Gönül Dergâhından Hikmetler 4

Yıl: 2015 Ay: Ekim Sayı: 109

Bu âlemde her zerre; Hakkʼa yakın olan diri gönüllerle konuşur. Bütün varlıklar, hâl lisânıyla beyan durumundadır. Kâinatta Hâlık’ını tanıtmayan hiçbir zerre yoktur. Bütün mahlûkat, kendisini yoktan var eden Hâlık Teâlâ’nın kudret mührünü taşımaktadır.

Îmânın aşk, vecd ve lezzetine kavuşamadıkları için hayat ve kâinat muammâsını çözemeyen; güllerin, ağaçların, kurtların, kuşların hâl lisanından anlayamayan; rüzgârların, dağların, derelerin, bahçelerin sessiz ve sözsüz beyanlarını, alık ve abus bir çehreyle seyredip geçen ham ruhlara ne kadar yazık!

Zira Şeyh Sâdî’nin buyurduğu gibi:

“Bulut, rüzgâr, Güneş ve felek senin eline ekmek vermek için çalışıp, hizmet görüyorlar. O ekmeği gaflet etmeden yiyesin diye… Allâh’ın emriyle onlar senin için böyle çalışırlarken, senin vazifeni yapmaman, boş oturman hiç yakışık alır mı?”

“Ey pazara eli boş giden insan! Korkarım ki mendilini dolu getiremeyeceksin. Ektiği mahsulü daha olmadan ve yetişmeden yiyen bir kimse, harman zamanı ancak başkalarının düşürdüğü bir-iki başağı toplar.”

***

Yalnızca ibadet zamanlarında değil, hayatın her safhasında kalbin Cenâb-ı Hak ile beraber olmasına gayret etmek zarurîdir. Zira ömür, yaz Güneşʼine mâruz kalan kar gibi erimektedir. İnsanın gerçek istikbâli de, ömrü boyunca doldurduğu hayat kasetinin hesabını vereceği mahşer yerinde belli olacaktır. Bu sebeple, fânî istikbal kaygılarıyla gaflete dalıp bu ilâhî imtihan âleminin şaşkın, alık ve abus bir yolcusu olmanın neticesi, hazin bir aldanıştan öte bir şey değildir.

Zira hesap günü, bütün sırlar ortaya dökülecek, insanın uzuvları kendisi aleyhine şâhitlik edecektir. Nitekim âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecektir.

Derilerine: «Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?» derler. Onlar da: «Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu.» derler…” (Fussilet, 20-21)

***

İnsan vücûdunda his ve fikirlerin merkezi olan “kalp ve akıl”, bir havuz gibidir. Merhum Necip Fâzıl’ın tâbiriyle, bu havuzu dolduran oluklar çifttir; birinden nûr akar, birinden kir… Yani bu oluklardan sürekli nefsânî ihtiraslar, fısk u fücur, haram ve kerâhetlerin gafleti akarsa, iç âlemimiz bir mezbeleye döner. Lâkin bu oluklar, Kurʼân ve Sünnetʼin feyiz ve rûhâniyet pınarlarına mecrâ olursa, kalpler bir hikmet deryâsı hâline gelir…

***

İbadetlerden zevk ala­mamanın temel sebebi; haram ve şüphelilerden yeterince kaçınmamak ve günahlardan kendini lâyıkıyla korumamaktır. Dolayısıyla bizi Hak katında mahcup etmeyecek bir kulluğun özü; her türlü haram ve günahtan titizlikle kaçınmaktır. Bilhassa, nice büyük ve helâk edici günahların, sıradan ve tabiî şeylermiş gibi toplumumuza zerk edildiği, âhiretsiz bir dünya anlayışının gönüllere aşılandığı günümüzde, bu hususta çok daha dikkatli olmamız şarttır.

***

Takvâ ehli büyükler, -çok mecbur kalmadıkça- haramların irtikâb edildiği mekânların gölgesinde bile yürümeyi uygun görmemişlerdir. Zira oralardan da kalbe kasvet inʼikâs etme tehlikesi vardır. Bu hassâsiyeti bütün günah işlenen mekânlara karşı gösterebilmek, “takvâ”nın bir gereğidir.

***

Ömer bin Abdülaziz buyurur:

“Haramlar ateştir. Ona ancak kalbi ölüler uzanır. Eğer el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını duyarlardı.”

