“Allah Teâlâ Her An Bizimle” Şuuruyla Yaşabilmek

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

“ALLAH TEÂLÂ HER AN BİZİMLE” ŞUURUYLA YAŞAYABİLMEK…

Diğer bir husus:

Efendimiz (gibi) “el-emîn, es-sâdık” olabilme. Toplumda en doğru insan olabilme. Ne kadar doğru insan olursan, o kadar bizim irşad gücümüz olur.

Cenâb-ı Hak:

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74]) buyuruyor. Yani takvâ sahibi olacağız. O da kâfî değil, takvâda da önder olacağız. Takvâyı yaşayacağız ve yaşadığımız bu takvâyı tevzî edeceğiz. Onun için, Allah cümlemizin yardımcısı olsun!..

Tabi bu da ihlâsla olacak. İvazsız garezsiz olacak. Bir fânî ortak edilmeyecek. “Hasbeten lillâh” olacak. Cenâb-ı Hak; derece, tenzil veya terfîyi, kulun kalbindeki ihlâsa göre Cenâb-ı Hak (verir).

Diğer husus:

Edep ve hayâ.

En mühimi. Bugün -oraya da geleceğim zaten- “kadınlar günü” diye bir şey var. O nereden çıkmış, nasıl olmuş? Bugün en mühim; kadının, esas kadınlar günü yapmanın… Edep ve hayâ… İslâm, kadını bir edep ve iffet timsâli olarak topluma veriyor.

Velhâsıl bir müʼmin de…

Cenâb-ı Hak:

“Her nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4) buyuruyor.

İnsan dâimâ, yalnızken bile edebe dikkat edecek, hayâya dikkat edecek. Ağzından çıkan söze dikkat edecek. Edebe mugâyir bir söz çıkmayacak. Edebe mugâyir bir davranış olmayacak. İnsanı hayvandan ayıran en mühim fârik vasıf, onun iffetidir.

Mevlânâ bir müşahhas misal olarak:

“Aklım (diyor), kalbimin kulağına eğildi, kalbime sordu:

«‒Din nedir?» dedi.

Kalbim de aklıma:

«‒Din, edepten ibârettir.» buyurdu.”

Hep, Efendimizʼe bak, edep; ashâb-ı kirâm, edep; evliyâullah, edep…

Onun için Cenâb-ı Hak:

قَوْلًا مَيْسُورًا (Bkz. el-İsrâ, 28)

قَوْلًا لَيِّنًا (Bkz. Tâhâ, 44)

قَوْلًا كَرِيمًا (Bkz. el-İsrâ, 23)

Cenâb-ı Hak daimâ konuşmamızda bile bizim edep ile, Kurʼân-ı Kerîm lisânıyla konuşmamızı (emrediyor).

Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâʼdan;

Giy o tâcı emîn ol her belâdan.

En mühimlerden biri de sabır:

Sabır. Değişen maddî ve mânevî şartlar altında sabır. En zor da sabır. Sabır, zorlukta, en zor sabır zannedilir. Değil. Varlıkta, en zor sabır, varlıktadır. Sıhhatte sabır zordur. Sıhhat dâimâ ihtirâsa götürür. Dünyevî meyilleri artırır, sıhhat.

Mal-mülkte sabır zordur: İsrâfa götürür, pintiliğe götürür, riyâzat hâlinde yaşamaya mânî olur.

Velhâsıl hastalıkta sabır, hayatın her safhasında sabır. Bu dünyada sabır. Âhirette sabır yok, şeyde -af edersiniz- Cennetʼte sabır yok. Cennetʼte hep güzellikler var.

Sabır üçtür, buyruluyor:

“Musîbetlere karşı sabır.” “Yâ Rabbi! Senʼdendir, hikmetini Sen bilirsin…”

İkincisi: “Kullukta sabır.” İbadetleri de ihmâl etmeme. Orada azim, sabır.

“Günah işlememekte sabır.” Toplumun tahriklerine karşı sabır.

Velhâsıl bu, farzların, zâhirî farzların, bâtınî farzlar da bu ve emsalleri. Yine bunun şeyinde, zâhirî günahlar var: Kumar, içki, zinâ, sirkat vs. hırsızlık, şu bu… Bunun şeyinde de bâtınî günahlar var. Fakat bâtınî günahlara dikkat edilmiyor.

Bunun en başında gurur, kibir geliyor.

İsrâ Sûresiʼnde:

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!..” (el-İsrâ, 37) buyruluyor.

Velhâsıl kibir Cehennemʼde. Velhâsıl bunun da en ağır, bu, cezâ, bu kibir. Çünkü kökü Cehennemʼden gelen bir hâdise.

İblis, bu kibrinden dolayı isyân etti.

