DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
ÂİLEDE ERKEĞİN SORUMLULUĞU
Tabi burada erkeğin sorumluluğu var. Bilhassa erkeğin sorumluluğu, Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
“Ey inananlar! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrîm, 6)
En başında bunun gelen, namaz geliyor. Kendimizin namazı nasıl? Cemaate devamımız nasıl? Namazda kalp ve beden âhengi içinde nasıl bir namaz kılıyoruz?
Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri diyor ki:
“Namaz öyle mühim bir ibadet ki namazda kıraat var, namazda tesbihat var, namazda istiğfar var, namazda salevât-ı şerîfe var.”
Cenâb-ı Hak o namazda:
“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor. Yani alnın istikâmeti kıble olurken, kalbin istikâmeti de Cenâb-ı Hak olacak.
Onun için İbrahim -aleyhisselâm-:
“Rabbim (diyor), beni, soyumdan gelecekleri, namazı devamlı kılanlardan eyle…” (İbrahim, 40)
Beni ve soyumdan gelenleri… Kendisinin kemâl içinde, zirve bir namaz kılmasını arzu ediyor. Soyundan gelenlerin de. Derdi bu. Yani bu, İbrahim -aleyhisselâm-ʼın derdi bu. İbrahim -aleyhisselâm-ʼın derdi namaz. Efendimizʼin derdi namaz. Ashâb-ı kirâmın derdi namaz, evliyâullâhın derdi namaz.
Demek ki namaz ne? Cenâb-ı Hakʼla mülâkî olmak. Demek ki bizim hem kendimizin derdi, benim namazım nasıl? Kıyâmet günü ben kıldığım namazla nasıl karşılaşacağım? Soyumun kıldığı namazla nasıl karşılaşacağım? Soyuma ne kadar gayretliyim namaz (hususun)da?
Ondan sonra:
“Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün, beni, ana-babamı ve müʼminleri bağışla.” (İbrahim, 41)
Dört tane derdi var İbrahim -aleyhisselâm-ʼın.
Muhakkak baba -câmiye gidemediği zaman- muhakkak evinde yavrularıyla beraber cemaatle namaz kılmalı. Dînî eğitim, muhabbetle tevzî edilmeli.
Sırf 2 ay bir yaz tatilinde câmiye göndermek kâfî değil. Başka yere ne kadar emek veriyoruz, Kurʼân-ı Kerîm üzerine ne kadar emek veriyoruz?
Efendimiz, Fâtıma Vâlidemizʼi ne şekilde yetiştirdi? Dâimâ bir, bir azîz ederdi, dâimâ bir, ayrı bir muhabbeti vardı Fâtıma Vâlidemizʼe, bir ciğerpâresiydi. Fakat onu dâimâ Efendimiz bir takvâ hâlinde yetiştirirdi. Ne oldu Fâtıma Vâlidemiz? Ümmetin annesi oldu. Silsilenin annesi oldu, Altın Silsileʼnin.
Peygamberlerin dünya malı olarak bir mirasları yoktur. Onların en mühim mîrasları, arkalarında bıraktıkları güzel bir cemaattir. Efendimizʼi o hasta hâlinde, son namazında en çok sevindiren, arkasına bakıp güzel bir cemaat görmesidir.
Âişe Vâlidemiz:
“O kadar güzel tebessüm etti ki (diyor), ben Allah Rasûlüʼnün böyle, bu kadar tebessüm ettiğini şimdiye kadar hiç görmedim.” buyuruyor.
Demek bizim de en büyük derdimiz, hem kendimiz olmalı, hem de arkamızda güzel bir nesil yetiştirmek.
Yine, hanımların beylerine karşı şeyleri ayrıdır, vazifeleri. Bugün, bilhassa bir, bugünkü duruma baktığımız zaman, globalleşen bir dünya, bir de dedelerimizin şeyine baktığımız zaman, yani onların bir âile hayatına baktığımız zaman büyüklerimizin, daha ötedekilerin… Yani bir medeniyetin seviyesini o toplum gösterir. O toplumun bir âile yaşayışı gösterir. İktisâdî yaşayışı gösterir. İnfak hayatı gösterir.
Bugün maalesef boşanmalar çok arttı. Aşağı yukarı son rakamlar, 2012ʼde 120 bin çift boşandı diyorlar.
Bir avukat arkadaşa sordum, dedi ki:
“Hâkim arkadaşlara sordum (dedi), en fazla evlilik bir sene, bir buçuk sene sürüyor (dedi). Arkadan, çocuklar ortada kalıyor.” dedi.
Ana-babalar da maalesef, bazı ana-babalar o şuuru da kaybetti:
“‒Aman kızım sen altta kalma! Aman sen kendini çiğnetme!..”
