Ashâb-ı Rakîm Kıssası

Ashâb-ı Rakîm Kıssası

“Ashâb-ı Rakîm” geçiyor Kur’ân-ı Kerîm’de, Kehf Sûresi’nde. Bu Ashâb-ı Rakîm, üç kişi bir yerden bir yere giderken, gece dağın tepesinden bir taş geliyor, bunların gece konakladığı mağaranın önünü kapatıyor. Üçü, bu taşı bertaraf etmek istiyorlar, edemiyorlar. Birbirlerine diyorlar ki:

“–Bizim bu taşı bertaraf etmemiz, bedenî gücümüzle mümkün değil. Ancak bunun için Cenâb-ı Hakk’a sığınalım, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla ancak kurtulabiliriz. Birbirimizle, düşünelim; biz hangi amelde daha çok olduksa Allah rızâsı için, ivazsız-garazsız, o amelle Allâh’a ilticâ edelim, o amelle tevessül edelim Cenâb-ı Hakk’a. İnşâallah Cenâb-ı Hak açar!..”

Yani canlı canlı mezara giriyor bu üç kişi.

“–Sen söyle.” diyorlar.

Birincisi diyor ki:

“–Benim annem-babam vardı diyor, bunlar yaşlıydı diyor, ben onlara çok ihtimam gösterirdim. Hayvanlarımız vardı, sütlerini sağardım. Anneme-babama içirmeden evlâtlarıma götürmezdim. Anneme-babama bu kadar muhabbet ve saygıda bulunurdum.”

Mağaranın kapısı biraz açılıyor. Fakat bir kişinin çıkacağı derece değil.

İkinciye:

“–Sen ne yaptın?” diyorlar.

O da diyor ki:

“–Benim diyor, âşık olduğum bir akraba, (halamın-teyzemin) kızı vardı. Onu hayat boyu elde etmek istedim, bir türlü elde edemedim. Bir gün açlık oldu, kıtlık oldu, o gün geldi bana;

«–Biz açız dedi, Allah rızâsı için ver.» dedi.

Ben de mukâbilinde dedim ki:

«–Benim senden ne istediğimi biliyorsun dedim. Onu kabul et, istediğin kadar vereyim.» dedim. Kızdı, gitti dedi. Bir müddet sonra üzülerek tekrar döndü:

«–Çâresiz, nâçar geldim dedi. Kabul ediyorum dedi. Fakat sana da Allah’tan korkmanı tavsiye ederim.» dedi.

Ben de o sırada tüylerim diken diken oldu, Rabbimden korktum;

«–Al alacağını, fazlasıyla al.» dedim.

Tam bu benim ömür boyu beklediğim bir andı. Fakat Allah rızâsı için bu günahtan vazgeçtim.” dedi.

Mağaranın kapısı biraz daha açıldı, fakat bir kişinin çıkacağı şekilde değildi.

Üçüncüye;

“–Sen ne yaptın?” diyorlar.

“–Benim diyor, çiftliğim vardı, hayvanlarım vardı diyor. Orada çalışan müstahdemlerin maaşını verirdim. Biri de almadan gitti diyor. Dedim ki diyor, o bir müddet sonra döner bana; «Sende az bir benim alacağım vardı, onu ver.» der. Ben de bu parayla onu üreteyim, geldiği zaman hiç yoksa biraz daha eline fazla bir şey geçsin.

Tâ ki seneler sonra geldi bu. Dedi ki:

«–Ben zamanında seninle çalışmıştım. Az bir alacağım vardı. Onu almaya geldim.»

Ben de ona koyunları gösterdim:

“–Al.» dedim.

Koyunlara baktı, bana baktı;

«–Benimle alay mı ediyorsun dedi, ben az bir şey çalışmıştım.» dedi.

«–Yok dedim, ben o az parayı Allah rızâsı için ürettim. İşte o gördüğün hayvanlar oldu. Al onları git dedim, onlar senin.» dedim.

Koyunlara baktı güldü, bana baktı güldü, sevine sevine aldı götürdü.”

Biraz daha açılıyor, şey çıkıyor, aradan üçü de çıkıyor. (Bkz. Buhârî, Edeb 5, Enbiyâ 53, Büyû‘ 98, İcâre 12, Hars 13; Müslim, Zikir, 100; Ahmed, IV, 274)

Yani burada, öyle bir hayatımızın her ânı bir zor zaman olabilir. Zaten çok zor zamanlarla karşılaşacağız; kabirde, kıyâmette filân… Demek ki amellerimizle, ivazsız garazsız, hasbeten yaptığımız amellerle Cenâb-ı Hakk’a tevessül edebilmek imkânını bu dünyadayken hazırlayalım -inşâallah-.

Tabi burada ben anne-babaya olan sevgiden bu mevzuyu anlatmış olduk. Yine bu anne-baba hususunda Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki: