DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
DÜNYAYI ÂHİRETE TERCİH ETMEK, DAMLAYI DERYAYA TERCİH ETMEKTİR
Buyruluyor;
“Mühim olan, dünyada üç tane hakikat var; âhirette de üç tane hakikat var:
Dünyadaki üç hakikatin birincisi;
«Her doğan ölecektir.»”
Dünya kimseye bâkî değil. Cenâb-ı Hak -esteîzü billâh-:
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ buyuruyor. “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân, 185) buyuruyor.
Yine;
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
“Yeryüzündeki bütün her canlı fânîdir.” (er-Rahmân, 26) buyuruyor.
Bekā yalnız Cenâb-ı Hakkʼa ait.
Hattâ bir mütefekkir diyor ki:
“Sen diyor, dünyadan diyor bekā isteme ki diyor, dünya da fânî diyor. Kendisinde bekā yok ki sana versin.” diyor.
Gâfil, ölümü unutuyor. Fakat Azrâil -aleyhisselâm- ölümü unutmuyor.
Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın.” buyruluyor. (Tirmizî, Zühd, 4)
Velhâsıl fânîliğe aldanmamak, serapları gerçek zannetmemek.
Demek ki dünyada üç hakîkatten biri, fânîlik.
“Âhirette olan üç hakîkatten biri de, orada ölümsüz bir ebediyet.”
Cenâb-ı Hak Dâruʼs-Selâm/Cennetʼe davet ediyor kullarını, ebediyete davet ediyor.
Yani dünyayı tercih etmek, damlayı tercih etmek; âhireti tercih etmek, deryâyı tercih etmek…
Îman, fedakârlık istiyor. İbadette fedakârlık istiyor, ahlâkta fedakârlık istiyor.
İkincisi;
“Dünyada ne kadar mal-mülk elde edersen et, bir gün onu terk edeceksin.”
İstesen de istemesen de terk edeceksin ve büyük bir pişmanlık olacak. Cenâb-ı Hak Münâfikûn Sûresiʼnde buyuruyor ki:
“Ölüm ânı gelir de (hepimiz için) «Yâ Rabbi, onu biraz tehir etsen de (az bir şey), sadaka versem (yani hayatımı Senʼin yoluna adasam) ve sâlihlerden olsam demeden evvel infak edin.” (el-Münâfikûn, 10) buyruluyor.
Orada da en büyük pişmanlık dünyada, son nefeste olacak:
“Keşke yâ Rabbi, biraz daha olsa!” diye.
Efendimiz buyuruyor ki;
“Hattâ diyor, sâlih insanlar bile pişmanlıkla vefat edecek, keşke daha öteye gitseydim diye.” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59)
İlyas -aleyhisselâm-ʼa -peygamber- Azrâil -aleyhisselâm- geliyor. Şöyle bir irkiliyor.
“‒Ölümden mi korktun, sen peygambersin?” diyor.
“‒Yok diyor. Ölümden korkmadım diyor. Dünya hayatı ne güzeldi diyor. Allâhʼa ibadet hâlindeydim diyor. Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmanın, vuslatın zevki içindeydim diyor. Tebliğ ediyordum, yaşıyordum ve yaşatmaya gayret ediyordum diyor. Bir vuslat sevinci içindeydim diyor. Şimdi ise kabrimde rehin kalacağım diyor kıyamete kadar.” diyor.
Kazanma-kaybetme yok. Kazanmak dünyada.
Velhâsıl âhirette ise;
اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا
“Kitabını oku! Bugün sana (hesap) sorucu olarak nefsin kâfîdir.” (el-İsrâ, 14) buyrulacak.
Âyette de Kehf Sûresiʼnde:
“Kitap ortaya konmuştur. Suçluların o anda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün…” (el-Kehf, 49) Buyuruyor Cenâb-ı Hak.
“…Suçluların, o mücrimlerin, o kitaplarını gördüklerinde korktuğunu/ürktüğünü görürsün…” (el-Kehf, 49) buyuruyor.
Onlar ne diyecekler mücrimler:
“Vay hâlimize (diyecekler). Bu nasıl bir kitapmış (diyecekler). Küçük-büyük hiçbir şey bırakmadan yaptığımızın hepsini sayıp dökmüş (bu kitap)…” (el-Kehf, 49) diyecekler.
Velhâsıl zerreler, orada zerre hayırlar, zerre şerler…
Yine üçüncüsü;
“Hayır ve şer ne yaptıysan, mutlaka karşına çıkacak.”
Orada, âhirette işlemek yok, amel sadece dünyaya ait.
- Ahmed Hânʼın güzel bir şiiri vardır:
Zikreyle Hakkʼı her nefes
Allah bes, bâkî heves…
Bes gayrıdan ümîdi kes
Tekrâr-ı zikrullâh ile.
Velhâsıl Cenâb-ı Hakkʼı unutmamak. Allah bes, kâfî. Bâkî heves, boş heves geriye de…
Cenâb-ı Hak, “وَالْفَجْرِ” (“Fecre andolsun.” [el-Fecr, 1]) buyuruyor. Yani “وَالْفَجْرِ” canlıların uyandığı zamana fecir deniyor, “وَالْفَجْرِ”.
Demek ki sabah kalktığın zaman düşüneceksin:
“Allah bana şu hayat takviminden bir yaprak daha açtı bugün. Bugün bana bir gün daha ömür verdi. Ben ileride muhtaç olacağım o güne. Bugün ben ne yapmalıyım? Nasıl bugün ben hayatımı tanzim etmeliyim? Nasıl bir Allah rızâsında istikâmetlenmeliyim?..”
Zaman, en kıymetli. En kötü israf da zamanın israfı. Geçen zamanı geri getirebilmek mümkün değil. Haydi dünü geri getir! Bitti!..
Hayat bir sefere mahsus ikram edildi. Her an hayat kasetimizi dolduruyoruz. Bu kaset kıyamet gününde açılacak. Bize hâlimiz, dünyadaki hâlimiz gösterilecek. Yabancı şahide ihtiyaç olmayacak, kendimiz kendimizin şahidi olacağız.
İnsanlar ölümden korkarlar, zelzeleden korkarlar, yangından korkarlar. Hâlbuki esas korkulacak olan, günahlarımızdır.
Dünyada bu fırsatı bilmek, pişmanlıkla istiğfar edebilmek… Cenâb-ı Hak son nefese kadar istiğfar kapılarını açıyor. Fakat son nefes ne zaman; bilemiyorsun…
Kaybettiğimiz dünyevî varlıklara, mal-mülk, makam, şu bu, üzülüyoruz. Esas üzüleceğimiz şey, zaman kaybı. Onun için buyruluyor:
“Yarın diyenler helâk oldu.” Yarın var mı yok mu?..
“İki nîmet vardır ki insanların çoğu bu nîmetleri kullanmakta aldanmışlardır. Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikāk, 1)
Bu sıhhat, yarın var mı yok mu, o da belli değil. Velhâsıl, kendimizi bir muhasebe edelim.
Efendimiz, Muaz -radıyallâhu anh-ʼı çok severdi. Onunla uzun uzun sohbet ederdi. Terkisine alırdı, yolculuk yaparlardı. Bir gün dedi ki:
“Muaz dedi, sana bir duâ öğreteceğim, bunu tatbik et dedi:
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
Yâ Rabbi bana yardım et. Senʼi zikretmekte yardım et, (Senʼi unutmamakta yardım et). Sana şükretmekte yardım et. Sana (güzel, kabul) ibadetler yapmakta bana yardım et.” (Bkz. Ebû Dâvud, Vitr, 26)
Demek ki Cenâb-ı Hakkʼı kul unutmayacak. Nasıl unutmaz? Kalbî merhaleler, kalbî eğitimin neticesinde unutmaz.
Ham, alık, abus bir kalp, zihin, Allâhʼı unutur daima. Onun için kalbin eğitimden geçmesi zarurî. Onun için Cenâb-ı Hak:
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى
(“(Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14]) buyuruyor.
Peygamberlerin ikinci vazifesi, insanları tezkiye etmek, temizlemek. “Lâ ilâhe” Allahʼtan uzaklaştıracak her şeyden temizlemek. “İllâllah” kalbin Cenâb-ı Hak ile beraberliğini temin edebilmek.
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 8-9])
Fücurdan kalp uzaklaşacak, takvâda merhaleler alacak. Kalp temizlenecek. Onun için;
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ
“Zikirde yâ Rabbi yardım et.” Senʼi unutmayayım.
Yani zikir nedir? İnsanın her gördüğü şeyde, kalp “Allah” diyecek, hep Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayacak.
Efendimiz semâya bakardı, bir duyuş hâlindeydi, şükür hâlindeydi. Toprağa bakardı, bir toprak terkibinden neler çıkıyor, şükür hâlindeydi.
Demek ki şükretmek, sonsuz Cenâb-ı Hakkʼın nîmetleri karşısında kalbi gafetten koruyabilmek. Hamd, şükür hâlinde yaşayabilmek.
İlk âyet;
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
(“Hamd (övme ve övülme), Âlemlerin Rabbi Allâhʼa mahsustur.” [el-Fâtiha, 2]) olarak geliyor.
Demek ki şükür, ispat istiyor.
“Yâ Rabbi, şükretmekte yardım et.” buyruluyor.
Demek ki kalp terakkî edecek, dil şükredecek. Nasıl şükredecek? Ya susacak, ya hayır söyleyecek. Sustuğu zaman da tefekkür edecek ilâhî azameti. Aman yâ Rabbi! Bir çiçeğe bakacak; toprak terkibinden bunun rengi, şekli, kokusu nasıl çıkıyor binbir türlü? Bir ağaca bakacak; şekli, meyvesi vs. değişik değişik…
Cenâb-ı Hak bunları kime lûtfediyor?