Velhâsıl gelin de bir müddet sonra kendini kapıda buluyor.
Bizim örflerde gelin giderken;
“‒Kızım (der), halı ol, üzerinde kırk ayak dolaşsın, sonra sen baş tacı olursun…”
Yine faziletli annelerin-babaların yavrularına tavsiyesi, onlar da derlerdi ki:
“‒Yuvana gelinlik, beyaz gelinlikle gidiyorsun. Yuvanı saâdetle dolduracaksın. Girdiğin o kapıdan ak, lekesiz bir kefenle ebedî yolculuğa çıkacaksın…”
Bizim örflerimizde bu vardı. Fakat bugün bir fâcia. Devamlı bir, boşanmalar artıyor. Onun için, Cenâb-ı Hak buyuruyor:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Demek yavrularımıza ne veriyoruz ki ne bekliyoruz toplum olarak?
Elhamdülillah, şimdi din dersleri arttı. Kurʼân-ı Kerîm dersleri arttı, Siyer-i Nebîler arttı. Biz de babalar olarak, anneler olarak evlâtlarımızı bir dînî tedrisattan geçirmemiz zarûrî. Bu, babanın-annenin en mühim bir âhiret mîrâsı.
Âilenin dağılmasını hazırlayan sebepler bugün, boşanmaların had safhaya gelmesi:
Birincisi; İslâm ahlâkından uzaklaşma.
İkincisi; Allah korkusu ve âhiret inancının azalması. Bunun için:
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ
(“…Allah indinde en kıymetliniz (keremliniz), en çok takvâ sahibi olanınızdır…” [el-Hucurât, 13])
Tek çâre “takvâ”, iki tarafa da.
Üçüncüsü; kendi anʼane ve kültür yapımıza yabancı alışkanlıkların, yani seküler değerlerin içimize sinmesi. Yani kendi İslâmî ahlâkımızı iyi öğrenmek, onunla ahlâklanmak zarûrî. Televizyonun, internetin şerrinden kendimizi, çocuklarımızı-yavrularımızı koruyabilmek.
Çünkü Avrupaʼda bir âile hayatı bitti. Nikâh da bitti, nikâh da yok zaten. Beraber, anlaşmalı gidiyorlar. Biz arkadaş olacağız diyorlar. İşimiz bittiği zaman diyorlar, ayrılacağız diyorlar. Âile hayatı bugün Batıʼda bu. Maalesef internetlerle, bazı filmlerle bu teşvik hâlinde.
Bunun için, bu da bir, âilelerimizin rûhânî hayatına bugün bir zehir serpmekte.
Lüks özentisi yine. Reklâmlarla vs. bir güç gösterme ihtirâsı. Bir kanaatkârlık kalkıyor, israf artıyor.
İsraf nedir? İsraf, aşağılık duygusunu bastırma hareketi, lüks özentisiyle. Bu da maalesef bugün bir had safhaya geldi. Kadın-erkek, saâdeti yuvalarında arayacakları yerde, yanlış yerlerde aramaya başladılar. Ve kalpler de muhafaza edilmiyor.
Misafirlik, ziyaretler, piknikler, maalesef İslâm âdetlerine, İslâm âdâbına uyulmaksızın yapılmaktadır.
Zarûret olmadığı hâlde çarşılar, pazarlar dolaşmak, giyim kuşamlarla israfa girmek, İslâm örfüne uymayan giysileri kullanmak da âile yapısını zedeliyor.
Eşlerin birbirini ihmâl etmesi, âile yuvasını zedeliyor. Başkalarının iltifatları kendisine câzip geliyor ve bu da âile saadetinde yaralar açmaya başlıyor.
Anne-babalara, gelin-kaynana kayınpeder diyelim, saygısızlık, gereken hürmeti göstermemek, âile yapısını zedeliyor.
Velhâsıl bugün böyle problemlerle karşı karşıyayız. Onun için bugün âile hayatı toplumun temelidir. İşte bir Osmanlı âile hayatına baktığımız zaman, herkes müreffeh, herkes huzurlu.
Anne-babaların dikkat edeceği hususlar vardır tabi bu hususta:
Aralarında münâkaşalar vs. O da yavruları zedeliyor, hırçınlaşıyor. Onların yaptıkları yanlışları göz ardı etmek, çocukları yalana sürüklüyor. Çocuklara ufak yaşta mânevî duyguları aşılamak. Şuuraltına onları zerk etmemek, o da yarın şuuraltı başka şeylerle doluyor. Her çocuğun elinde bir cep telefonu. Cep telefonu, istediği şeyi, o güç gösterisi olan bütün filmleri seyrediyor.
