DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
ANNE-BABANIN VAZİFELERİ NELERDİR?
Anne-babanın vazifeleri nelerdir?
Bir defa isim müsemmâyı çeker. Evlâdına güzel bir isim koyabilmek. Yani o isimle çağırırken bir hoşluk, bir güzellik gelmesi. Bu çok mühim.
Efendimiz zamanında bir devenin sütü sağılacak.
“–Kim devenin sütünü sağacak?” diye Efendimiz soruyor. Bir kişi kalkıyor. Efendimiz:
“‒İsmin nedir?” diyor.
“‒Mürre.” diyor. Acı, mânâsı. Câhiliye devrinden kalma.
“‒Sen otur.” diyor.
İkincisi kalkıyor.
“‒Senin ismin nedir?” diyor. O da diyor ki:
“‒Cemre.” diyor. Yani kor hâlinde yanan ateş.
“‒Sen de otur.” diyor.
Üçüncüsü kalkıyor:
“‒Yaîş.” diyor. Canlı, yaşayan mânâsına. Yaîş diyor.
“‒O zaman diyor, sütü sen diyor, sağ.” diyor. (Taberânî, Mûcem, XXII, 277; Muvatta, İsti’zan, 24)
Efendimiz bazen gezdiği geçtiği köylerde isim sorardı. İsim eğer rûha hoş gelmezse o ismi değiştirirdi. Rûha hoş gelen bir isim koyardı. Bir defa anne-babanın birinci vazifesi, evlâda güzel bir isim koymak.
İkincisi, mânevî bakımdan onun lokmasına dikkat etmek, helâl lokma yedirmek. Bu da çok mühim.
Taklit özelliği vardır çocuklarda, anne-babayı taklit eder. Örnek olacak davranışlarda bulunma. Çocuk eğer münâkaşalı ve kavgalı ortamda ise huysuzlaşır, hırçınlaşır. Huzurlu ve dengeli bir ortamdaysa, o güzel huylarla terbiye olmuş olur.
Yine diğer bir husûsiyet:
Çocukların davranışları, onlara hissettirmeden dâimâ kontrol altında olmalı. Özellikle onların göz önünde yapamadıkları kabahati, gizli ve tenha yerlerde işlemelerine meydan vermemeli. Yani onları göz ardı etmemeli. Çünkü yalana alışır, riyâya alışır. O da kendinde şahsiyet hâline gelir. Onun için o çocuklarda o çok mühim. Kontrol, anne babanın kontrolü, yerine göre îkaz etmesi, irşâd etmesi mühim çok.
Diğer husus:
Çocukların güzel işlerini takdir etmeli, onu mükâfatlandırmalı. Hatâlarını görmezden geçirmemeli.
Taltif de önemli.
Taltif de önemli. Çünkü taltif edildiği zaman şevki artar. Eğer göz ardı edilirse, îkaz edilmeyen kusurlar başlar.
Ne şımartma, ne kapatma tamamen, evet.
Meselâ İmâm Mâlik Hazretleri buyuruyor ki:
“Bana diyor, babam hadis ezberletir, bir hediye verirdi. Ben de bir hediye alacağım diye ertesi gün bir hadis daha ezberlerdim diyor. Öyle bir hâle geldim ki diyor, babam vermese bile ben zevkini ve lezzetini almaya başladım.”
Bilhassa bu kız çocuklarına çok dikkat etmek lâzım. Küçük yaşlarda kıyafet yanlışlıklarına müsâmaha göstermemek lâzım. Bazı anne-babalar gafletle, “zevkini alsın” diyor. Zevkini alsın diyor ama, o çocuk bir sigara tiryakisi gibi, o giyime tiryaki olmaya başlıyor, hattâ daha beterine doğru gidiyor.
Modanın esaretine girmiş oluyor.
Diğer bir husus:
Çocuğu sık sık cezâ vererek arsız hâle getirmemek lâzım. Kazâ ile tabak çanak kırdığı zaman da azarlamamak, ona daha dikkatli olmasını îkaz etmek lâzım. Onu da bir tebessümlü bir şeyle, sîmâ ile îkaz etmek zarûrî olur. Ancak çocukların huy ve ahlâklarına işleyecek yanlışlar, hatâlar karşısında kesinlikle bir hoşgörü olmaması lâzım. Yanlış olduğunu kendisine mutlakâ ifade etmek lâzım. Onu nasıl îkaz edecek:
“‒Bak, Allah görüyor. Bu bizim kıyamet günü önümüze çıkacak bu yanlışlık. Orada, öbür tarafta huzurlu bir hayatının olmasını istemez misin?”
Yani tatlı dil. Çocuğun anlayacağı bir şekilde. Çocuğun anlayabileceği bir şekilde îkaz etmeli.
Âdâb-ı muâşeret kâideleri öğretilmeli. Ahlâk kâideleri. Meselâ bir çöp atmamak sokakta giderken. Bunu bir îkaz etmeli.
Ya da açıkta yemek…
Açıkta yemek, imrendirmemek kimseyi. Bunlar da çok mühim. Yani onu dâimâ îkaz etmeli.
“‒Bak oğlum demeli, senin yediğine imrenirse karşındaki, o sana bir fayda vermez; sana bir şifâ olmaz…” Bu şekilde îkaz da etmeli.
