DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
BÂTINÎ HARAMLAR NELERDİR?
İnsan, bu zâhirî günahlara dikkat eder ama, bâtınî günahların farkında olmaz. O zâhirî günahların da bu bâtınî günahlar, belki onun daha da ötesine geçer.
Zâhirî günahlar nedir? Kumar, içki, zinâ, sirkat/hırsızlık ve emsalleri…
Peki bâtınî haramlar nedir? Burada da, baştan geliyor; gurur ve kibir… Kimin vasfı bu? İblisʼin vasfı. Kökü nerede bunun? Cehennemʼde.
Nedir kibir? Cenâb-ı Hakkʼın kibriyâ sıfatına ortak olmandır. Ne haddine!?
Allah sana ne varlık vermiş, ne imkân vermişse, sana bir lûtfudur. İşte, meleklerin hocası iken şeytan, buradan kaydı gitti, kahroldu gitti.
Kârun, buradan kahroldu gitti. Sarayını kurdu, ziyafetler verdi. Dâimâ bir kibir şeyi içindeydi, tevzii içindeydi. Onu da Cenâb-ı Hak, kibrettiği sarayıyla, hazineleriyle Cenâb-ı Hak yerin dibine gömdü.
Hayrettir, Belʼam bin Bâûrâ da mâneviyatta çok üstündü. O da bu nefsinin arzusuna râm oldu. Onu da dili çıkmış bir köpek gibi, bir kelp hâline geldiğini, o kadar şaşkınlaştığını Cenâb-ı Hak bildiriyor. (Bkz. el-A‘râf, 176)
Sâlebe vardı. Efendimizʼin arkasında namaz kılardı. Namaz kılardı Sâlebe, hemen giderdi farz biter bitmez.
Efendimiz bir gün dedi ki:
“‒Sâlebe! Nedir acelen (dedi), nedir bu telâşın?” dedi.
Dedi ki:
“‒Yâ Rasûlâllah! Bir tek örtüm var (dedi). Şimdi ben namaz kıldım, eve gideceğim, hanım örtecek bununla, o da namaz kılacak (dedi). Dua et yâ Rasûlâllah (dedi), Allah bana çok servet versin, ben çok infâk edeyim (dedi). Daha rahat namaz kılayım, daha şey bulunayım.” dedi.
Efendimiz buyurdu ki:
“‒Sâlebe! (Dedi.) Şükredebileceğin az bir mal, şükredemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.” dedi.
“Şükredebileceğin az bir mal, şükredemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.” dedi.
Sâlebe yine ısrar etti, başka zaman geldi.
Efendimiz buyurdu ki:
“‒Sâlebe! Benim hâlim sana misal değil mi? (Dedi.) Ben sana misal değil miyim Sâlebe?” dedi.
Fakat tabi Sâlebe zamanla varlık artmaya başlayınca, namazlarını, câmiyi terk etti, şeyleri terk etti. Zekât memuru gittiği zaman da:
“‒Sen (dedi), zekât mı istiyorsun, yoksa cizye mi istiyorsun?” dedi.
Efendimiz:
“‒Bundan sonra ondan almayacaksınız!” dedi.
Hazret-i Ebû Bekir de almadı, Hazret-i Ömer de almadı:
“‒Allah Rasûlüʼnün almadığı bir şeyi biz de almayız.” dediler.
Vefât ederken:
“‒Âh! (Dedi.) Bana Allah Rasûlü demişti ki; «Sâlebe! Şükredebileceğin az bir mal, şükredemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.» Yine bana demişti ki «‒Sâlebe, benim hâlim sana misal değil mi?»” (Bkz. Taberî, Tefsîr, XIV, 370-3 72; İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 388)
Velhâsıl, Rabbimiz bu kibir illetinden, ucub illetinden, kendini beğenme illetinden Cenâb-ı Hak korusun!..
Efendimiz yine buyuruyor:
“Size Cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi?..”
Bakın, birincisi; “Katı kalp” diyor. Demek ki vicdan, sıfıra doğru inmiş.
“Kaba” diyor. Kabalık, insana âit bir keyfiyet değil; diğer mahlûkâta ait bir keyfiyet.
“Cimri” diyor. Allâhʼın verdiği malı kendine saklıyor. Korkaklık.
“Kurularak yürüyen kibirli kimsedir.” diyor. Bunlar diyor, Cehennemʼden bir grup insanı bildiriyor, dört grup insanı bildiriyor Efendimiz. (Bkz. Buhârî, Eymân 9, Tefsîr 68/1, Edeb 61; Müslim, Cennet 47)
Demek ki niye bildiriyor bunları? Bu vasıflar kendimizde eğer varsa, kendimizi bu vasıflardan koruyabilmek…
Velhâsıl; gurur, kibir, ucub, kendini beğenme, kökü Cehennemʼde olan bir huy…
Kibriyâ sıfatı Cenâb-ı Hakkʼa mahsus. Cenâb-ı Hak da kibriyâ sıfatına bir ortaklık istemiyor.
