DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
HAYATIN HER SAFHASINDA ŞEYTANI TAŞLAYABİLMEK
Kurban bayramına yaklaşıyoruz. Kurban bayramı, İbrahim -aleyhisselâm-ʼın bize hâtırası. Niye kurban denildi? Bir koyun kebabı için mi, bir et kebabı için mi kurban denildi?
Bir fedakârlığın neticesinde bir kurban indi. Durup dururken o kurban inmedi gökten. Bir fedakârlığın neticesinde indi. Demek ki bu kurban bayramı bizim fedakârlığımız ne kadar?
İbrahim -aleyhisselâm- üç yerde çok ağır imtihan gördü:
Paradan imtihan gördü. Onu Allah yolunda infâk etti. Tamamını infâk etti. (Cenâb-ı Hak ona) Halil İbrahim bereketi verdi. Hâlâ denilir bir ikram karşısında; “Allah sana Halil İbrahim bereketi versin.” denir.
Tevhîdi korumak için Nemrudʼun ateşine girmeye râzı oldu. Mancınık içinde ateşin içine atıldı. Hiç (tereddütsüz), bir tebessümle girdi.
Cenâb-ı Hak ateşe:
“Ey ateş! İbrahimʼe serin ve selâmet ol.” dedi; (ateş) gül bahçesine döndü.
Üçüncüsü:
Bir tek oğlu vardı; İsmail -aleyhisselâm-. Onu da çok seviyordu. Daha evvel duâ etti:
“Yâ Rabbi! (Dedi.) Bana bir erkek evlâdı verirsen, hayruʼl-halef, onu (dedi) Sana kurban edeyim.” dedi. Ne kadar bir evlât muhabbeti vardı? Cenâb-ı Hak, İsmâil -aleyhisselâm-ʼı ihsân etti.
Tevriye günü, arefe günü, bayramın birinci günü hatırlattı üç gün rüyâda, verdiği sözü yerine getirmesini.
En nihâyet İbrahim -aleyhisselâm- Hâcer Vâlidemizʼden aldı;
“‒Bunu (dedi) süsle (dedi) başını-saçlarını tara (dedi) güzel kokular sür…”
“‒Ne yapacaksın?” dedi Hâcer Vâlidemiz:
“‒Bir dostuma götüreceğim.” dedi.
Şeytan taşlama yerine geldiği zaman şeytan geldi:
“‒Bak İbrahim! (Dedi.) O senin gördüğün o rüyalar, üç rüya da (dedi) şeytânîdir.” dedi. İbrahim -aleyhisselâm- taşladı.
İsmâil -aleyhisselâm-ʼa:
“‒Çocuk! (Dedi.) Seni baban kesmeye götürüyor.” dedi. İsmâil -aleyhisselâm- taşladı.
Demek ki oradan tâ ne geliyor? Şeytan taşlama geliyor. Fakat şeytan taşlama yalnız orada değil, hayatın her safhasında şeytan taşlama.
Neyle şeytan taşlanacak? Allâhʼın arzu ettiği şeyler îfâ edilecek.
عَمَلًا صَالِحَا ; sâlih ameller.
اَحْسَنُ عَمَلًا ; ameller en güzel olacak.
Bu şekilde şeytan taşlanacak.
En nihâyet o üç yerde, tam bıçağı boynuna dayadığı zaman, Cenâb-ı Hak kurbanı indirdi.
Demek kurban, bir et yeme bayramı değil. Bir fedakârlıktan sonra verilen güzel bir sembol. Bize bu fedakârlığı hatırlatıyor.
Cenâb-ı Hak âyette:
“İbrahimʼe selâm.” buyurdu. “Ağır bir imtihandı, açık bir imtihandı, zor bir imtihandı.” buyurdu. “Selâm İbrahimʼe.” buyurdu. (Bkz. es-Sâffât, 106-109)
Fakat tabi İbrahim -aleyhisselâm- bu, Cenâb-ı Hakʼla dost olma, ilâhî azamet tecellîleri, ilâhî kudret akışları karşısında büyük bir dehşete kapılıyor, Allâhʼın kendisine verdiği bu nîmetler karşısında bir, bu dostluk nîmeti, bir acziyet içinde kalıyor:
“وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ”
“Yâ Rabbi! (Diyor.) İnsanların dirileceği gün beni mahcub etme.” buyuruyor. (Bkz. eş-Şuarâ, 87)
Velhâsıl, yani:
“Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” buyruluyor. (Bkz. et-Tekâsür, 8)
Demek ki müʼminde hakîkaten; “Benim son nefesim nasıl olacak?” Meçhul!.. Hidâyetle dünyaya geldik ama, Cenâb-ı Hak:
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ancak müslümanlar olarak can verin” buyuruyor. “Sakın ha, başka türlü can vermeyin.” buyuruyor. (Bkz. Âl-i İmrân, 102)
Yine âyet-i kerîmede:
“Eğer siz, Allâhʼın dînine yardım ederseniz (yani İslâmʼı yaşarsanız, hayatın her safhasında, İslâmʼı yaşatırsanız) Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.