Sonra çocukların çocukluklarını yaşamalarına da mânî olmamak lâzım. Fakat burada ifrata götürmemek; ne ifrat ne tefrit.
Vasat, denge.
Vasat olarak götürmelidir.
Bir de en mühimi, çocukları hamd ve şükre alıştırmalı. Meselâ bir yılan gördü, bir solucan gördü:
“–Bak, Allah seni böyle yaratabilirdi. Bak Allah seni insan olarak yarattı. O da sana zimmetlidir. Sen ona, kapındaki bir köpeğe, kediye ikram edeceksin. Sen de kedi köpek gibi olup aç kalabilirdin…”
Dâimâ böyle olgun misallerle, anlayabileceği şekilde, o şekilde bir îkaz etmek lâzım.
İbadet ve hizmete alıştırmak lâzım. Namaza alıştırmak lâzım.
“Bak, ona da bir, Allâh’a teşekkür borcun. Bak, sana birisi bir bardak su verse teşekkür ediyorsun, bir çikolata verse teşekkür ediyorsun. Allah seni insan olarak yarattı. Namaz bizim bir teşekkür borcumuz en başta. Cenâb-ı Hak senin, Rabbine yaklaşmanı istiyor. «…Secde et ve yaklaş.» (el-Alak, 19) buyuruyor. Sen Allah’tan ne kadar kendin için bir güzellik istiyorsan, onun bir mukâbilini de senin îfâ etmen…”
Onun için, namaza alıştırmalı.
Vermeye alıştırmalı. Çocuk cömert olacak, merhametli olacak. Yani onu da kendinden. Meselâ çocuğa 20 lira haftalık veriyor bir anne-baba. Bunun sen 5 lirasını senden daha zor durumdaki bir arkadaşına harcayacaksın…
İnfakı öğretmek.
Onu bir merhamete alıştıracak anne-baba.
Velhâsıl çocuğumuzun kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne ve baba olmamız lâzım.
İnşâallah.
En mühimi bu.
En güzel mîras, bir annenin-babanın en güzel bırakacağı mîras, şahsiyet ve karakter mîrâsıdır. Onu Cennet yolcusu eder.
Ömer bin Abdülaziz’e diyorlar ki:
“–Sen devamlı elinde ne varsa infak ediyorsun, dağıtıyorsun. Çocuklarına biraz bıraksan olmaz mı? Senin arkandan ne olacaklar?”
O da diyor ki:
“–Benim çocuklarım diyor, benim yolumdaysa diyor, benim gibi olurlar, rahat ederler, huzur bulurlar. Benim gibi olmayacaklarsa zaten bırakacak bir şey olmaz.” buyuruyor.
Bu da güzel bir ölçü.
Bir de Efendimiz’e, hicrette, Ebû Talha, yetim olan çocuğunu getirdi:
“–Yâ Rasûlâllah dedi, bu dedi, on yaşında Enes dedi, Siz’e hizmet etsin.” dedi.
Efendimiz 53 yaşında. Yani 53 yaşında bir peygambere, 10 yaşında bir çocuk nasıl hizmet edebilir?
Efendimiz kabullendi. Örnek olacak, yetiştirecek Efendimiz onu.
Diyor ki:
“Beni diyor (Enes), Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir yere gönderirdi. Ben de çocuklarla, mahalle çocuklarıyla oynamaya dalardım. Hemen arkamdan gelirdi:
«–Enescik!» derdi.
Bakardım, Efendimiz’de asık bir surat yok, bir tebessüm, güleryüz.
«–Enescik!» derdi, «Seni şuraya göndermiştim değil mi?» derdi.
Hemen ben de:
«–Evet yâ Rasûlâllah! Hemen gideyim.» derdim. Hemen gidip îfâ ederdim.”
Enes 10 yaşında geldi. Efendimiz’le 10 sene bir beraberliği oldu. Efendimiz vefat ettiği zaman, Enes 20 yaşındaydı. Rivâyete göre 100 yaşına kadar yaşadı Enes. Diyor ki Enes:
“Ben diyor, rüyâ gördüğüm zaman diyor, Rasûlullah’ı mutlakâ görürdüm diyor. O’nu görmediğim bir rüya yoktu.” diyor.
Demek ki terbiyede en mühim unsur muhabbet.
Enes, hoca oluyor. Efendimiz’in yanında büyüdü 10 sene. Bir talebesi diyor ki:
“–Hocam diyor, üstad diyor, sanki diyor, bir yere bakarken diyor, Efendimiz’e bakıyorsun diyor. Sanki diyor bir şey söylemek istediğiniz zaman, sanki o mecliste Efendimiz var gibi konuşuyorsun.” diyor.
“–Evet diyor, vallâhi diyor, öyle bir hasretim ki diyor, kıyâmet günü yanına gideceğim diyor; «Yâ Rasûlâllah! Sen’in küçük hizmetçin geldi, ne olursun beni yanına al.» diyeceğim.” (Ahmed, III, 222. Krş. Buhârî, Savm 53, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil 82)
Ne görüyoruz burada?
Muhabbet.
Muhabbet görüyoruz.
Ve râbıtası hep devam ediyor.
O râbıta devam ediyor. Bu çok mühim. Bu, anne-babanın sanatı olmuş oluyor. O anne-baba unutulmuyor. Cenâb-ı Hak unutturmuyor.