DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
BERAAT KANDİLİ SOHBETİ
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, lâtif, mübârek, mücellâ, musaffâ, pâk rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, şehidlerimizin rûh-i şerîflerine, geçmişlerimizin rûh-i şerîflerine; vatanımızın, milletimizin, şerirlerin şerlerinden, bütün İslâm dünyasının muhafazasına; mübârek Beraat gecemizin ümmet-i Muhammed için bir rahmet, bereket, huzur olması niyaz ve duâsıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…
Muhterem Kardeşlerimiz!
Duhân Sûresi’nden 6 âyet okundu. Orada bu, Kadir gecesinin ve bu Beraat gecesinin ehemmiyetini Cenâb-ı Hak bildirmektedir.
Ondan sonra Rahmân Sûresi’nden okundu. Orada Cenâb-ı Hakk’ın en büyük bir lûtfu bildiriliyor.
Ondan sonra “اِقْرَاْ” ilk inen Hira’daki beş âyet okundu. Orada nasıl hayatımız bir istikâmet hâlinde olacak, nasıl mârifetullah’tan bir nasîb alacağız, nasıl Cenâb-ı Hakk’a güzel bir kul olacağız; onlar tebliğ ediliyor.
Duhân Sûresi’nden başlayalım:
Cenâb-ı Hak:
“Hâ mîm.” (ed-Duhân, 1) olarak hurûf-i mukattaa. Arkasından;
“Apaçık olan Kur’ân’a andolsun ki Biz onu mübârek bir gecede indirdik.” (ed-Duhân, 2)
Kur’ân’ın kıymetini ve bu iki gece, Kur’ân-ı Kerîm ile büyük bir bereket kazanıyor.
Yani icmâlî olarak Beraat gecesinde indiriliyor. Tafsîlî olarak da Kadir gecesi indiriliyor. Fakat bu iki gece, çok mühim bir gece.
“Kuşkusuz Biz, îkaz ediciyiz.” (ed-Duhân, 3) Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Ondan sonra gelen âyette:
“Katımızdan bir emirle, her hikmetli işe o gecede hükmedilir…” (ed-Duhân, 4)
Demek ki bu, bir hüküm gecesi aynı zamanda.
“…Çünkü Biz, Rabbinin bir rahmeti olarak peygamber göndermekteyiz…” (ed-Duhân, 4) Burada Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’i, arkadan, peygamberin nasıl bir lûtuf olduğu bildiriliyor.
Fâtır Sûresi’nin 37. âyetinde de, kötü âkıbete uğrayanlar;
“‒Yâ Rabbi, bizi buradan çıkar, Cehennem’den.” diyecekler, Cenâb-ı Hak onlara iki tane soru soracak. Birincisi:
“–Dünyada düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?”
Geliş niye, gidiş niye, kimin mülkündesin?..
“–Düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?”
İkincisi:
“–Bir peygamber gelmedi mi?”
“–Evet.” diyecekler. Cenâb-ı Hak:
“–O zaman azâbı tadın!” buyuracak. (Bkz. Fâtır, 37)
Velhâsıl;
“…Çünkü Biz, Rabbinin bir rahmeti olarak peygamber göndermekteyiz…” (ed-Duhân, 4) Büyük bir rahmet, üsve-i hasene…
“…O, işiten, bilendir.” (ed-Duhân, 4) buyuruyor Cenâb-ı Hak.
Velhâsıl Kur’ân-ı Kerîm’de 33 yerde Allâh’a itaat, Rasûl’üne itaat bildirilmektedir.
Cenâb-ı Hak bazı günleri bazı gecelerden, bazı ayları müstesnâ bir lûtuf anları olarak ihsân etti. İçinde bulunduğumuz Şâbân-ı Şerîf, müstesnâ aylardan, hâssaten Şâban’ın 14’ünü 15’ine bağlayan gece, Beraat gecesi, mübârek gecelerden biri olmuş oluyor. Fazîletine binâen, isim müsemmâyı çeker, bu geceye “Leyle-i Mübâreke” deniliyor. Yani Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin, af ve mağfiretinin yoğun olarak tuğyân ettiği ilâhî bir gece…
“Leyle-i Berâe” bildiriliyor. Yani kurtuluş berâtını, kurtuluş belgesini alma gecesi, hüküm gecesi.
