Abdullah bin Câfer, bir yerden geçiyordu. Baktı, bir siyâhî, üç tane ekmek var, bir köpeğe atıyordu onları. Bir müddet seyretti. Yanına yaklaştı:
“‒Sen kimsin?” dedi. Bu manzara dehşet verdi.
“‒Ben (dedi) köleyim.” dedi.
“‒Bu ekmekler ne?” dedi.
“‒Benim günlük nafakam.” dedi.
“‒Bu köpek nedir?” dedi.
“‒Misafir (dedi). Buranın hayvanı değil dedi. Herhâlde uzaktan geldi. Yolu da bulamıyor, baktım aç diye bir lokma verdim, verdikçe yiyor (dedi). Herhâlde çok aç.” dedi.
“‒Sen ne yiyeceksin?” dedim.
“‒Bugün ben sabredeceğim (dedi). Beni yaratan Allah, bu köpeği yaratan, aynı Allah. Demek ki bu köpeği bana Allah zimmetli kıldı…”
Yine buna benzer bir misal:
Efendimiz buyuruyor:
Bir günahkâr, susuz, kuyu görüyor, iniyor, kendisi su içiyor. Bir de köpek geliyor, yalıyor kumları. O da aynı onu söylüyor, diyor ki:
“‒Ben nasıl susadımsa bu köpek de aynı susadı.” diyor. İniyor, su veriyor, Cenâb-ı Hak affediyor. (Bkz. Müslim, Selâm, 151-153)
Bu o kadar hassas bir iş ki, Mekke Fethiʼnden sonra bir sefer oldu. Orada birtakım yanlışlıklar oldu. O yanlışlıklar, arbede sırasında köpek yalakları bile bozuldu. Efendimiz, o mağdurlara diyet gönderdi. Köpek yalaklarını Hazret-i Ali –radıyallâhu anh– gitti, o köpek yalaklarını tamir etti orada. Efendimizʼe bildirdi. Efendimiz de memnun oldu.
Yani bütün yaratılan mahlûkâtın, üzerimizde hakkı var.