Bel‘am bin Bâûrâ sâlih bir kuldu. O da bir nefsânî arzusuna meyletti. ‘râf Sûresiʼnde (bildirildiği üzere) o da helâk oldu gitti.

Kârun, Tevrâtʼı en iyi tefsir edenlerden biriydi. Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-ʼın akrabasıydı. O da kazandığını kendi gücünden kazandığını vehmederek Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-ʼa tavır koydu. İftirâya kadar gitti. Cenâb-ı Hak, (onu) güvendiği, sığındığı, barınak, sığınak edindiği servetiyle beraber yerin dibine gömdü.

Velhâsıl bu kibir, -Allah korusun- çok fâcia bir hâdise. Onun için kul… Cenâb-ı Hak “ben” istemiyor. Dâimâ kul; “Sen yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi!” istiyor. “Ben yaptım, ben ettim, ben becerdim.” yok! “Yâ Rabbi! Sen lûtfettin, Sen ihsân ettin.” Kulun dili hep o şekilde olacak.

Diğer bir haram: Haset.

Cenâb-ı Hak Nisâ Sûresiʼnde:

“Yoksa onlar, Allâhʼın lûtfundan verdiği şeyler için insanları kıskanıyorlar mı?..” (en-Nisâ, 54) buyuruyor.

Hâle râzı olabilmek. Niye haset ediyorsun? Taksîm-i ilâhî… Belki sende, heves ettiğin sende olsaydı, seni o, felâkete götürecekti. Gaybı biliyor musun? Onun için en mühim; Cenâb-ı Hakkʼın verdiği nîmetlere bir teşekkür edâsı içinde olabilmek…

Öfke: Bütün cinâyetlerin, kötülüklerin başı öfke.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

“O takvâ sahipleri bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar. Gayzlarını/öfkelerini yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134)

Öfkeni yutacaksın, ondan sonra öfkelendiğin kimseyi affedeceksin.

“…İnsanları affederler. Allah muhsinleri sever.” (Âl-i İmrân, 134) buyruluyor.

Riyâ: Cenâb-ı Hak, “mütekebbir” sıfatına ortaklık istemiyor. İbadette bir ortak olmayacak, “hasbeten lillâh” olacak. Riyâ olmayacak.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Ben sizin puta tapmanızdan endişem yok diyor. Fakat diyor, sizin diyor riyâya kaçmanızdan endişem var.” buyuruyor. (Benzeri rivâyet için bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 21)

Onun için bütün şey mahfî olacak.

Cimrilik: Cenâb-ı Hak aslâ istemiyor cimriliği. Yani kimin malını kimden saklıyorsun?!. Allah sana verdi bir emânet. Cimriliği aslâ istemiyor.

“…Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine yenisini verir…” (Sebe’, 39) buyuruyor.

Velhâsıl bu cimrilik de ayrı bir hastalık, ayrı bir kanser.

Âyet-i kerîmede; “devamlı sayar” buyruluyor. Kendisinde kalacak ki. Biz onu Hutameʼye, sarıcı bir ateşe dûçâr edeceğiz, buyruluyor. (Bkz. el-Hümeze, 2-7)

İsraf: O da zamanımızda bir fâcia, israf. Nedir israf? Allâhʼın verdiği emâneti kendine kullanmak. Cenâb-ı Hak riyâzat hâlinde yaşamamızı istiyor. İnfak etmemizi arzu ediyor.

Cenâb-ı Hak:

“…İsraf edenleri Allah sevmez.” buyuruyor. (Bkz. el-A‘râf, 31; el-En‘âm, 141)

Fakat bugün maalesef reklâmlar, vs. şu, bu, bir üstüne bakma, toplumu tamamen israfa götürüyor. O hâle gelmek için varoşlardaki kimseler de maalesef mâneviyâtını kaybediyor. Bu da ayrı bir haram, israf. “Şeytanın arkadaşlarıdır.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-İsrâ, 27)

Diğer şey: Tecessüs.

Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَجَسَّسُوا buyuruyor. (el-Hucurât, 12) Yani bir müʼmin diğer birinin gizli hâllerini araştırmayacak. Bu da, tecessüs, bu neye götürüyor tecessüs? Gıybete götürüyor. Bu da bir haram.

Beterin beteri: Yalan.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe:

“‒Bir müʼmin şunu yapar mı, şunu yapar mı?” (diye soruluyor.)

“‒Yapabilir ama aslâ yalan söylemez.” buyuruyor. (Bkz. Muvatta’, Kelâm, 19; Beyhakî, Şuab, IV, 207)

Yalan ne yapıyor; -âyet-i kerîmede- “kalpteki olan hastalığı artırıyor”. (Bkz. el-Bakara, 10)

Velhâsıl bir müʼminin lügatinde yalan olmayacak. Ve müʼmin dâimâ bir “el-emîn, es-sâdık” olacak…