Velhâsıl bunlar, hep âile hayatını bugün zedelemekte. Yavrularımızı zedelemekte. En mühimi, tekrar tekrar, dînî tahsil, yavrularımızın dînî tahsili. Bir Kurʼân-ı Kerîm tedrisinden, ciddî bir Kurʼân-ı Kerîm tedrisinden geçmeleri zarûrî.
Âile hayatında erkek ve hanımın müşterek riâyet edeceği hususiyetler:
Bunların temelinde birbiriyle iyi geçinmek. Saâdet, sadâkat ve zor zamanlarda fedakârlık, bu zarûrî. Yani sadece güzel günler değil, yani zor günlerde sadâkat ve zor zamanlarda fedakârlık olacak. Mutluluk, sevinçler paylaşılacak. Hayatın yük ve sıkıntıları beraber karşılanacak. Anlayışlı ve birbirine karşı olgun davranılacak.
Efendimiz her şeyiyle örnek. Âile hayatında zirve örnek.
Behlül Dânâ Hazretleri vardır Harun Reşid zamanında. Harun Reşidʼin yakınıdır. Biraz meczubumsu bir zâttır. Harun Reşid daraldığı zaman ona gider. O birkaç misalle ona bir tatmin edici bir yol gösterir.
Yine Behlül Dânâ Hazretleri bir gün Harun Reşidʼin yaptırdığı ihtişamlı bir sarayı gördü. Oraya davet edildi. Sarayın duvarına şu veciz, şiirî ifadeleri yazdı:
“Ey Harun (dedi, Harun Reşid). Fânî ve değersiz inşaat taşlarını yücelttin de sana imkânlarıyla hizmeti emredip karşılığında ebedî saâdeti vaad eden dînî hayatını israf sebebiyle zayıflattın. Yok olup gidecek kireci yükselttin de bâkî âlemin dâvetçisi Kurʼân-ı Kerîm ve Sünnetʼe gereken değeri vermedin.”
Sonra dedi ki:
“Bu sarayı eğer kendi imkânlarınla yaptıysan, israf bataklığına battın. Hakkʼın muhabbetinden uzak düştün. Çünkü Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
«…İsraf edenleri Allah sevmez.» (el-A‘râf, 31; el-Enʼâm, 141)
Eğer, yok bunu beytüʼl-mâlʼden alıp yaptıysan o zaman ümmete zulmetmiş oldun. Yani Cenâb-ı Hakkʼın sevmediği bir iş yapmış oldun.
Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak buyuruyor:
«…Allah zulmedenleri sevmez.» (Âl-i İmrân, 57, 140)”
Yine Behlül Dânâ, yine bu Abbâsîlerden Harun Reşidʼe yine bir şeyinde sordu. Dedi:
“‒Ey Halîfe (dedi), sana üç tane sualim var (dedi). Yer üstünde en fazla olan nedir? Yer altında en fazla olan nedir? Gökyüzünde en fazla olan nedir?”
Hârun Reşid de şu cevabı verdi:
“‒Yeryüzünde en çok olan, canlılardır. Yer altında en çok olan mevtalardır. Gökyüzünde en çok olan da kanatlılardır, kelebekler, kuşlar vs.”
Behlül Dânâ ise mânidar bir şekilde bakarak şu mukâbelede bulundu:
“‒Hayır ey Halîfe! Sen işin zâhirî tarafını görüyorsun, hakîkatini göremiyorsun. Gerçek şu ki yeryüzünde en çok mevcut olan şey, tamahlardır, hırslardır, ihtiraslardır, enâniyetlerdir, kıskançlıklardır, bitmek tükenmek bilmeyen, bitmeyen nefsânî arzulardır.
Yer altında en çok olan, ölülerdir dedin. Yer altında en çok olan da ölülerden çıkan eyvah, vah vah, keşkelerdir.
Gökyüzünde neler var, kanatlılardır dedin. Gökyüzünde de en çok, gökyüzüne çıkacak olan amel-i sâlihlerdir.”
Velhâsıl hayat, kefen ile kundak arasında kısa bir yolculuk. Ömür, beşik ile teneşir arasında bir zaman tüneli. Kalbin sanatı, bir avuç dünya olan bu fânî sermayeyi, ebedî bir kâra döndürebilmekte, âhiret saadetine döndürebilmekte…
Kalbin sanatı, bu karanlık, bu med-cezirlerle dolu bu dünya tünelinden sâlih amellerin kandilleriyle, takvâ, sabırla geçip bu kısa yolculuğun menzil-i maksûduna, yani Cennetʼin selâmet limanına kavuşabilmektir…