“Leyle-i Sakk” bildiriliyor. Bir vesika gecesi.
“Leyle-i Rahmet” deniliyor. Büyük bir af ve mağfiret gecesi, rahmet gecesi.
“Tebrie” ve “teberrâ”, “beraat” kelimesiyle aynı kökten gelmektedir. İlâhî huzurda beraat edebilmek için, teberrî lâzım, yani Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştıran her şeyden kalp korunacak. Onun için kelime-i tayyibe “lâ ilâhe” ile başlıyor kelime-i tevhid. Baştan, Allah’tan uzaklaştıran her şeyden kaçacaksın. Kalbin maddî ve mânevî putlarla dolmayacak.
Ondan sonra “tebrie” buyruluyor; Cenâb-ı Hakk’ın rızâsıyla dolacak. “İllâllah”, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatları o kalpte tecellî edecek, kalp Cenâb-ı Hak’la dost olacak.
Peygamberlerin bir vazifesi de “وَيُزَكِّيهِمْ” insanların iç âlemlerini temizlemek.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى
(“(Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])
O şekilde ancak, Allah’tan uzaklaştıran her şey kalpten silinecek. Fücur silinecek, takvâya mesâfeler alınacak. O şekilde kul, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacak.
Rivâyete göre bu gece, yani Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece, doğacak, öleceklerin yazıldığı bir gece. O bildiriliyor. Bu, Levh-i Mahfuz’da var. Bütün ilâhî, ekolojik denge, Levh-i Mahfuz’da var. Fakat o indiriliyor, bildiriliyor. Doğacak ve ölecekler bildiriliyor. Geçen sene olup bu sene olmayanlar var. Gelecek seneye kimler var, kimler yok? Acaba ben var mıyım, yok muyum?..
Rızıklar indiriliyor. Rızıklar maksum, taksim…
Ameller ilâhî huzura yükseltiliyor.
Kulların amelleri günlük olarak sabah ve akşam melekler tarafından Cenâb-ı Hakk’a yükseltiliyor. Hattâ bazı melekler diyor ki;
“‒Yâ Rabbi diyorlar, -vardiya değişirken melekler- o diyorlar, sabah namazını cemaatle kılıyordu diyorlar. Akşamı cemaatle kılıyordu.” diyor…
Haftalık olarak Pazartesi ve Perşembe günleri. Cenâb-ı Hak biliyor, fakat yine melekler vasıtasıyla Cenâb-ı Hakk’a kullarının amelleri yükseltiliyor.
Yıllık olarak da Şâban ayının ortasında, 14’ünü 15’ine bağlayan gece yükseltiliyor.
Tabi melekler diyorlar ki:
“‒Yâ Rabbi Sen daha iyi bilirsin ama…”
Meleklerin vazifesi, yükseltiyorlar.
Yine bu Şâban ayına Rasûlullah Efendimiz (Ramazan dışında) en çok oruç tuttuğu ay, Şâban ayı olmuş oluyor.
Efendimiz bir îkazda bulunuyor Şâban ayında. Çünkü Receb ayında, üç aylara mü’minler bir iştahla başlıyor, heyecanla başlıyor. Fakat zamanla bir gevşeme oluyor. Efendimiz orada îkaz ediyor:
“(O ay) Receb ile Ramazan arasında, insanların kendisinden gâfil kaldığı bir aydır Şâban ayı…” (Bkz. Nesâî, Sıyâm, 70/2355)
Alışıyor çünkü…
“…O, kendisinde amellerin Âlemlerin Rabbi’ne yükseltildiği bir aydır. Ben de amellerimin oruçluyken yükseltilmesini istiyorum.” buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Nesâî, Sıyâm, 70/2355)
Tabi bu, o gün, Efendimiz buyuruyor oruç tutmamızı, tabi mümkün olduğu kadar, yani imkânı müsait olanların oruç tutmalarını… Bir de namazı Efendimiz o gece namaz da kılınmasını arzu ediyorlar.