Bir tavuğa bakacaksın; bir yumurta veriyor. Hayvan, içinde ne kadar protein var, ne kadar kalsiyum var, haberi yok. Cenâb-ı Hak sana göre hazırlatıyor onu. Arı senin için çalışıyor.
Velhâsıl dilin şükrü, ya susmak. Susmazsan bir şey yok. Konuştuğun zaman, konuşmana göre, hayır veyahut da şer oluyor.
Gözün şükrü… Allah sana gözü verdi. Bu gözü sana boşuna mı verdi? Bu gözle Cenâb-ı Hakʼtan uzaklaşmayacaksın, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşacaksın. Gözü haramdan, şeytânî vitrinlerden göz korunacak. Şeytânî vitrinlere bir perde çekeceksin göze. Gözlerimiz, rûhânî vitrinlere çevrilecek. Allâhʼın azametini düşünecek.
Neye baksan, bir atoma bak. İçi proton, nötron, elektron, içindeki birtakım maddeler vs… Küçük, küçük, küçüğün içinde küçük, küçüğün içinde küçük, artık insanlarca tespit edilemeyen bir sürü o küçüklüğün içinde varlıklar…
Bir atomu büyült, koca bir semâ çıkar. Küçült, bir atom meydana gelir. Birçok içinde onun, yine bilemediğimiz birçok şeyler… Işınlar çıkıyor; alfaydı, betaydı, gamaydı, mor ötesiydi vs… Türlü türlü hikmetler. Daha insanoğlunun keşfedemediği birçok hikmetler…
Velhâsıl böylece nazar edilen her şeyde ilâhî azamet tefekkür edilecek. Gözün şükrü…
Kulağın şükrü; dedikodu, gıybet, tecessüs, nemîme gibi sözleri kulak dinlemeyecek, sağır olacak onlara karşı. Kulak, sağır olmasını bilecek. Neye karşı uyanacak; Kur’ân-ı Kerîm, sohbetler, ezanlar, tilâvetler, rûhânî sadâlara karşı kulak kendini açacak. Böylece kalbe mesajlar gelecek o kulaktan. Gözden mesajlar gelecek kalbe, ilâhî vitrinlerden. Kulaktan mesajlar gelecek kalbe.
Hâlin şükrü: Cenâb-ı Hak varlık verdi; Süleyman -aleyhisselâm-’ı düşüneceksin. Varlık verdi; Rasûlullah Efendimiz’i düşüneceksin. Cenâb-ı Hak, Rasûl’üne çok varlık verdiği zamanlar oldu, o varlık zamanında Rasûlullah Efendimiz ne yaptı? Yedi içti mi kendisi, yoksa dağıttı mı, infak mı etti? Yokluk zamanları oldu; Efendimiz’in midesine taş bağladığı zamanları oldu. Eyyûb -aleyhisselâm- hâkezâ.
Demek ki kul, daima hâline râzı olacak, “bu benim için hayırdır” diyecek. “Eğer başka türlü olsaydı belki benim için hayırlı olmayacaktı” diyecek. Hâlin şükrü içinde olacak.
Bedenin şükrü olacak: Allah sana güç-kuvvet verdi. Bunu ben, bu gücü-kuvveti nefsime mi harcıyorum, Allah yolunda mı harcıyorum? Evliyâullah, ashâb-ı kirâm, en başta peygamberler, Allâh’ın verdiği gücü nerede harcadılar?
Cenâb-ı Hak;
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8)
Sahâbî tâ Çin’e gitti, Semerkand’a gitti, dünyanın her tarafına gitti, oradaki insanları hidâyete getirmek için gayret etti.
Tabi bunlarla kalbin şükrü olacak; kalp Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak.
اَلَا بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
(“Biliniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28])
Kalp, büyük bir, dünyada huzuru yaşayacak, Cenâb-ı Hak’la beraber olmakla.
Cenâb-ı Hak, İnsan Sûresi’nde îkaz ediyor:
“İster diyor, şükredici ol, ister nankör ol!” diyor. (Bkz. el-İnsan, 3)
Aman yâ Rabbi!..
Bir kıvılcıma dayanamıyoruz, üç gün acısı oluyor bir kibritin. Peki Cehennem azâbına biz nasıl katlanacağız?!.
Daima Cennet önümüzde olacak, Cehennem önümüzde olacak…
Yusuf -aleyhisselâm-’ın olduğu gibi, kalp, şerlere karşı, şeytanın davetlerine karşı, kalp “مَعَاذَ اللّٰهِ” (Allâh’a sığınırım) diyecek duruma gelecek. (Bkz. Yûsuf, 23)
Öyle huzur olacak…