DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
BOLLUKTA VE DARLIKTA VERİRLER
Efendimiz, her müʼmini infâka teşvik ediyor. Zekât alanı da infâka teşvik ediyor. “Bollukta ve darlıkta verirler…” (Âl-i İmrân, 134) buyruluyor.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Annemiz buyuruyor ki:
Ganimetlerin diyor, beşte biri Allah Rasûlüʼne âittir. (Enfâl Sûresiʼnde, hemen sûrenin başında.) Bize diyor, yığınla yığınla diyor, ganimetler gelirdi diyor. Yığınla hediyeler gelirdi diyor. Evimizde diyor, üç gün diyor, sıcak yemek pişmezdi diyor. Allah Rasûlü, bir müʼminin muzdarip olmasını istemezdi, dağıtırdı diyor. Bu ilim talebeleri olan Ashâb-ı Suffeʼye gönderirdi buyuruyor.
“Allah Rasûlü ölünceye kadar üç gün diyor üst üste arpa ekmeğiyle doymadı.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Eymân, 22; İbn-i Mâce, Et’ime, 48)
Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak:
“قُلِ الْعَفْوَ” (“…İhtiyaç fazlasını, de!..” [el-Bakara, 219]) buyuruyor. Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmek…
“‒Ebû Zer! (Diyor.) Pişirdiğin çorbaya su koy.” diyor. Tane koyacak hâli yoktu. Bir. İkincisi; “Etrafını bir gözet.” diyor. (Bkz. Müslim, Birr, 142) Kim aç, kim tok? Muzdarip var mı?
Üçüncüsü; verirken de bir nezâketle ver diyor, bir ikramla ver diyor.
Çünkü kime veriyorsun? O gölge. يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Allah sadakaları alır. Cenâb-ı Hak buyuruyor. Cenâb-ı Hakkʼa veriyorsun.
Bu çok mühim kardeşler. Yani Ramazân-ı Şerîf de geliyor. İnsan Sûresi var Kurʼân-ı Kerîmʼde. Orada âyet:
“İnsan, bilinmez bir, ismi geçmez bir varlıkken…” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-İnsân, 1) Yani bir hiçliğini tanı. Senin bu Dünya kurulduğunda ismin cismin yoktu, insanın. Cenâb-ı Hak lûtfetti, insan olarak seni yarattı.
Ondan sonra:
“Bir çiftten yarattık.” buyuruyor. (Bkz. el-Hucurât, 13) Nîmetler… “…İster şükredici olacak, ister de küfret…” diyor. (Bkz. el-İnsân, 3)
Şükredersen Cennet, küfredersen öbür taraf. Onun için her şeyin, gözün şükrü, kulağın şükrü, Allâhʼın verdiği bütün nîmetlerin şükrü…
Yine Cenâb-ı Hak oradan bir misal veriyor:
“Kendileri muhtaçken, aç iken fakire verirler, yetime verirler, esire verirler.” (el-İnsân, 8)
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir bahçeyi suluyor. Arpa getiriyor. Fâtıma Vâlidemiz onu öğütüyor, ekmek yapıyor. Yoksul geliyor; “lillâh” diyor. Ona veriyorlar tamamen. Ondan sonra yetim geliyor, ona veriyorlar ikinci ekmeği. Üçüncü ekmeği de esire veriyorlar. Üç gün kendileri -bir rivâyette- üç gün suyla oruç tutuyorlar.
Cenâb-ı Hak yine âyet-i kerîmede; onu fakire verirken de yoksula verirken de diyorlar ki, “bir minnet altında kalma” diyorlar. “Bize teşekkür de etme” diyorlar. Biz diyorlar, “bir teşekkür beklemiyoruz” diyorlar. “Biz size bunu Allah rızâsı için veriyoruz” diyorlar. Gerekçe, esbâb-ı mucibe bildiriyorlar: عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا ; “Zira biz, o belâlı, o sert günden, o kıyâmet gününün şerrinden korkarız” diyorlar. Cenâb-ı Hak da -âyet-i kerîmede yine-; “Onları o günün şerrinden korur, gönüllerine bir ferahlık verir.” buyuruyor. (Bkz. el-İnsân, 9-11)
Demek ki İslâm, diğergâm insan istiyor, zarif insan istiyor, ince ruhlu insan istiyor. Allâhʼın verdiğini… Hâlıkʼın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı olan bir yürek istiyor. Kul, bir “rahmet insanı” olacak.
İki şeye dikkat etmek lâzım:
“Kazandığımız paraya dikkat etmek lâzım.”
Paranın da bir kaderi var. Para nasıl kazanılır, kazanıldığı yere doğru gider. Eğer yanlışlıklar varsa israfa gider, pintiliğe gider, yanlış yerlere gider. Eğer helâl kazançsa Allah yoluna gider.
