DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
ALLÂH’IM! BİZİ GÜNAHTAN KORUYACAK KORKU VER!
İbn-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu duâları yapmadan önce bir meclisten kalktığı pek az olurdu…” buyuruyor. O duâlar bize de telkin:
“Allâhʼım! Bize günahla aramıza engel kılacak kadar korkudan hisse ver…” (Tirmizî, Deavât, 73)
Günaha engel olacak kadar bize, kalbimize korku ver. O korku olacak ki o günahı işlemeyeceksin. Korku olacak ki dedikodu etmeyeceksin. Korku olacak ki hiçbir müslüman kardeşine bir haksızlık etmeyeceksin. O korku olacak ki bütün Allâhʼın mahlûkâtına merhametli olacaksın.
Ondan sonra devamı:
“Bizi Cennetʼine ulaştıracak kadar tâatini nasîb eyle…” (Tirmizî, Deavât, 73)
Onu da bilemiyoruz ne kadar? Bir zekâtın nisâbını biliyoruz. Fakat Allah bize -celle celâlühû-, ne kadar bize ikram etti, ne kadar istîdat verdi ve biz bu istîdâdın ne kadarını îfâ ediyoruz, onu da bilemiyoruz.
Onun için sahâbî, tâ Çinʼe kadar gitti. Semerkandʼa gitti. Afrikaʼnın uçlarına kadar gitti. Atlas Okyanusuʼna kadar gitti.
“Dünya musîbetlerini hafifletecek güçlü îman ver…” (Tirmizî, Deavât, 73)
Ne kadar îman artarsa o kadar hafifler (musibetlerin ağırlığı).
Efendimiz buyuruyor:
“En çok çile çemberinden geçen peygamber benim.” buyuruyor. (Bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)
En çok çile Peygamber Efendimizʼde. Her türlü çile var. Yani bir çile söyleyin ki o çile Efendimizʼde yok, o yok. Muhakkak, çilenin her türlü çilenin bir benzeri, Efendimizʼin başından geçti. Onun için:
“En çok çile çemberinden geçen peygamber benim.” buyuruyor. Fakat en huzurlu yine O. Niye? Çünkü:
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])
Kalp, Cenâb-ı Hakʼla beraber.
Onun için Efendimiz buyuruyor:
“Dünya musibetlerini hafifletecek güçlü bir îman ver…” (Tirmizî, Deavât, 73)
Ondan sonra Allâhʼa hamd ediyor Efendimiz:
“Bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden faydalandır…” (Tirmizî, Deavât, 73)
Yani gözümüzü nerede kullanıyoruz? Kulağımızı nerede kullanıyoruz? Vücudumuzu nerede kullanıyoruz? Bunların hepsi âhirette şehâdet edecek. Gözler şâhitlik yapacak, kulaklar şâhitlik yapacak, beden şâhitlik yapacak. İşte bu gözü, kulağı vs. Cenâb-ı Hakkʼa kulluğa vâsıta edebilmek…
Ölümümüze kadar onların o faydalarını devam ettir, buyuruyor Efendimiz.
“Bize zulmedenlerden öcümüzü Sen al…” buyuruyor. (Bkz. Tirmizî, Deavât, 73)
Yani “Allâhʼın dînini tahkir edenlerden, müslümanları tahfif edenlerden, onun cezâsını Sen ver yâ Rabbi!” buyuruyor.
Ondan sonra yine Efendimiz duâ ediyor:
“Bizi dînimizde musibete uğratma!..” (Tirmizî, Deavât, 73) Allah korusun.
Rasûlullah Efendimizʼin her duâsı ayrı bir güzellik, ayrı bir telkin.
Efendim, bu gün bir de düğünümüz var bizim. Bu hâfızlık cemiyetiyle bu düğün birleşti. O düğüne de bir bereket teşkil eder -inşâallah-. Burada sadece birkaç dakika ile bitireyim.