Diğer bir kötü haslet, yine bir haram olan bir haslet; haset…
Nedir haset? Allâhʼın sana verdiği, senin üzerine tahsis ettiği hakkına râzı olmamak, hakkına îtiraz etmek. Başkalarının durumuna göz dikmek.
Nisâ Sûresi 54. âyet:
“Yoksa onlar, Allâhʼın lûtfundan verdiği şeyler için insanları kıskanıyorlar mı?..”
“Haset etmekten sakının (buyuruyor Efendimiz). Zira ateşin odunu veya otları yiyip bitirdiği gibi, haset, iyilikleri yer ve bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44; İbn-i Mâce, Zühd, 22)
Ve “Birbirinizle hasetleşmeyin (buyruluyor)… Ey Allâhʼın kulları, böylece kardeş olun.” (Bkz. Müslim, Birr 28-34)
Tabi bu hasetlik, sırf malda-mülkte değil, her şeyde hasetlik. Makamda hasetlik, vesâirede hasetlik, her şeyde hasetlik. Allah korusun, bu da kötü haramlardan biri.
Kurtuluş ne? Efendimiz, buyruluyor; üç defa göğsünü gösterdi; “Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Birr, 32)
Diğer bir husus, haram olan; öfke.
“(O takvâ sahipleri) ki bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar…” (Âl-i İmrân, 134)
Cenâb-ı Hak bir müslüman şahsiyetini bildiriyor. Bollukta da verecek, darlıkta da verecek.
Ebû Zerrʼin hiçbir şeyi yoktu. (Efendimiz ona:)
“–Ebû Zer! (Dedi.) Çorbana su kat.” dedi. Bir…
İki: “Etrafını gözet.” dedi. Kim aç, kim tok?.. (Bkz. Müslim, Birr, 142)
Üçüncüsü: “Tevzî ederken de bir nezaketle tevzî et.” buyurdu darlıkta olanlara.
“O takvâ sahipleri ki bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar. Gayzlarını (öfkelerini) yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134)
Bu da çok mühim, öfkeyi yutmak.
“…İnsanları affederler, Allah da bu güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân, 134)
En zor, bu öfkeyi yutmak.
Ali -radıyallâhu anh- (bir cenk esnâsında) kâfiri yatırdı, çıkardı hançerini, tam saplayacak; kâfir, Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-ʼın yüzüne tükürdü.
Hazret-i Ali, kâfirin üzerinden kalktı, kılıcını kınının içine soktu:
“–Kalk git!” dedi.
Adam şaşırdı:
“–Ali (dedi), sen (dedi) bir fırtınaydın (dedi). Dalgalı bir denizdin (dedi). Ne oldu (dedi) bir anda (dedi) bir sükûnete girdin?” dedi.
“–Bak (dedi), o zaman (dedi) ben seni öldürseydim, tükürmeden evvel yüzüme, ben seni Allah için öldürecektim. Yüzüme tükürdün, içime nefsâniyet girdi. Bu sefer ben nefsim için öldürecektim seni. O ecrini kaybedecektim ben.”
İşte Cenâb-ı Hak “gayzlarını yutarlar” buyuruyor. (Bkz. Âl-i İmrân, 134)
Öfkelendiğin zaman -ne buyuruyor Efendimiz– iki rekât namaz kıl, abdest al, şeklini değiştir, oradan uzaklaş. (Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 3/4782-4784; Ahmed, V 152, IV 226)
Çünkü öfke geldiği zaman cinnet geliyor. Nasıl karşındakine bir diken, kalbine bir diken batıracaksın belli değil.
Diğer bir husus: Riya/gösteriş:
Cenâb-ı Hak ortaklık istemiyor yine. Riyâ bir ortaklıktır. Riyâ, Allah için yaptığın bir şeye, ona fânîleri ortak etmendir.
Hâlbuki; يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Bunu sen Cenâb-ı Hakʼtan bekleyeceksin; karşındakilerden de bir iltifat bekliyorsun! Onun için hayırları, mecburiyet varsa açıktan, mecburiyet yoksa gizliden vermek efdal. Fakat mecburiyet varsa açıktan vereceksin, o ayrı, birtakım şartlarda.
Cimrilik, diğer husus:
Cenâb-ı Hak; “Eli sıkı olma…” (el-İsrâ, 29) diyor.
“…Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine yenisini getirir…” (Sebe, 39) buyuruyor.
“Her Allâhʼın günü iki melek iner (buyruluyor). Bunlardan biri:
«–Allâhʼım! Malını verene yenisini ver.» diye dua eder. (Melek de cömerte dua ediyor.) Malını verene yenisini ver.» diye dua eder. (Diğer taraftan beddua ediyor bu ikinci melek:)
«–Allâhʼım! Cimrilik edenin malını yok et.»” (Bkz. Buhârî, Zekât, 27; Müslim, Zekât, 57)
Çünkü mal, benim zanneder. Hâlbuki mal, Allâhʼın. Mal, bir imtihan vâsıtası.