İkincisi:
“Beraberinde bulunduğun insana dikkat et.”
Yani gönlümüzde muhabbetini taşıdığımız insana dikkat etmemiz lâzım. Eğer bu sâlih bir kimseyse, onunla beraber oluruz, -Allah korusun- eğer şerli bir insansa, o da bizi -Allah korusun- şerre götürür.
Ondan sonra gelen âyet:
“Yine onlar ki (o ibâdurrahmân, Allâhʼın rahmetinin tecellî ettiği kullar), Allah ile beraber (tuttukları yolda) başka bir tanrıya yalvarmazlar…” (el-Furkân, 68)
Bir riyâ olmaz onlarda. Bir enâniyet olmaz. Bir “ben” olmaz. Dâimâ “Yâ Rabbi! Sen…” der. Ben demez. “Yâ Rabbi! Sen…” der.
“…Allâhʼın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar…” (el-Furkân, 68)
Efendimiz bir yanık karınca yuvası gördü, hayret etti:
“Allâhʼın verdiği bir cana kıymaya kimin hakkı var?” dedi, bir karıncaya. (Bkz. Ebû Dâvud, Cihad, 112)
Yine Mekke Fethiʼne giderken, 12 bin kişiyle, bir dişi köpek, yavrusunu emziriyordu; “Öbür taraftan geçin!” buyurdu. (Bkz. Vâkıdî, II, 804)
Ne kadar hassas bir Efendimizʼin kalbi var. Yine bir cemaat gördü. Develerinin üzerinde sohbet ediyorlar.
“‒Yere inin!” dedi. “Hayvanlarınızı biraz rahat ettirin.” buyurdu. (Bkz. Ahmed, III, 439)
Kânûnî Sultan Süleyman, Süleymâniye Câmiiʼni yaptırdığı zaman, bu endişeyle tâlimat yazdı. Her hayvan dedi, dinlendirilecek dedi. Yorgun hayvan çalıştırılmayacak dedi. Aç hayvan çalıştırılmayacak dedi. Şu câmiyi, şu mescidi yaparken bir hayvan hakkıyla öbür tarafa gitmeyeyim buyurdu.
Velhâsıl, bir cana kıymak, bir cinayet, -Allah korusun-, bu bir fâcia! Bugün dünyayı görüyoruz, her tarafta bir terör esiyor.
Efendimiz, mümkün mertebe, o gazvelerde insan zâyî olmasın diye gayret ederdi. O insan zâyî olmasın. O insan hidâyet bulsun.
Köleler olurdu, esirler, harp hukuku. Kendisine âitleri serbest bıraktırırdı. Serbest bırakmayanlar için; “hakkına-hukukuna dikkat edin” derdi.
Efendimiz vefât ederken de:
“Emrinizin altındakilerin hukukuna dikkat edin.” diye tâlimat verdi. (Bkz. Beyhakî, Şuab, VII, 477) Onlar da Efendimizʼe şey yaparak bırakırlardı. Yediğinden yedirip içtiğinden içireceksin, işinde yardım edeceksin… Çok sahâbî bıraktı esirlerini.
“…Onlar zina etmezler…” (el-Furkân, 68)
Günümüzün problemi bu da maalesef. Sokaklar, bütün iç organlarını gösteren -af edersiniz- mankenlerle doldu. Olur mu? Başını örtüyor, dapdar giyiniyor. Cenâb-ı Hak “cilbâb” buyuruyor Kurʼân-ı Kerîmʼde. Onun için “Zinaya yaklaşmayın…” (el-İsrâ, 32) buyuruyor; “Zina etmeyin.” buyurmuyor. Eğer uçurumun kenarından geçersen, uçurumdan aşağı düşersin. Cenâb-ı Hak hep îkazda.
Yine Cenâb-ı Hak âyette:
“Hevâ (ve hevesini) kendine tanrı edineni gördün mü?..” (el-Furkân, 43) buyuruyor. Yani hevâ-hevesinin, nefsinin putperesti olanı gördün mü? “…(Ey Rasûlüm!) Sen onlara koruyucu değilsin.” (Bkz. el-Furkân, 43) diyor. Onlar ne olursa olsun diyor.
Velhâsıl bu hususta, âyetlerde çok îkaz edici…
Yine Cenâb-ı Hak, kıyâmet günü yine o azaptan bahsediyor. Yine ondan sonra gelen âyette, yine Cenâb-ı Hak ne kadar merhametli… Daha -elhamdülillah- dünyadayız. Eğer kul hakkı olan kimse varsa onunla helâlleşelim. Gıybet etmişsek helâlleşelim.
Rasûlullah Efendimiz buyuruyor:
“…Âhirette rezil olmak diyor, dünyada rezil olmaktan çok çok beterdir.” buyuruyor. (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)
Onun için Cenâb-ı Hak, dünyadayken bizi hep istiğfâra, tevbeye, helâlleşmeye davet ediyor.