Tabi oruç çok mühim. Tabi bu oruç, sırf midenin açlığı değil. Göze oruç, kulağa oruç, bilhassa ağza tutturulabilecek oruç, yani dedikodudan kulağı gıybetten vs. kaçındırmak. Öyle bir oruca;
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183)
Yine İbn-i Mâce’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“…Zira Allah Teâlâ Güneş’in batmasıyla beraber Dünya semâsına rahmet nurlarıyla tecellî buyurur. «Yok mu benden af dileyen, onun günahlarını bağışlayayım. Yok mu Ben’den rızık isteyen, onu Ben rızıklandırayım. Yok mu bir musibetzede, duâ etsin de âfiyet vereyim. Şöyle olan yok mu, böyle olan yok mu?» diye kullarına tan yeri ağarıncaya kadar hitapta bulunur.” (İbn-i Mâce, İkāmetü’s-Salât, 191)
Demek ki biz bu şekilde ilticâda bulunacağız. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî takdîri nasıl, belki bunun mükâfatı âhirette olacak, onu bilemiyoruz. Fakat bize buyrulan, bu gecenin Cenâb-ı Hakk’a bir gözyaşı gecesi, bir ilticâ gecesi, Cenâb-ı Hakk’a bir sığınma gecesi…
Hazret-i Mevlânâ diyor ki:
“Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle duâ ve tevbe et. Zira çiçekler, Güneş’li ve ıslak yerlerde açar.”
Duâ ve bilhassa gözyaşı, ilâhî muhabbet bağına girenler için bir tevbe pınarıdır. Günahları yıkar, temizler. Bu gözyaşlarının bilhassa seher vakitlerinde olması, daha da güzeldir.
Yine duâ ve gözyaşı, Cenâb-ı Hakk’ın ümit dergâhıdır. Bütün ümitlerin kesildiği bir anda bu dergâhın eşiğinde ağlayanlara ne mutlu! Onlar gerçek bahtiyarlardır.
Bu Hak yolunda, Allah yolunda dökülen gözyaşının ehemmiyetini, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, keşfen, şu şekilde bildiriyor, yani gözyaşının Hakk’a yakınlığını, -kuddise sirruh- Hazretleri:
Bir gün yolda giderken, gökten meleklerin indiğini ve yerden bir şeyler kapıştıklarını gördüm diyor. Melekler birbirlerine;
“‒Kapıştığınız şey nedir?” diye sorarlar. Sorulan sorana der ki:
“‒Bir Allah dostu buradan geçerken iştiyakla bir «âh» çekti ve gözünden birkaç damla yaş döküldü. Bu vesîleyle Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretine nâil olmak için melekler o damlaları kapışıyorlar.” Mecâzî olarak.
Yine Mevlânâ buyuruyor:
“Cenâb-ı Hak bu dünyada senden birkaç damla gözyaşı alır. (Hak yolunda ama, acziyetinin idrâki içinde.) Ama karşılığında sana nice Cennet kevserleri bağışlar. O senden ilâhî sevdalarla, ilâhî ıztıraplarla dolu olan âh’ları, feryatları alır, her âh’a bir feryada karşı, yüzlerce mânevî mevkilere yükseltir, erişilmez makamlar ihsân eder.” buyuruyor.
Velhâsıl bu vecd hâlindeki, istiğrak hâlindeki duâlar, gönlün ilâhî rahmetle kucaklaşmasıdır bir noktada.
Duâda istenen nedir? İlâhî rahmet ve merhamettir. Bu itibarla duâda ilâhî dergâha yükselecek ilk ifade; âsîlik, günahkârlık, zayıflık ve acziyetin îtirafı olacak. Yani kul, “abd-i âciz” olduğunu ifade edecek. İşte bütün ehlullâha baktığımız zaman, ilk basamakları, “abd-i âciz” olmanın hususiyetleri içinde…
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri -mâlum- ciğer sattı sırmalı cübbesiyle.
Hâlid-i Bağdâdî tuvaletleri temizledi.
Nakşibend Hazretleri, 7 sene cerahatli hayvanları tedavi etti.
İmâm Gazâlî, “Acaba ben Allah rızâsında mıyım, şöhrette miyim?” diyerek müthiş bir inzivâ hâli yaşadı.
Velhâsıl bu benlik, insanın içindeki kanser, rûhundaki kanser. “Ben” atılacak, kul “Yâ Rabbi, Sen!” diyecek dâimâ.