***

Şeyh Sâdî şöyle buyurmuştur:

“Paslı ve çürük bir demirden nasıl ki iyi bir kılıç yapılamazsa, tezkiye görmemiş bir kimse de adam olamaz. Şüphesiz ki yağmur tabiat olarak çok lâtif ve faydalı bir şeydir ve herkes de bunu tasdik eder. Fakat yağmur bu kadar iyi bir şey olduğu hâlde onun yağmasıyla bağ ve bahçede lâle; diğer taraftan kurak ve çorak yerde ise ancak çer-çöp yetişir.”

“Bulut, âb-ı hayat yağdırsa, yine de söğüt ağacından bir yemiş yiyemezsin. Çünkü söğüt ağacı yemiş vermez.”

***

İslâm; her yasağın meş­rû zemindeki alternatifini, yani daha iyi ve temiz olanını göstermiştir. Bu sebeple, birtakım hevâ ve heveslerin peşine düşerek son derece geniş olan helâl dâiresinin dışına çıkmak ve haramlara bulaşmak, kişinin kendi eliyle rûhuna zehir serpmesinden farksızdır.

Her şey iki uçlu bir bıçak gibidir. Doğru kullanıldığı takdirde bir taraf Hakk’a olan yakınlığı artırırken, diğer taraf kişiyi Hakk’a yakınlıktan mahrum bırakır.

Mesela bir gazi de, kâtil de aynı öldürme fiilini işler. Lâkin gâzi, bu fiili Allah için, vatan ve milletinin selâmeti için yaptığından değer kazanır. Fakat kâtil, nefsi için öldürdüğünden âhiretini hebâ eder.

Yine huzurlu bir toplum için nikâh, büyük bir rahmettir. Nikâhın saâdetini, fuhşun murdarlığına değişmek ise büyük bir ahmaklık ve cehâlettir!.. Nikâhın dışında oluşan nesiller; hayatın âhengini bozar, içtimâî nizâmı temelinden sarsar ve anarşiye sebep olur.

Yine meşrû kazanç büyük bir rahmettir. Helâller, kula zindelik verirken, gayr-i meşru kazanç ise insanın rûhuna kasvet ve gaflet verir.

***

İnsana yakışan, kulluk için yaratıldığının idrâki içinde istikâmet üzere yaşamaya gayret etmektir. Zira Şeyh Sâdî’nin buyurduğu gibi;

“Kulun yapabileceği en iyi şey, Allâh’a karşı olan kusurunu bilip, O’ndan af dilemesidir. Yoksa Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetine lâyık kulluğu kimse yapamaz.”

Mü’min, kulluk sâyesinde Cenâb-ı Hakk’a yaklaşır. Büyük bir ihlâsla kulluğuna devam edebildiği takdirde, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine nâil olacağı ümîd edilir. Bu hususta da Şeyh Sâdî ne güzel buyurmuştur:

“Bir kimse iki sabah padişaha hizmette devam ederse, üçüncü gün hükümdar ona lûtufkâr gözle bakar. İhlâsla ibadet edenler de Hak Teâlâ’nın dergâhından me’yûs dönmezler.”

***

İnsan konuşacaksa, sükûttan daha kıymetli hikmetler söylemelidir. Bunun yanında güzel konuşmak için de, evvelâ dinlemeyi öğrenmek, Hak dostlarının nasihatlerine gönül vermek ve kalbin hikmetle dolması şarttır. Nitekim Cenâb-ı Hak, çok dinleyip az konuşması için insana iki kulak, bir dil bahşetmiştir. Çok konuşmak, insanı kısa zamanda gözden düşürür. O hâlde az ve yerinde konuşmalı, ölçüyü kaçırmadan, teennî ile söz söylemelidir. Zira söz, ok gibidir, ağızdan çıktıktan sonra bir daha geri dönmesi mümkün değildir. Söylemeden önce sen ona hâkim iken, söyledikten sonra o sana hâkim olur. Bu hususta da Şeyh Sâdî şöyle nasihat eder:

“Güngörmüş, tecrübeli, hikmet dolu, Hakk’a yakın bir kul, ilk önce düşünür, sonra söz söyler. Sen de düşünmeden söze başlama. İyi konuş, geç konuşsan da bir ziyânı yok. Düşün, sonra söz söyle.

Gereğinden fazla konuşma. Başkaları seni susturmadan sen susmasını bil. İnsanlar, konuşmalarıyla hayvanlardan üstündür. Ama şayet iyi ve doğru bir söz söylemezsen, hayvan senden daha üstün sayılır.”