Evlilik hayatında Cenâb-ı Hak takvâ istiyor. Bugün -maalesef- bu çok azaldı. Şeylere bakıyoruz; üç ayda diyorlar boşanma oranı; evlilik oranının üçte biri boşanma oluyor. Bâzı aylarda dörtte biri boşanma oluyor.
Bu, eskiden boşanma, bizim çocukluğumuzda çok ender bir hâdiseydi. Ona göre evlâtlar yetiştirilirdi. Gelin evden gönderilirken:
“‒Kızım! (Denirdi.) Beyaz gelinlikle gidiyorsun, lekesiz bir kefenle öbür tarafa çıkarsın, gidersin.” denirdi.
Şimdi ayrı:
“‒Sen yüksek tahsil yapıyorsun, kendini ezdirme!” vs. şu, bu… Telkinler değişti -maalesef-.
Tek, huzurlu bir âile hayatı için bir takvâ ile dolu bir âile hayatı olması lâzım. Her yerde huzur takvâda.
Cenâb-ı Hak Rûm Sûresiʼnin 21. âyetinde:
“Kaynaşmanız için size kendi içlerinizden eşler yarattık…
لِتَسْكُنُوا : Huzur ve sekînet verecek evlilik. Âilede bir huzur olursa, bu huzur, hayatın her safhasını istilâ eder.
مَوَدَّةً : Sevgi ve muhabbet olacak. Süflî muhabbetler ömrünü tüketecek; ulvî muhabbetler, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmaya vesîle olacak.
Cenâb-ı Hakkʼın bir ismi de “el-Vedûd”. Muhabbetin merkezi Cenâb-ı Hak. Âile hayatında eşlerin muhabbeti, takvâ hayatı yaşarlarsa bu ilâhî muhabbete bir basamak olacak. İşte Efendimizʼin evliliği…
Üçüncüsü:
رَحْمَةً : Bilhassa evliler, birbirine destek olacaklar. Bilhassa yaşlılıkta bu daha da artacak. Birbirine baston olacaklar tâbir câizse.
Velhâsıl bu takvâ dolu bir evlilikte temel malzeme, şefkat olacak, merhamet olacak.
Rahmetli pederim, evlenenlere şu tavsiyede bulunurdu, eşlere:
“Siz (derdi), saâdet istiyor musunuz? Eğer saâdet istiyorsanız, birbirinize merhametli olacaksınız. Fakat bu merhamet de Allah yolunda merhamet. Birbirinizi seherlerde kaldıracaksınız. Beraber Kurʼân-ı Kerîm okuyacaksınız. Beraber birbirinize hadîs-i şerîf okuyacaksınız. Takvânızı artıracaksınız. Bu şekilde birbirinize merhametli olacaksınız.”
Rahmetli pederimin yeni evlilere tavsiyesi buydu.
Yine buyruluyor, bu, huzurlu evlilikte beş tane şart mühim:
Birincisi; “muhabbet”. Bunun da menşei, Cenâb-ı Hakkʼa âit.
İki tarafın Allah rızâsına uygun bir şekilde, bu, Allah rızâsına uygun hâli artırmaları, birbirlerinin rûhuna girecek bir damar bulmaları, takvâ olarak bir damar bulmaları.
İkincisi; “sadâkat”. Zor zamanlarda birbirlerinin fedakârlığı. Bu, Efendimizʼde o sadâkat zirvede. Hatice Vâlidemizʼin bir sadâkati. Onun için Hatice Vâlidemizʼin vefat ettiği seneye “hüzün senesi” denildi. Ki Hatice Vâlidemizʼin sadâkati ne güzel bir misal, evliliğe. Her şeyiyle; canıyla, malıyla, her şeyiyle Allah Rasûlüʼne bir fedâ hâlindeydi.
Karşılıklı saygı olacak. Samimiyet olacak, lâubâlîlik olmayacak. Vakar olacak kibir olmayacak. Tevâzu olacak, zillet olmayacak. Evliliğin hudutları iyi korunacak.