Bilhassa bu bereket gecesinde, senelik vukuâtın hükme bağlanacağı bu gecede, Rabbimiz’den hayırlar, feyz ü bereketler, inâyetler isteyelim -inşâallah-. Nefsimiz, âilemiz, hısım ve akrabalarımız, bütün İslâm dünyası hakkında, hâssaten mazlumlar hakkında, bütün mü’min kardeşlerimize, bütün İslâm dünyasının refah ve saadeti hususunda ısrarla bu gece duâ edelim -inşâallah-.
Hiç unutmamak lâzım ki ihyâ olunan kandil geceleri, mezar karanlıklarının cennet avizeleridir.
Seherlerde ilâhî nurlarla sürmelenen, nemlenen gözlerin mükâfatı, Hakk’a vuslattır.
Mevlânâ bu hususta yine diyor ki:
“Geceleri uyan diyor. Uyan ve Hakk’a yürü diyor. Çünkü gece, senin için sırlar yurduna rehberlik eder. Seni sırlar yurduna götürür. Herkes uyurken, ilâhî aşk sırları, mânâ zevkleri, gönlüne bereketli bir yağmur gibi yağar. Çünkü geceleyin gönül pencereleri açılır, ötelerden nasipler gelir. Lâkin bu hâller, yabancıların gözlerinden gizlenir.”
Bu Beraat gecesinde, namazlara ilâveten, Kur’ân-ı Kerîm, zikir, tesbih, salevât-ı şerîfe, mânevî sohbetler ve garipleri, mahrumları, kimsesizleri sevindirmek, gündüz de -mümkün olursa- oruç tutmakla ihyâ etmeye gayret edelim -inşâallah-.
Bilhassa, bilhassa, bu zor günlerde mahrumları tesellî etmenin gayreti içinde olalım -inşâallah-.
Üç mühim tâlimat var hadîs-i şerîfte. Bu bizim hayatımızın her ânına in’ikâs etmesi lâzım.
Birincisi, tâlimattan birincisi:
“Namaza durduğun zaman dünyaya vedâ eden bir kişi gibi ol…” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
Tabi buna neyle hazırlanacaksın? Kalple hazırlanacaksın.
Cenâb-ı Hak:
“(Gerçek) mü’minler kurtuluşa ermiştir, onların namazları huşû içindedir.” (el-Mü’minûn, 1-2)
Yine buyuruyor Efendimiz:
“Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)
Demek ki bu namaz kılmanın, kalben bir mücadelesine girebilmek… Ve Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmek:
“Yâ Rabbi, bana Sana secde etmeyi sevdir. Bana, cemaatle namaz kılmayı sevdir!..”
İkincisi, Efendimiz’in tâlimâtı:
“…Özür dilemen gereken bir sözü konuşma…” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
Baştan düşün;
“…Özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma…” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
Cenâb-ı Hak bizden, Kur’ân-ı Kerîm muhtevâsı içinde konuşma arzu ediyor.
Meselâ; anne-babaya karşı “اُفٍّ” “sakın ha üf deme” buyuruyor. “Onlara kanatlarını aç” diyor. “قَوْلًا كَرِيمًا” “onlara iltifatkâr olarak anne-babanla konuş” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 23)
Yine Cenâb-ı Hak fakir-fukaraya, muhtaca, mahruma eğer hiçbir şey, verecek bir gücün yoksa “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. Hiç yoksa onlara bir sevinç verecek, tesellî edecek “birkaç tatlı söz söyle” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 28)
Yine Cenâb-ı Hak -Allah korusun- zekât verip, sadaka verip, infak edip başa kakmak… Bu çok büyük tehlike.