Diğeri; israf: Bu da haram.
“İsraf edenler (İsrâ Sûresiʼnde) şeytanın arkadaşlarıdır. Şeytan da Rabbine karşı çok nankördür.” (el-İsrâ, 27) buyruluyor.
İsraf nedir o zaman? İsraf; aşağılık duygusunu bastırma hareketidir.
İnsan, şahsiyeti ve karakteriyle kendi şahsiyetini sergilemesi lâzım. Öyle yapamıyor, şahsiyeti düşük; bunu israf etmek sûretiyle, gösteriş yapmak sûretiyle, aşağılık duygusunu bir bastırma faaliyetine giriyor. Bunu da Cenâb-ı Hak haram kılıyor.
Diğer bir şey; tecessüs:
Yani herhangi biri üzerinde, onda bir kusur arama. Cenâb-ı Hak; وَلَا تَجَسَّسُوا buyuruyor. Cenâb-ı Hak tecessüs istemiyor. Cenâb-ı Hak “…Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın…” (el-Hucurât, 12) buyuruyor. Ayıp ve kusur araştırmak; tecessüs. Hattâ büyükler, gıybeti bile keserlerdi; “‒Senin bahsettiklerin bende daha çok var.” derlerdi.
Onun için, günaha düşen bir kimseye, onu; iş, onu ıslah edebilmektir.
Onun için Mevlânâ buyuruyor:
بَازآ بَازآ هَرْ آنْچِه هَسْتِی بَازآ
“Gel, gel ne isen de gel!..”
O meşhur şeyi; “‒Gel burada tedavi ol. Gel bu dergâhta İslâmʼın güzelliklerini gör. Gel bu dergâhta huzur bul.”
“‒Yok sarhoşsan da, ayyaşsan da, edepsiz, iffetsizsen de gel burada onu işle.” (demek) değil bu.
Velhâsıl bir müslüman, dâimâ bir gönlü bir dergâh olacak. Bir rehabilite merkezi olacak. Yani günaha duyulan nefreti günahkâra taşırmayacak. Bilâkis günahkârı, yaralı bir kuş gibi şefkate muhtaç kabul ederek onu merhametle gönül sarayına alıp tedavi edecek onu. Bu da farz.
Hak dostları, insanları ceza vererek değil, faziletle onları ıslah etmişlerdir. Onlar günaha kızarlar, fakat günahkârı da tedavi etmek üzerinde gayret ederler Hak dostları.
Bir kişi; o, dördüncü içki âyeti indi; haram oldu. Bir kişiyi sarhoş olarak yakaladılar. Efendimizʼin huzuruna getirdiler. Biraz da tartaklayarak getirdiler. Efendimiz bir tek cümle söyledi. O cümleyle adam, o andan itibaren içkiyi bıraktı. Demek ki sözü söylemesini bilebilmek…
“‒O (dedi), Allah ve Rasûlʼünü sever.” dedi. (Bkz. Buhârî, Hudûd, 5)
Adam dedi ki vicdânen; “Ben Allah ve Rasûlʼünü seviyorsam bunu bırakmam lâzım.”
“O, Allah ve Rasûlüʼnü sever.” dedi; adam o anda içkiyi bıraktı. Demek ki bu, sözü kullanmayı bilebilmek.
Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
قَوْلًا سَدِيدًا (Bkz. en-Nisâ, 9; el-Ahzâb, 70)
قَوْلًا مَيْسُورًا (Bkz. el-İsrâ, 28)
قَوْلًا بَلِيغًا (Bkz. en-Nisâ, 63)
قَوْلًا كَرِيمًا (Bkz. el-İsrâ, 23)
Yine birisi geldi. Yeni herhâlde (yeni) müslüman olmuştu. Mescid-i Nebevîʼye geldi. Döndü, orayı kirletti, bevlini yaptı. Sahâbe neredeyse kılıcını alıp adamı parçalayacaklardı. Efendimiz buyurdu, bir rivâyette:
“‒Bırakınız bitirsin.” dedi.
Adam bitirdi, def-i hâcetini yaptı. Efendimiz:
“‒Bir kova su getirin.” dedi. Ya kendisi döktü veyahut da kendisi döktürdü. Dedi ki ona:
“‒Bak (dedi) burası (dedi) Allâhʼa secde edilen bir mekândır. Allâhʼın kelâmı okunan bir mekândır. Bundan sonra böyle hâcetin geldiği zaman, bunu, dışarıda yaparsın.” dedi.
Adam, bu, sahâbînin bu kadar şeyini görünce, sertliğini; Efendimizʼin yumuşaklığını görünce:
“‒Yâ Rasûlâllah! (dedi) Allah ikimizi de affetsin.” dedi.
Efendimiz de ne güzel bir târif:
“‒Yok (dedi), bak bu kardeşlerine de dua edeceksin (dedi). Allah hepimizi affetsin.” dedi. (Bkz: Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80; Müslim, Tahâret, 98-100; Ebû Dâvûd, Tahâret 136)
İşte İslâm budur…