Sabır olacak evlilikte. Taraflar, zor zamanlarda birbirinin güzel huylarını düşünecekler. Aralarında münâkaşa olmaması için dikkat edecekler. Eğer ufak tefek bir şey olursa, çocuklarının yanında olmayacak, inʼikâs olmayacak.
Mesʼûliyet olacak. Tarafların birbirine vazifelerini ihmal etmeme olacak. İki tarafın anne-babaları aynı hâle gelebilecek. Bilhassa emânet olan yavruları hayır-hasenatla teçhiz edecekler.
Bugün de bu çok mühim kardeşler. Maalesef eskiden bizim gençliğimizde sinema vardı. Sinemaya giden de en fazla -zaten maddî imkânlar da yoktu- on beş günde bir giderdi.
Bugün sinema evin içine geldi. Hattâ her odaya geldi. Belki yüzlerce kanal var. Yüzlerce kanaldan istediği yere gidiyor. Nefsine uygun her şeyi seyrediyor. Bir iptilâ hâlinde. Her odada var.
Daha beteri, cep telefonlarına geçti bugün. İnternete giriyor, istediği yerde oynuyor, şey yapıyor vs. O çocukların şeyine bakın kasetlerine; “vur, kır, döv, bilmem ne, köşeyi dön” vs… Tam nefsânî hayatını palazlandırma, rûhânî hayatına çocuğun zehir serpme.
Efendimiz buyuruyor:
“Çocuk, yavru, İslâm fıtratı üzerine doğar.” (Bkz. Müslim, Kader, 22; Buhârî, Cenâiz, 92)
İslâm fıtratı üzerine çocuğun (mâneviyâtına) zehir serpiliyor. Yine o televizyon, internet, meselâ burada devamlı reklâmlar, kandırıcı reklâmlar, kandırıcı modalar, şahsiyeti zedeleyecek. Anne-baba da eğer güçsüz ise, yavru kayıyor gidiyor.
Bu, bugün çok mühim kardeşler. Arkamızda güzel bir nesil bırakabilmek… Cenâb-ı Hak da bizden bunu istiyor:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla!..” [el-Furkân, 74])
Göz nûru olmamızı… Göz nûru âileler yetiştireceğiz. Göz nûru âilelerden de o hanımlardan da göz nûru evlâtlar yetişecek. Biz de toplumda;
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74]) buyuruyor.
Takvâda önder olacağız, takvâda yol göstereceğiz. Takvâ hâlinde olacağız ki, ne kadar takvâ hâlinde olursak, o kadar irşâd etmiş oluruz. Onun için yavrularımızı, tekrar bugün ne güzel bir hâfızlık cemiyeti yaptık…
Anne-babalar! Tekrar tekrar, bize en büyük servet, yavrularımızın Allah yolunda olmasıdır. Bugün -elhamdülillah- eskisi gibi değil, müesseseler açık.
Ben, İmam Hatibʼin ilk talebelerindenim. O gün bu imkânların onda biri yoktu. Bugün imkânlarımız çok genişledi. İmkânlarımız çok arttı bugün. Arttı ama, mesʼûliyetlerimiz de arttı ona göre.
Anne-babalardan mektuplar geliyor:
“‒Efendim, oğlum böyle oldu, kızım böyle oldu…” diyor vs. diyor. “Ben onun (diyor), istikbâli için onu şuraya buraya gönderdim. Üniversite imtihanlarını kazandı. Bilmem ne, şu kurslara gönderdim. Şimdi böyle böyle…” diyor.
Peki sen ne verdin ki ne istiyorsun? Ne verdin yavruna mânen? Ne verdin ki ne istiyorsun şimdi?..