“Gönül incitmek sûretiyle ecri zâyî edilen bir sadakadan “قَوْلٌ مَعْرُوفٌ” tatlı bir söz daha hayırlıdır.” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 263)
Diğer taraftan yine, kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere, yakın akrabaya, yoksullara karşı yine “قَوْلًا مَعْرُوفًا” buyuruyor. “Güzel söz söyle, tatlı dille konuş” buyuruyor. (Bkz. en-Nisâ, 8)
Hep bunlar Kur’ân-ı Kerîm âdâbı…
Kalbinde mânevî hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmetle fitneye ve yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için yine, “قَوْلًا مَعْرُوفًا” buyuruyor. Yani “yerinde ve uygun bir söz söyle” diyor. (Bkz. el-Ahzâb, 32)
Zâlimlerin, Firavun gibi zâlimlerin kalbini yumuşatmak için de “قَوْلًا لَيِّنًا” buyuruyor. Suyun akışı gibi ona bir “huzur verecek, ferahlatacak bir sözle” başla buyuruyor. (Bkz. Tâhâ, 44)
Demek ki birincisi namaz, Efendimiz buyuruyor, birinci tâlimatta namaz nasıl kılınacak, âdâbı… İkincisi, dilin nasıl olacak? Bir rahmet dili. Allah korusun bir yılan dili olmayacak, sokan bir dil olmayacak. Kanatan bir dil olmayacak. Bir rahmet dili olacak.
Üçüncüsü de;
“…İnsanların elinde bulunan dünyalıklardan ümidini kesmeye karar ver ve buna azmet.” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
Yani insanlardan müstağnî ol, Cenâb-ı Hak’la beraber olmanın gayreti içinde ol.
Yine bu Beraat Gecesi’nden sonraki gün ve geceler de -15 gün kalıyor ondan sonra- Ramazân-ı Şerîf’e hazırlık mâhiyetinde oldukları için îtinâ gösterilen bir geceler olması lâzım. Birer rahmet geceleri olacak. Nur kaynağı Ramazân-ı Şerîf’in mukaddes davetiyeleridir bu geceler.
Bu günlerde Ramazan neşvesiyle, gönül heyecanımızı daha çok rûhânîleştirmek zarûrîdir. Bir hazırlık safhası olmalı Ramazân-ı Şerîf’e. Hayır-hasenâtımızı çoğaltmalı, îman muhabbetimizi ve Hakk’a olan sadâkatimiz artırılmalı, kalplerimiz bir dergâh hâline gelmeli, kendimizi bütün insanlar ve mahlûkattan mes’ûl görmeliyiz.
En büyük tehlike, dünyanın gelgeç nîmetleri, fânî pırıltılarına karşı kendimizin kalbî hayatını koruyabilmek. Bunun için bilhassa riyâdan korunmak. Îman ve sâlih amellerimizi, şeytana sermaye yaptırmamak. Onun için îman bahçelerimizi, isyan ve günah rüzgârlarıyla soldurmamak.
Allâh’ın -celle celâlühû- kapısını kulluk niyazlarımızla çalalım. Zira muradlar, yalnız o kapıdan verilir, Cenâb-ı Hakk’ın kapısından verilir.
Cenâb-ı Hak bizi ve bütün mü’min kardeşlerimizi, kendi kapısından ayırmasın! Başka kapılara muhtaç etmesin!
Muallâ bin Fadl var, bu, selef-i sâlihînden. O diyor ki;
“Cenâb-ı Hakk’a altı ay kendilerini Ramazan’a ulaştırması için duâ ederlerdi selef-i sâlihîn, altı ay Ramazan’a ulaşmaları için duâ ederlerdi.”
Çünkü emr-i Hak vâkî olur, ölebilirler, Ramazân-ı Şerîf’e iştirak edemezler. O büyük nîmetten, o büyük saltanattan mahrum kalırlar. Onun için;
“Selef-i sâlihîn altı ay kendilerini Ramazan’a ulaştırması için duâ ederler, geri kalan, Ramazan’dan, bayramdan sonra da o geçirdikleri Ramazan’ın kabul edilmesi için yine Cenâb-ı Hakk’a altı ay da ilticâ ederler.”
Efendim, diğer taraftan da bu iki gece, Kur’ân-ı Kerîm’in indiği gece. En mühim tahsil, Kur’ân-ı Kerîm tahsilidir. Bu dershâne, bu cihan dershânesi, bu Kur’ân tahsiliyle mü’minler huzur bulur, selâmet bulur. Bu tahsilin üç bölümü var. Bilhassa hem kendimiz, hem de evlâtlarımız için… Nasıl evlâtlarımızı seviyorsak, onlara bir Kur’ân tahsili yaptırmamız îcâb eder.
