DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
Âile, Toplumun En Güçlü Ünitesidir
وَالَّذٖينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ
“Onlar ki iffetlerini korurlar.” (el-Mü’minûn, 5)
Âile mefhumuna geldik. Bugün maalesef fire vermeye başladı, zedelenmeye başladı. Toplumun en güçlü ünitesi âiledir. Milletimiz âile yapısının mânevî yapısıyla büyük devlet oldu. 620 sene ikinci bir devlet, dünyada yok. Kur’ân’a hürmetle başladı, Kur’ân’ı yaşamakla devam etti, Kur’ân’la yaşandığı kadar devam etti. Tasavvufun zengin rûhâniyetiyle toplum huzur buldu. Dergâhlar, vakıflar, toplumu bir ağ gibi ördü. Bugün vazifemiz de bu yapıyı güçlendirmek.
Bunu da Cenâb-ı Hak:
“Onlar ki iffetlerini korurlar.” (el-Mü’minûn, 5) buyuruyor.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak insanın iffetli olarak yaşamasını arzu ediyor. İffet, mahlûkat arasında insana ve cinlere âit bir keyfiyettir. Toplumun düzeni, fertlerin iffetle yaşamasına bağlıdır.
Bir misal, Efendimiz’den:
Bir gün -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zekât olarak toplanan koyunların bulunduğu yere gitmişti, zekât koyunlarının olduğu yere. Koyunların başında ücretle çalışan bir çoban vardı. Efendimiz, çobanı yarı çıplak hâlinde gördü. Hemen çağırdı:
“–Sen kaç gün çalıştın?” dedi. “Bizden ne kadar alacağın var?” dedi.
Bu soru karşısında çoban, işine son verildiğini anladı.
“–Niçin yâ Rasûlâllah?” dedi. “Yoksa hayvanların bakımında/gözetiminde bir eksiklik mi görüyorsunuz?” dedi.
Rasûlullah Efendimiz:
“–Hayır dedi, ondan değil. Lâkin ben, aramızda çalışan insanların, yalnız kaldıkları bir zamanda dahî Allah Teâlâ’dan hayâ eden kişiler olmasını arzu ediyorum.”
Çok mühim!
“–Hayır, ondan değil.” Yani tam ehemmiyetle bakıp bakmamandan değil. “Lâkin ben, aramızda çalışan insanların yalnız kaldıklarında bile Allah Teâlâ’dan hayâ eden kişiler olmasını arzu ediyorum. Yalnız kaldığında Allah Teâlâ’dan hayâ etmeyen kişinin yaptığı işi istemiyorum.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, X, 196/7370; Mervezî, Tâzîmü Kadri’s-Salâh, II, 836)
Bereket olmaz, rahmet olmaz!..
Demek ki insan yalnız kalırken bile mü’min, bir hayâ, bir iffetine dikkat edecek.
اَلْحَيَاءُ مِنَ الْاِيمَانِ
(“Hayâ îmandandır.” [Buhârî, Îman, 3]”)
Bugün maalesef iffet, bugün çok büyük bir yara aldı, zarar gördü.
İffetli yaşamak, insanlığın şânındandır. Erkek de kadın da fazîlet timsâli olmalıdır. Maalesef günümüzde, maalesef kadını bir vitrin malzemesi olarak, bir vitrin için kullanılmaktadır.
Cenâb-ı Hak kadının bir fazilet timsâli olmasını, toplumun temeli olan âilede bir numune olmasını… Âilede erkek ayrı bir çoban, hanım ayrı bir çoban… Cenâb-ı Hak tasvir ediyor. Annenin de bir hanımın da âilenin çobanı olması.
Yani iffetin kaybedilmesi, insanlık haysiyetinin zâyî edilmesidir. Diğer mahlûkâtın seviyesine düşülmesidir. Bu bakımdan ahlâk ve nâmus, bütün ahlâkî faziletlerin can damarıdır.