Efendimiz; bir cenaze gelirdi, cenâze namazını kılmadan evvel sorardı. “Bunun borcu var mı derdi, kul hakkı var mı derdi. Kim üstleniyor?” derdi. Üstlenen yoksa kılmazdı cenaze namazını, “siz kılın” derdi.
Yine böyle bir şey oldu. Cenaze sahibi koştu:
“‒Yâ Rasûlâllah! Ne olursun kıldır!” dedi.
“‒O zaman sen bunun borcuna kefil oluyor musun? (dedi). Haklarına kefil oluyor musun?” dedi.
“‒Oluyorum.” dedi.
Döndü Efendimiz, namazını kıldırdı.
Bu kadar kul hakkı mühim.
Kıyâmet günü gelir buyruluyor (hadîs-i şerîfte), alınır alınır sevapları, bir de ondan sonra karşısındakinin -biter- günahlarını almaya başlar. (Bkz. Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Kıyâmet, 2; Ahmed, II, 303, 324, 372)
Onun için, daha ölmedik, dünyadayız, onun için helâlleşme zamanı.
Bilhassa şu günlerde Ramazân-ı Şerîfʼe girerken, bol bol helâlleşelim kardeşlerimizle.
Âyet-i kerîmede:
“Ancak tevbe ve îmân edip, amel-i sâlih işleyenler başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir, Allah çok bağışlayıcı, engin merhametlidir.” (el-Furkân, 70)
Şimdi Cenâb-ı Hak… Fakat burada o yanlıştan kaçmak lâzım. Samimiyetle tevbe etmek lâzım. Aksi hâlde, olmazsa, yine Cenâb-ı Hak, Lokman Sûresiʼnde:
“…Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Şeytan sizi Allâhʼın affına güvendirerek kandırmasın.” (Lokmân, 33) buyuruyor.
Yine Fâtır Sûresiʼnde:
“Ey insanlar! Allâhʼın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında (Allâhʼın affıyla) sizi kandırmasın.” (Fâtır, 5) buyuruyor.
Demek ki Cenâb-ı Hak istikâmet istiyor, samimiyet istiyor, ihlâs istiyor, “عَمَلًا صَالِحًا” (sâlih amel) istiyor.
Ondan sonra Cenâb-ı Hak:
“Kim tevbe ve sâlih amel işlerse şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allâhʼa döner.” (el-Furkân, 71) buyuruyor.
Yine bir şey bildiriyor Cenâb-ı Hak -ibâdurrahmân-:
“(O kullar) yalan yere şahitlik etmezler…” (el-Furkân, 72)
Karakter ve şahsiyet istiyor Cenâb-ı Hak. Yamulmazlar, eğrilmezler, bükülmezler. Dâimâ doğruyu söyler bir müʼmin, isterse aleyhine olsun.
“…Boş sözlerle karşılaştığında vakar ile (oradan) geçerler (ayrılırlar).” (el-Furkân, 72) buyruluyor.
Abdullah Dehlevî Hazretleri bir yerden geçerken talebesiyle, gıybet ediliyordu, hemen oradan geçti. Oruçluydu, nâfile oruç. Talebesine dedi ki:
“‒Eyvah!” dedi.
“‒Ne oldu hocam?” dedi.
“‒Orucum bozuldu.” dedi.
“‒Siz gıybet etmediniz ki.” dedi.
“‒Oradan geçerken o esti (dedi), rûhâniyeti gitti (dedi) orucun.”
Bilhassa Ramazân-ı Şerîfʼe giriyoruz, o şeyden de çok kaçmamız lâzım, boş lâflardan.
“…Boş sözler karşısında da vakar ile (oradan) geçerler.” (el-Furkân, 72)
Ondan sonra:
“Kendilerine Rabʼlerinin âyetleri hatırlatıldığında ise onlara sağır ve kör davranmazlar.” (el-Furkân, 73)
İşte Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
Biz diyor, gökten inen bir sofra zannederdik her âyeti diyor. Allâhʼın murâdı nedir derdik. Üzerinde -toplanırdık- o âyet üzerinde, nasıl Allâhʼın rızâsını kazanacağız diye bir gayret içinde olurduk buyuruyor.
Ondan sonra gelen âyette bir toplum, bir âile hayatı nasıl olacak, bir toplum nasıl olacak:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla!..” [el-Furkân, 74])
“Göz nûru olan zevceler” buyuruyor Cenâb-ı Hak, “zevç”ler buyurmuyor, “zevce”ler buyuruyor.
Demek ki kız çocuklarımıza çok ehemmiyet vermeliyiz. Çünkü âilenin temelini kuran, hanımdır. Hanım sâliha ise, o nesil de sâliha olur.