Onun için, bu İslâm fıtratıyla dünyaya gelen yavrularımıza çok çok îtinâ göstermemiz zarûrî. Onun için Efendimiz ne buyuruyor:
“Esas hayat, âhiret hayatıdır.” buyuruyor. (Buhârî, Rikāk, 1)
Bu dünyaya âhiret için geldik. En fazîletli baba, anne; evlâdını, arkasında, bir nesil bırakan, hayırlı bir nesil bırakarak giden anne-babadır.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak kendimizi sâlih, hanımlarımızı sâliha eylesin. Arkamızdan da:
قُرَّةَ اَعْيُنٍ : “göz nûru” olacak bir nesiller bırakmamızı Cenâb-ı Hak nasîb eylesin ki, Efendimiz; “iftihar edeceğim kıyâmet günü” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)
Şimdi, eğer kıyâmet günü biz Efendimizʼin, o zor gün, bir tebessüm etmesini bize arzu ediyorsak, kendimizin de sâlih-sâliha, sâdık-sâdıka olmamızı, yavrularımızın da o şekilde olmasına gayret etmemiz lâzım -inşâallah-. Rabbimizʼin lûtfuyla -inşâallah-.
Cenâb-ı Hak hâfızlarımızı -inşâallah- ehl-i hâl olan hâfızlardan eyler.
Sâmi Efendi Hazretleri -kuddise sirruh- Allah dostlarından bir dosttu. Meclislerinde bulunduk. Hâliyle, kāliyle, yaşayışıyla bir hâfız efendi geldiği zaman, ayağa kalkarlardı. Onu ayakta karşılarlardı. Yanlarına oturturlardı. Ayrı ikram ederlerdi onlara.
Hattâ bir misal anlatırlardı:
Adanaʼda 60 sene evvel, vefat eden bir müezzin efendi, ehl-i hâl bir hâfız… Hâliyle, kāliyle, her şeyiyle hâfız. 30 sene (sonra) feth-i kabir yapılıyor; yol geçecek. Aynı cesediyle beraber tertemiz, tâze olarak çıkıyor hâfız efendi.
Bunun, zaman zaman Cennetüʼl-Bakîʼde de olduğunu söylüyorlar. Bâzen kabri açıyorlar, orada kalıbıyla beraber çıkıyor.
Bunlar; işte toprağa bile Cenâb-ı Hak, bu Kurʼânʼı hıfzedenler, Kurʼânʼı yaşayanlar, Kurʼânʼı yaşatanlar için, toprağa Cenâb-ı Hak; “Yeme!” emri veriyor.
Ben, uzatmayayım, uzadı sohbetimiz. Cenâb-ı Hak kendimizi de yavrularımızı da sâlih-sâliha, sâdık-sâdıka eylesin -inşâallah-.
Bugün düğünü olan iki yavrumuza bir duâ edelim. -İnşâallah- Cenâb-ı Hak onları da -inşâallah- mesud eder ve hayırlı nesiller nasîb eyler.
اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ. وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ. اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ هَذَا الْعَقْدَ مَيْمُونًا وَ مُبَارَكًا. وَاجْعَلْ بَيْنَهُمَا اُلْفَةً وَ مَحَبَّةً وَ قَرَارًا. وَلَا تَجْعَلْ بَيْنَهُمَا نَفْرَةً وَ فِرْقَةً وَفِرَارًا. اَللّٰهُمَّ اَلِّفْ بَيْنَهُمَا كَمَا اَلَّفْتَ بَيْنَ آدَمَ وَ حَوّٰى. وَ بَيْنَ مُحَمَّدٍ صَلَّى الله ُعَلَيْهِ وَ سَلَّمَ وَ خَدِيجَةَ الْكُبْرٰى. وَ بَيْنَ عَلِىٍّ كَرَّمَ اللهُ وَجْهَهُ وَ فَاطِمَةَ الزَّهْرٰى رَضِىَ اللهُ عَنْهَا. اَللّٰهُمَّ اَعْطِ لَهُمَا وَلَدًا صَالِحًا وَ رِزْقًا وَاسِعًا وَ عُمْرًا طَوِيلًا وَ قَلْبًا خاَشِعًا وَلِسَانًا ذَاكِرًا. رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَ ذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا.
Duâmızın kabûlü niyâzıyla; Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..