Efendimiz de misal olarak buyuruyor duâsında:
“(Yâ Rabbi diyor) Allâh’ım (diyor), Sen’den hidâyet, (ikincisi) takvâ, (üçüncüsü) iffet, (dördüncüsü) gönül zenginliği istiyorum.” buyuruyordu. (Müslim, Zikir, 72)
İffetli yaşamak, iffetli hayat sürmek, nefsânî arzuları idealize ederek rûhâniyet kazandırmakla mümkündür. Yani nefsânî arzuları idealize ederek rûhâniyet kazandırmakla mümkündür. Oradan bir nesil gelecek, bir teselsül olacak. O teselsül “قُرَّةَ اَعْيُنٍ / göz nûru” olacak. (Bkz. el-Furkân, 74)
Onun için dünyada mesut yuva, Havvâ ve Âdem -aleyhisselâm- ile başladı. Bunun için dünyada öyle bir yuva olacak ki, bir âile yuvası olacak ki, rûhâniyet dolu, huzur veren; Cennet’te de bu âile yuvası devam edecek.
İşte üç husûsiyet âilede, âyet-i kerîmede:
“لِتَسْكُنُوا” (Bkz. er-Rûm, 21)
Yani âilede huzur olacak. Bu huzur, hayatın her safhasına yaygınlaşacak. Bu da takvâ ile olur ancak. Çünkü Cenâb-ı Hak istikbâli verir, huzuru Cenâb-ı Hak verir, saâdeti Cenâb-ı Hak verir.
İkincisi: “مَوَدَّةً” (Bkz. er-Rûm, 21)
Bir sevgi olacak, muhabbet olacak. Süflî muhabbetler sefâlete, ulvî muhabbetler ise Cenâb-ı Hakk’a götürür. Muhabbetin merkezi, “Yâ Vedûd” Cenâb-ı Hak’tır. Âile hayatında eşler muhabbetin merkezine yönelirse sevginin hakîkî lezzeti kazanılmış olur.
İşte asr-ı saâdet. Efendimiz, Hatîce Vâlidemiz’i unutmadı.
Şefkat: Bilhassa yaşlılıkta birbirine destek olacak.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak böyle bir takvâ ile yaşanan bir âile hayatı istiyor ki kul dünyada da saâdet bulsun, Cennet hayatında da Cennet’te de aynı o rûhânî hayata eşiyle beraber nâil olsun.
Onun için buyruluyor:
اَلْحَيَاءُ مِنَ الْاِيمَانِ
“Hayâ îmandandır.” buyruluyor. (Buhârî, Îman, 3)
Cebrâil üç hususiyeti bildirdi, Âdem -aleyhisselâm-’a:
İnsan yaratıldığı zaman, üç vasıf verdi. Birincisi, ilim verdi. Bu ilim kalbe yerleşti.
(Yani:
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])
Bu ilim, eğer kulu mârifetullâh’a, Allâh’a yakınlığa götürüyorsa, bu ilim gerçek ilimdir. Yok, bu ilim Allâh’a yakınlığa götürmüyorsa Rasûlullah Efendimiz; “اَلْعِلْمُ لَا يَنْفَعُ : Böyle ilimden Rabbime sığınırım.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Zikir, 73))
İkincisi; akıl verdi. Akıl, beyne yerleşti.
(Akıl da kalbe bağlı olursa, o kalpte hikmetler tecellî eder.
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])
Fücur bertaraf edilecek, kalp takvâ sahibi olacak, o zaman mârifetullah’tan nasipler başlayacak.
İffet verdi üçüncü olarak. (Diğer mahlûkatta iffet yok.) Bu da sîmâya ve göze yerleşti.
(İffet de kalbin durumuna göre şekillenir. Bu da insana ait bir keyfiyettir. Hattâ insan sîmâsından belli olur. Hattâ Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede, “Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyuruyor. İnsanın iç dünyasını/sîretini, sûret ifade eder. Diğer bir şey; “Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyuruyor.)