İşte Çanakkale, vesâire, hepsi bunlar, annelerin zaferidir. Onun için anne olmak, bir sanattır. Kalbin sanatı anne-babaya, evlâdını yetiştirmektir. Öyle anne-baba, ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
قُرَّةَ اَعْيُنٍ, göz nûru.
Demek ki kız evlâtlarımız, bilhassa onları muhakkak Kurʼân Kurslarından geçirelim kardeşler.
Kıyâmet günü zor gün. Âyette:
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58]) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Onlar Cennetʼte büyük bir merâsimle karşılanacaklar.
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
“Mücrimler! Siz ayrılın!” (Yâsîn, 59) diyecekler.
Babayla oğul, kardeşle kardeş, akraba ayrılacak orada. En büyük, hazin bir vedâ olacak orası. Onun için akrabalarımız baştan, evlâtlarımız baştan, çevre çevre -inşâallah- onları güzel, tatlı bir dille, yumuşak bir dille îkâz edelim -inşâallah-. Zamanın muhtelif şerlerinden korumanın gayreti içinde olalım ki, oradaki ayrılık, buradaki ayrılığa benzemez. Çok daha fecî bir ayrılık… Burada bir evlâdımız, bir kazâ geçirse, yaralansa vs. olsa, devâsız bir hastalığa tutulsa, ne kadar bir ciğerimiz yanar…
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Biz ne olacağız? Takvâda önder olacağız. Hem takvâ sahibi olacağız, hem de irşadcı olacağız. Takvâmızla irşâd edeceğiz.
Ondan sonra Cenâb-ı Hak, bu “ibâdurrahmân”ın durumu:
“İşte onlara, sabretmelerine karşılık Cennetʼin en yüksek makamlar verilecek (onlara. Onlar Cennetʼte en yüksek makamda) hürmet ve selâmla karşılanacak.” (el-Furkân, 75) bu “ibâdurrahman” olanlar.
“Orada ebedî kalacaklar. Orası ne güzel bir yerleşme ve ikâmet yeridir.” (el-Furkân, 76) buyuruyor Cenâb-ı Hak.
Ondan sonra mücrimler için, bu “ibâdurrahman” olamayıp da o günahkârlar için de:
“(Rasûlüm!) De ki (kulluk) duâlarınız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?!.” (el-Furkân, 77) “Siz ne işe yararsınız?” buyuruyor.
Allah, Rabbimiz muhafaza buyursun!
Hasan Basrî Hazretleriʼnin güzel bir şeyi var -sohbetimizi bitirelim-:
“Ey insanlar (diyor), duâlarınız kabul olunmayacak diye korkmuyorum, duâ edemez hâle gelmenizden korkuyorum.”
Demek ki ne kadar Rabbimizʼe yaklaşırsak, o kadar duânın dünyada ve âhirette kabul imkânı artıyor.
Yine Bilâl bin Saʼd -radıyallâhu anh-:
“Günahın küçüklüğüne bakma (diyor), günahın küçüklüğüne bakma! Fakat kime isyan ettiğine, kime karşı günah işlediğine bak!” Yani Rabbine isyan ettiğini düşün, buyuruyor.
Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki:
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yeryüzünde aramayın. Bizim mezarımız, âriflerin gönüllerindedir.”
Demek ki şu dünyadan bir hoş bir sadâ bırakarak, ardında güzel bir nesil bırakarak bir sadaka-i câriye içinde -inşâallah- öbür tarafa intikal edebilmek… Cenâb-ı Hak nasîb eylesin cümlemize.
Yine Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor:
“Sâlih ve sâdık insanlarla beraber olun. Onlarla oturup kalkın ki onların karakter ve şahsiyeti sizlere sirâyet etsin. İnsanlar hayattayken sizleri özlesinler, vefâtından sonra da sizlere hasret kalsınlar.”
Yine Ebû Bekir Efendimizʼin çok güzel bir duâsı var, o duâ ile bitirelim sohbetimizi:
“Allâhʼım! Ömrümün en hayırlısı, ömrümün sonu (ömrümün en hayırlısı, ömrümün sonu, son nefes); amellerimin en hayırlısı amellerimin sonu; günlerimin en hayırlısı Sana ulaşacağım gün olsun.”
Lûtfuyla Rabbimizʼin…
Ramazân-ı Şerîfʼimiz -inşâallah- bizim için bir huzur, saâdet, gafletten kurtulma, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmeye bir mevsim olur -inşâallah-. Onun bir şehâdetnâmesiyle arkadan Cenâb-ı Hak bir bayram ihsân eder. O bir şehâdetnâmesidir Ramazân-ı Şerîfʼin.
İnşâallah hayatımız, ömrümüz bir Ramazân-ı Şerîf hâline gelir, son nefesimiz de bir bayram sabahı olur -inşâallah-…