter ve üslûp içinde olmalıdır. Gayr-i müslimlere benzemeye çalışmak, -Allah korusun- sonunda onlardan olmakla neticelenebilir.
Hadîs-i şerifte buyurulmuştur:
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” (Ebû Dâvud, Libâs, 4/4031)
Namazın her rekâtında okuduğumuz Fâtiha’nın son âyetinde;
“…Gazaba uğrayanların ve sapıkların (yoluna) değil.” (el-Fâtiha, 7) buyurularak, İslâm dışındakilerin yoluna uymaktan îkāz edildiğimizi de unutmamalıyız.
AİLENE EMRET!..
Dînimizde, irşadda aslolan kaide; kişinin önce kendini irşâd etmesi ve ondan sonra etrafına tebliğ etmesidir. Tebliğde de önce kendi ailesi, yakın çevresi ile başlar.
Kıssada itirazcı kadın; Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh-’ın tebliğ ettiği hakikatleri, kendi ailesinde yaşatıp yaşatmadığını görmek istedi. Eğer Hazret-i Abdullah; başkalarını men ettiği hâlde, kendi evinde bu hakikatleri yaşayıp yaşatmıyor olsa idi, sözleri bütün tesirini kaybedecekti. “Daha kendi evine tesir edemiyor. Başkasına dil uzatıyor…” gibi suçlamalara muhatap olacaktı.
Ziya Paşa, sözüyle davranışı uymayan kişileri şöyle hicveder:
Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât,
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde.
Peygamberlerin beş sıfatından üçünün, ismet (günahlardan korunmuş olmak), sıdk (özü ve sözü doğru olmak) ve emânet (güvenilirlik) olması da bu hikmete mebnîdir. Hazret-i Şuayb’ın kavmine söylediği şu sözler, bir tebliğcinin riâyet etmesi gereken esaslardır:
“…Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size muhalif davranmak istemiyorum.
- Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum.
- Fakat başarmam ancak Allâh’ın yardımı iledir.
- Yalnız O’na dayandım ve yalnız O’na döneceğim.” (Hûd, 88)
ZEVCE SEÇİMİ
Abdullah İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh-; «Allah ve Rasûlü’nün emirlerini dinlemeyecek bir hanımla hayatını birleştirmeyeceğini» ifade ederek, bir mü’minin evlilik müessesesini kurarken, ilâhî esaslara riâyeti en başa koyması gerektiğini ifade etmiştir.
Hadîs-i şerifte Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail hakkında şu kıssa rivâyet edilmiştir:
İsmail -aleyhisselâm- evlendikten sonra İbrahim -aleyhisselâm-, oğlunu görmeye gelmişti. Fakat İsmail -aleyhisselâm- evde yoktu. Hanımına sordu, o da;
“–Rızkımızı tedârik etmek üzere çıktı, gitti.” diye cevap verdi.
Sonra İbrahim -aleyhisselâm-;
“–Maîşetiniz, hâliniz nasıldır?” diye sordu. Hazret-i İsmail’in hanımı;
“–Şiddetli darlık içindeyiz; çok fena bir hâldeyiz!” diye şikâyetçi bir cevap verdi.
İbrahim -aleyhisselâm-;
“–Efendin eve geldiğinde benden selâm söyle; kapısının eşiğini değiştirsin!” dedi.
İsmail -aleyhisselâm- geldiğinde babasının gelip gittiğini, evin içinde hissettiği güzel kokudan anladı:
“–Evimize bir gelen oldu mu?” diye sordu. Hanımı da;
“–Evet, şu şu vasıflarda yaşlı bir zât geldi. Bana seni sordu; cevap verdim. Maîşetimizi sordu; ben de şiddetli darlık içinde olduğumuzu söyledim.” dedi.
Bunun üzerine İsmail -aleyhisselâm-;
“–Bir şey vasiyet edip bir söz tevdî etmedi mi?” diye sordu.
O da;
“–Sana selâm söylememi ve «kapısının eşiğini değiştirsin!» dememi tembih etti.” dedi.