Velhâsıl mü’min…
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun, sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyruluyor.
İnsan, ünsiyeti; sâlihlerle/sâdıklarla beraber olacak. Nisyan; Allâh’ı unutmayacak. Cenâb-ı Hak’la beraberliği temin edecek.
Huzurlu bir âilede ne var?
Evlâdın anne-babaya karşı vazifeleri var. Bu ihmâl olursa, olmaz; âyet-i kerîmede… (Bkz. el-İsrâ, 23)
İkincisi; anne-babanın evlâdına karşı vazifeleri var. Eğer bu da olmazsa bir hicran olur.
Velhâsıl huzurlu bir toplumun reçetesi;
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Toplum bir takvâ üzere olacak. Mânevî yapısı toplumun, âileye göre şekillenir. Âilenin yapısına göre toplum şekillenir.
Bugün ise görüyoruz, âileler zaafa uğradı. Niye zaafa uğradı? Kendi o nezih âilemiz bir tarafa bırakıldı. Birlikte yaşama vs. maalesef, mânevî dünyadan uzak, ilâhî irâdeden uzak, böyle bir âile sistemi, maalesef empoze ediliyor.
Emânete sahip çıkmak lâzım. Çocuklar, anne-babaya ikram edilen ilâhî emânetlerdir. İslâm fıtratı üzerine emânet edilen çocukların saf ve berrak kalpleri, temiz bir toprak misali, işlenmeye hazır bir cevherdir. Onun diken veya gül olması, acı veya tatlı meyve vermesi, onun üzerine atılan tohumların keyfiyetine bağlıdır.
Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Doğan her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar, saf ve tertemiz doğar, sonra anne-babası onu duruma göre şekillendirir; yahudi, hristiyan veya mecûsî yapar.” (Müslim, Kader, 22)
Fakat bütün insanlar, bütün çocuklar İslâm fıtratı üzerine doğar.
Yine Gazâlî Hazretleri buyuruyor ki:
“İnsan, balmumu gibidir. Terbiye ile ona müsbet veya menfî, istenilen şekil verilir.”
Terbiye verir bunu. Bugün maalesef terbiye, internet oldu maalesef.
Yine Efendimiz buyurur:
“İnsanlar altın ve gümüş mâdenleri gibidir.” buyuruyor. (Buhârî, Enbiyâ, 2)
Altın gibidir, gümüş gibidir. Yani fıtratları değişiktir. Yani fıtratları muhteliftir. O fıtrata göre terbiye edilmesi îcâb eder. Aksi takdirde bir çınar istîdâdında olan bir yavrunun bir metrelik çalıya dönüşmesi kaçınılmaz, eğer o terbiyeden uzaksa.
Fakat güzel bir tâlim ve terbiye neticesinde her gönül, farklı bir kemâlâta nâil olmuş olur.
İşte mâzisi itibârıyla câhiliye insanı olan ashâb-ı kirâm, Rasûlullah Efendimiz’in nebevî terbiyesi neticesinde kalpleri merhamet, şefkat, mârifet, muhabbetle doldu. Asr-ı saâdet insanları hâline gelmesi bunun en mükemmel bir misâlidir.
Demek ki bu, biz, Efendimiz’in terbiyesine muhtacız.
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
(“Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” [el-Fâtiha, 7])
Onların şeyine değil.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrîm, 6) buyuruyor.
Bu sebeple anne-babaların en mühim vazifesi, kendilerine İslâm fıtratı üzerine teslim edilen evlâtları hayırla donatmak, onları -inşâallah- hayırlı hizmetlere vesîle etmektir.
Hayırlı evlât sahibi olmak, hem dünyada hem âhirette huzur ve saâdet vesilesidir. Bu tâlim ve terbiyenin en hayırlı iklimi de âile ortamıdır…