Birincisi; huruf:
Mahreçler yerinde olacak. Tecvid kâidelerine riâyet edilecek, Kur’ân düzgün tilâvet edilecek. Çünkü tilâvetsiz bir namaz kılınamaz. Bu zâhir.
İkincisi hem zâhir hem bâtın; hudut:
Emir ve yasakları hayatımızda fiilen yaşamak. Bunun için ne lâzım, emir-yasaklar için, ihlâs lâzım, takvâ lâzım, kalp ve beden âhengi lâzım. Bunun için kalbî hayatımızı inkişâf ettirmek… Çünkü;
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ”
(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyruluyor.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
(“…Eğer siz takvâ üzere olursanız Allah size öğretir…” [el-Bakara, 282]) buyuruyor. O zaman Allah bize yardım ediyor. Bizim önümüzü açıyor. Ne olursak? Biz takvâ sahibi olursak.
Kur’ân-ı Kerîm’in bu bilgilerini alabilmek için iki husus, biri zihnî bilgi, ikincisi de kalbî bilgi. İkisinin mezcolması lâzım.
Üçüncüsü, hulk:
Kur’ân ahlâkı. Kimin ahlâkı? Cenâb-ı Hakk’ın ahlâkı. Kimin ahlâkı? Rasûlullâh’ın ahlâkı. Bu ahlâklarla müzeyyen olabilmek. Bu da kalbimizin inkişâfı neticesindedir.
Zâhirî farzlar vardır:
Oruç, zâhirî farzdır. Namaz zâhirî farzdır. Zekât, hac, zâhirî farzlardır. Bu, muhakkak bunları kendi hususiyetiyle îfâ etmemiz lâzım.
Seher vakitleri çok kıymetlidir.
Hadîs-i şerifte buyruluyor, Tirmizî’de
“Aman gece kalkmaya gayret edin (buyuruyor Rasûlullah Efendimiz, aman, buyuruyor. Mutlakâ gece kalkmaya gayret edin). Çünkü o, sizden önceki sâlih kişilerin âdetidir. (Demek ki hep sâlih kişilerde bu seher vaktini ihyâ etme var.) Şüphesiz gece ibadetine kalkmak, Allâh’a yakınlıktır. Bu ibadet, günahlardan alıkoyar. (Kalp çünkü rûhâniyetle dolacak.) Hatâlara kefâret olur ve bedenlerden dertleri giderir.” buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. (Bkz. Tirmizî, Deavât, 101/3549)
Oruç, tabi bu, kalbî âhenkle olacak. Riyâzat hâli yaşanacak. Merhamet ve vicdanlarımız daha çok tekâmül edecek, temizlenecek. Allâh’ın verdiği nîmetlere karşı tefekkürümüz artacak. Cimrilik ve israftan uzak kalınacak. Tefekkürümüz artacak.
Sadaka, zekât, bunlar da Cenâb-ı Hak, üst derecesi ne kadar? Eğer diyor Cenâb-ı Hak:
“Sevdiklerinizden vermeden…”
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ
(“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda sarf etmedikçe, iyiliğe/birrʼe eremezsiniz…” [Âl-i İmrân, 92])
Sevdiklerinizden vermedikçe Cenâb-ı Hakk’a yaklaşamazsınız, birre vâsıl olamazsınız buyuruyor.
Yine buyruluyor:
“Sadaka muhtacın eline geçmeden Allâh Teâlâ’nın eline geçer.” (Bkz. Taberânî, Mûcemu’l-Kebîr, IX, 109; Ali el-Müttakî, VI, 377/16134; Ebû Nuaym, Hilye, IV, 81)
Bu kadar bir îtinâ ile vermek lâzım ki Cenâb-ı Hak zira; يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) “Ben alırım.” buyuruyor. Yani senin verdiğin sadaka, zekât, hayır-hasenat, baştan Allâh’ın eline geçiyor. Tabi kabûlü de Cenâb-ı Hakk’a ait. Kabulü, senin kalbî durumuna bağlı ve Cenâb-ı Hakk’ın kabûlüne bağlı.