Bu sözlerdeki nükteyi kavrayan İsmail -aleyhisselâm- haremine;
“–O gelen ihtiyar, babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiş. Artık sen ailenin evine dönebilirsin!” dedi ve evden ayrıldı. Cürhümîlerden başka bir kadın ile evlendi.
İbrahim -aleyhisselâm-, Cenâb-ı Hakk’ın dilediği bir müddet sonra gelip yine evde İsmail -aleyhisselâm-’ı bulamadı. İbrahim -aleyhisselâm-, İsmail -aleyhisselâm-’ın yeni evlendiği hanımının yanına vardı, İsmail’i sordu. O da;
“–Maîşetimizi tedârik etmeye gitti.” dedi.
İbrahim -aleyhisselâm-;
“–Nasılsınız, maîşetiniz, hâl ü şânınız iyi midir?” diye sordu.
Kadın;
“–Elhamdülillâh, biz, hayır, saâdet ve bolluk içindeyiz.” diye Allâh’a hamd ü senâ eyledi.
İbrahim -aleyhisselâm-;
“–Ne yiyip ne içersiniz?” diye sordu.
Kadın da;
“–Et yiyoruz, su içiyoruz.” dedi.
İbrahim -aleyhisselâm-;
“–Yâ Rabbî! Bunların etlerini ve sularını mübârek kıl! Yümn ü bereket ihsân eyle!” diye duâ etti.
Ardından İsmail -aleyhisselâm-’ın haremine;
“–Efendin geldiğinde selâm söyle; kapısının eşiğini güzel tutsun!” dedi.
İsmail -aleyhisselâm- eve geldiğinde, yine içeride hissettiği güzel kokudan babasının teşrîf ettiğini anladı ve hanımına;
“–Evimize gelen oldu mu?” diye sordu.
Ailesi;
“–Evet, nur yüzlü bir ihtiyar geldi.” diye İbrahim -aleyhisselâm-’ı medh u senâ etti ve hâdiseyi anlattı.
Bunun üzerine İsmail -aleyhisselâm-;
“–İşte o babamdır. Sen de evimizin şerefli eşiğisin. Babam seni hoş tutmamı ve iyi geçinmemi emreylemiş.” dedi. (Buhârî, Enbiyâ, 9)
Ailenin; takvâ yuvası olabilmesi için, hanımın dindar olması çok mühimdir. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Kadın dört sebepten biri için nikâhlanır:
- Malı,
- Soyu,
- Güzelliği ve
- Dindarlığı…
Sen (diğerlerini geç), dindar olanı seç. (Aksi hâlde) sıkıntıya düşersin.” (Buhârî, Nikâh, 15; Müslim, Radâ, 53)
Bir mü’minin; hayatını birlikte inşâ edeceği zevceyi seçerken, takvâ ölçüsü etrafında kendisine yardımcı olacak müttakî bir hanımda karar kılması, onun hayatında en mühim adımlardan biridir.
Bu sebeple; ecdâdımız bu mühim müessesenin, büyüklerin istişâresiyle tesis edilmesine riâyet ederlerdi. Günümüzde «görücü usûlü» diye hafife alınan bu tatbikatta, muvaffakiyet çok yüksek olur, neredeyse boşanmalar görülmezdi.
Zamanımızda toplumda, iş ve bazı eğitim müesseselerindeki kadın-erkek ihtilâtı ve internetteki gayr-i meşrû yakınlaşmalar neticesinde, nefsânî ve geçici temellere dayanan evlilik kararları verilmekte, maalesef bu evliliklerin mühim bir kısmı yaşanan ilk sarsıntıda dağılmaktadır.
Yahut da nefsânî tarafın galebe çalmasıyla; kız veya erkek evlâtlar, aile terbiyesinde aldıkları mâneviyattan uzak süflî bir hayata savrulmaktadır.
Müslüman bir hanım ve müslüman bir erkek; iffet ve hayâ ölçüleri içerisinde bir bekârlık yaşamalı ve evlilik kararını da takvâ temeli etrafında tecrübeli büyükleriyle istişâre ederek almalıdır.