Velhâsıl bizden, ahlâken Efendimiz’e benzeyebildiğimiz ölçüde mükerrem insan olma yönünde mesafeler katedilecek. Dâimâ düşüneceğiz. Efendimiz her zaman “ümmetî, ümmetî” buyurdu. Biz bu hâlet-i rûhiye içinde miyiz? Rasûlullah Efendimiz:
“Sakın, (sakın beni günah işleyerek) kıyâmet günü benim yüzümü kara çıkartmayın.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)
Efendimiz’in dünyaya teşrifi, âhir zaman alâmeti peygamberlerde. Âhir zaman peygamberi diyoruz. En son peygamber, ondan sonra artık peygamber yok, kıyâmet kopacak.
Tabi kıyâmet ne zaman kopacak, onu bilemiyoruz. Cebrâil, Efendimiz’e sorduğu zaman, Efendimiz, Cebrâil’e;
“Sorandan sorulan daha fazla bilmiyor.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Îman, 1)
Fakat fiten hadîs-i şerîfleri var. Yani kıyametin ayak seslerini bildiren alâmetler var.
Onlardan birkaçı şöyle. Yani içinde miyiz, değil miyiz?..
Bir kıyamet alâmeti: “Kanların hafife alınması…” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 359) Yani adam öldürmenin artması, bunun rahatlıkla olması. Ve kâtillerin de kısasının alınmaması. Yani zâlimlerin serbest serbest insanları katletmesi. Günümüzde var mı bu?..
“…Binâların yükseltilmesi…” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 359) Binâları yükseltiyor. Nasıl bir kibir! Vs. Öne çıkıyor.
“…Dünya karşısında dînin satılması.” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 359)
ثَمَنًا قَلِيلًا (az bir karşılık) buyruluyor. (Bkz. el-Bakara, 79, 174; Âl-i İmrân, 77, 187, 199…)
Az bir dünya menfaati, Allâh’ın âyetlerini yamultması. Var mı günümüzde, var.
Rasûlullah Efendimiz şöyle buyuruyor -Buhârî hadisi-:
“İlmin kaldırılması…” (Buhârî, İlim, 21) Yani mârifetten, Allâh’ı tanımaktan bir nasibin kalkması. Âhireti düşünmemek.
“…Cehâletin bu sebeple kökleşmesi…” (Buhârî, İlim, 21)
“ظَلُومًا جَهُولًا” (el-Ahzâb, 72) hâle gelmesi.
“…İçkinin, zinânın çoğalması.” (Buhârî, İlim, 21) Bunu da Efendimiz kıyâmet alâmetlerinden buyuruyor. İçki, zinâ çoğaldı mı?..
“Öyle bir zaman gelecek ki, okumaya meraklı kurrâlar çoğalacak, (Yani Kur’ân-ı Kerîm’i tegannî ile okuyanlar.) Fakih (yani dîni anlayıp yaşayan âlimler) azalacak. İlim çekilecek ve «herc» olacak.” buyruluyor.
Ashâb-ı kirâm diyor ki:
“‒Herc nedir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorunca, Efendimiz:
“‒Müslümanın birbirini öldürmesidir…” diyor. (Hâkim, Müstedrek, IV, 504/8412)
İşte görüyoruz İslâm dünyasındaki kavgaları. Kim kimi? Müslüman müslümanı öldürüyor.
Daha sonra;
“…Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar Kur’ân okuyacaklar, okudukları, boğazlarından aşağıya geçmeyecek.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 504/8412)
Bir tatbikâtı olmayacak. Satıhta kalacak.
Yine Efendimiz buyuruyor:
“Nefsim kudreti elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, insanlara öyle bir zaman gelecek ki, kâtil niçin öldürdüğünü, maktûl de niçin öldürüldüğünü bilmemesi…” (Müslim, Fiten, 55)
Hattâ Anadolu’da var, töre möre diyorlar, kan dâvâları.
Ashâb-ı kirâm;
“‒Bu nasıl olur?” diye soruyorlar.
Allah Rasûlü:
“‒Bu herc, fitne ve karışıklıktır. Öldüren de ölen de ateştedir.” buyuruyor. (Müslim, Fiten, 56)
Maalesef bu, Anadolumuzda maalesef var bu.