SADECE FERDÎ DEĞİL
Dînimiz hayatın her safhasını şümûlüne alır. Dînimiz içtimâîleşmeye çok ehemmiyet verir. Sadece ferdî bir şekilde dîni yaşamaya, uzlet ve inzivâya çekilmeye müsaade etmez. Çünkü her ferdi, yekdiğerinden mes’ûl tutar. Bu mes’ûliyetlerin en güçlüsü ailevî mes’ûliyettir.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Ailene namazı emret ve kendin de ona sabırla devam et!..” (Tâhâ, 132)
Zeyd bin Eslem -rahmetullâhi aleyh- anlatır:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve çoluk-çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz!..” (et-Tahrîm, 6) âyet-i kerîmesi nâzil olduğunda ashâb-ı kiram;
“–Yâ Rasûlâllah! Kendimizi koruyabiliriz; ya ehlimizi, ailemizi nasıl koruyacağız?” diye sordular.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu cevabı verdi:
“–Onlara;
- Allâh’a kul olmayı, tâat ve ibâdeti emredersiniz.
- Allâh’a isyân etmekten ve günah işlemekten de nehyeder, yani alıkoyarsınız.
İşte bu, onları korumak demektir.” (Âlûsî, XXVIII, 156)
TESETTÜR
Müslüman hanımların riâyet etmesi gereken bir husus da tesettürdür.
Tesettür, sâliha bir hanımın şerefidir.
Avret / mahrem yerlerini örtmek erkeklere de emredilmiştir. Ancak hanımlar; neredeyse bütünüyle ziynet olarak halk edildikleri için, onların tesettürü daha şümullüdür.
Tesettür; sâliha bir hanımın, ziynetini dış dünyaya şifreli hâle getirmesi demektir. Yani bir müslüman hanım; nâ-mahrem gözlerin ve bakışların bulunduğu dış dünyaya çıktığında, cinsiyetiyle değil, haysiyetiyle çıkar. Orada bulunması gerektiği müddetçe; câzibeli bir dişi olarak değil, şahsiyetli, karakterli, iffetli bir kişi olarak var olur. Zira iffet zâyî edildiği zaman karakter ve şahsiyet zâyî olur.
Müslüman hanım, tesettürüyle;
- Hem kendisinin, hem ailesinin şerefini korur.
- Kalbinde hastalık bulunan kişilerin tasallutundan nefsini ve bedenini muhafaza eder.
- Allâh’ın rızâsına kavuşurken, beyinin hoşnutluğunu da temin ederek, ailesinde muhabbet ve huzuru sağlar.
Tesettürün arzu edilen bu gayeleri gerçekleştirebilmesi için, İslâm’ın tarif ettiği şekilde tam olması lâzımdır.
Hadîs-i şeriflerde âhirzamanda, maalesef;
كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ
“Örtülü, giyinik fakat âdetâ çıplak…” mâhiyette kadınların zuhûr edeceği ve bunların cehennemlik olacakları, ümmet-i Muhammed’i sakındırmak üzere bildirilmiştir. (Müslim, Cennet, 52)
Demek ki tesettür, sadece örtülmesi gereken uzuvları örtmekten ibaret değildir.
Aynı zamanda;
- Ev kıyafetinin üzerine cilbâb / manto, ferâce, çarşaf benzeri bir üst kıyafetin de giyilmesi,
- Kıyafetlerin asla dar olmayıp, bol ve içini göstermez şekilde kalın olması,
- Hanımların dışarıda sergiledikleri hâl ve hareketlerin dikkat çekici ve cezbedici olmaması gibi esaslar da mevcuttur.
ECİR ORTAĞI
Hadîs-i şeriflerde; sâliha hanımların aile içindeki vazifelerini güzelce îfâ etmeleri hâlinde, beylerinin dışarıda îfâ ettikleri cihad, tebliğ ve benzeri sâlih amellerin ecrine ortak olacakları bildirilmiştir.
Hakikaten bu kıssada; sergilediği sâliha hanım vasfıyla bu tebliğ faaliyetinde, hanımı, İbn-i Mes‘ûd Hazretleri’ne âdetâ yardım etmiş ve ecrine de ortak olmuştur.
Rabbimiz; cümle ümmet-i Muhammed’i, zevceleri ve zürriyetlerini iki cihanda saâdet ve cennet ehlinden eylesin.
Âmîn!..