Efendim, bu çok ibretli bir hadîs-i şerîf -Buhârî ve Müslim hadisi-:
“Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allâh’a yemin ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. (Yani fakirlik sizi yoldan çıkarmaz.) Fakat ben sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin de önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” (Buhârî, Rikâk, 7; Müslim, Zühd, 6)
İhtiras, israf… İşte israfı da görüyoruz.
Bu da mühim bir alâmet.
Ukbe bin Âmir’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aradan 8 yıl geçtikten sonra bir gün Uhud şehidlerini ziyarete gitti. Yaşayanlara ve ölenlere vedâ eder gibi onlara duâ etti Uhud’da. Sonra (konuşmak üzere) minbere çıktı ve şunları buyurdu:
“Ben âhirete sizden önce gideceğim ve sizin için hazırlık yapacağım. Sizin Allah yolundaki hizmetlerinize şâhitlik edeceğim. Buluşma yerimiz, Kevser Havuzu’nun yanıdır. Ben şu bulunduğum yerden Kevser Havuzu’nu görmekteyim. Ben sizin Allâh’a şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ama dünya hırsıyla birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum.”
(Var mı, var işte.)
Ukbe diyor ki:
“Ben diyor, Rasûlullah ile son görüşmem bu oldu.” diyor. (Buhârî, Megâzî 17; Müslim, Fezâil 31. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 68-70; Nesâî, Cenâiz 61)
Bir de bugün için yine bir, ibretli bir şey var. Efendimiz buyuruyor:
“Kadının erkek kılığına girmesi, erkeğin de karı kılığına girmesi”ne Efendimiz buğz ediyor çok. (Bkz. Buhârî, Libâs, 61) Bu da var mı, var.
Velhâsıl bugün sarılacağımız yol, “Kitap ve Sünnet” yoludur, “takvâ” yoludur. Bu zor zamanlarda kendimizi muhâfaza etmek, gözümüzü, kulağımızı, evlâtlarımızı muhâfaza etmek… Onların tahsil olarak neyine dikkat edeceğimizi iyi idrâk etmek… Nerede okutacağız? Ne vereceğiz ona? Allah bizi niye bu dünyaya geldik, bu dünyanın dersi nedir, âhiret dersi nedir?..
Demek ki insan bu dünya dershânesinde mükerrem olacak ki, muhteşem olan Cennet’e lâyık hâle gelecek.
Efendim, Cenâb-ı Hak -inşâallah- Beraat Kandili’mizi -inşâallah- o rahmet ve merhametin tecellî ettiği bir gece olur -inşâallah-.
Önümüzde Ramazân-ı Şerîf var -inşâallah-. Cenâb-ı Hak… Ramazan çok büyük bir mükâfat. Evet oruç tutmanın ufak tefek zorluğu var ama, buna karşı çok büyük mükâfat var. Evet belki teravih kılmak vs. oruçtan sonra zor gelebilir ama onun verdiği çok büyük mükâfat var. Fakiri fukarayı arayıp bulmak, onları sevindirip onların gönlünü almak, Cenâb-ı Hakk’ı hoşnut edecek bir hâdise.
Mûsâ -aleyhisselâm- diyor ki:
“‒Yâ Rabbi! Sen’i nerede arayayım diyor. Yâ Rabbi Sen’i nerede bulurum?” diyor. Cenâb-ı Hak:
“‒Yâ Mûsâ diyor, Sen diyor Ben’i gariplerin, kalbi kırıkların yanında bulursun.” buyuruyor.
Böyle bir -inşâallah- Ramazan’ı yaşamak. Onun son 20 gününe hazırlık yapmak lâzım. Son yirminci gününde bir Kadir gecesi gelecek. Meçhul bir gece. Son gecelerin birinde olacak. Ekseriyetle 27. gece buyruluyor.
Ondan sonra bir bayram şehâdetnâmesi gelecek. Herkesin şehâdetnâmesi ayrı. Nasıl herkesin sınıf geçme notu ayrıdır, bizim de Ramazân-ı Şerîf’i nasıl idrâk edip nasıl yaşarsak, öyle bize bayram bir şehâdetnâme getirecek.
Onu hayatımızın her safhasına -inşâallah- tevzî edebilmek ve son nefesimizin bayram sabahı olabilmesi…