Demek ki son nefes… Nelerle karşılaşacağız, nasıl bir hesapla? Kabirde nelerle karşılaşacağız? Kıyamette nelerle karşılaşacağız? Müʼminin endişesi bu olacak.
Dünyevî bir hâdisede ne kadar bir endişe içindeyiz? Esas istikbal, hepimizi ölüm bekliyor. Şu cemaat içinde kim evvel gidecek belli değil. Kim sonra gidecek o da belli değil. Onun için; “Yarın diyenler helâk oldu.” Her an müʼmin hazırlıklı olacak.
Kâfirlerde de aynı ölüm endişesi var. Onlar da “Ya varsa!” diyorlar, “Ne yapacağız?!” diyorlar.
Daha evvel, Mekke câhiliyesinde bir âhiret haberi yoktu.
عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ . عَنِ النَّبَاِ الْعَظِيمِ . اَلَّذِى هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ
(“Birbirlerine neyi soruyorlar? (İnanıp inanmamakta) ayrılığa düştükleri büyük haberi mi?” [en-Nebe, 1-3])
Hemen şaşırdılar, “büyük haber” dediler. “Ya varsa, ne yapacağız?!” dediler.
Velhâsıl herkes, inansın inanmasın, bir son nefes korkusu içinde.
Demek ki müʼmine ne mutlu, oraya hazırlıklı olarak hayatını ikmâl edecek.
Bizden, demek ki bu kurban bayramı Cenâb-ı Hak fedakârlık istiyor.
“Etler ve kanlar Allâhʼa gitmez. Sizin takvânız gider…” buyuruyor. (Bkz. el-Hac, 37)
Mevlânâ Hazretleri diyor ki:
“Sen (diyor), keçinin (diyor), gölgesini kurban etme.” diyor. İşin geometrik tarafına bakıp orada diyor, kalma diyor. Yani nasıl Allah ile dost olunacak, onu düşün diyor.
Yine hacca gidenlere diyor ki Mevlânâ:
“Sen (diyor), hacca gidiyorsan (diyor), hacca gittiğin zaman orada (diyor), Kâbeʼnin Rabbiʼni bulmaya çalış.” diyor.
Nerede bulacak Oʼnu? Kalbinde bulacak.
“O zaman (diyor) sen her yerde Kâbeʼyi bulursun.” diyor.
Demek ki yani, Cenâb-ı Hakʼla kalbin beraber olabilmesi… Cenâb-ı Hak buyuruyor:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nereye gitseniz Allah sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)
O, zamandan-mekândan münezzeh. Zaman-mekân, bütün mahlûkâta âit. Her an, bütün mahlûkâtın yanıbaşında.
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
Şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor. İçimizdeki duyguları bildiriyor. Duyguları bir sen biliyorsun kendin, bir de Cenâb-ı Hak biliyor. Cenâb-ı Hakʼtan gizlemenin imkânı yok.
“…Kişi ile kalbi arasına girer…” (el-Enfâl, 24) buyruluyor.
Girdiği zaman iç dünyamızda neler seyrediliyor? Bir Cenâb-ı Hak biliyor, bir kendimiz biliyoruz…
Peygamberlerin ikinci vazifesi;
وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kötülüklerden) arındıran…” [Âl-i İmrân, 164]) İnsanların bu iç dünyalarını, gönül dünyalarını temizleyebilmek.
Cenâb-ı Hak son ânımızı bildiriyor, hepimizin başından geçecek:
“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de; «İşte ey insan! Bu senin öteden beri kaçtığın şeydir!» denir.” (Kāf, 19)
Hiçbir zaman ölüm câzip gelmez insana. Fakat istediğin kadar kaç, bir gün seni yakalayacak.
“Sûrʼa üfürülür, bu işte geleceği vaad edilen gündür.” (Kāf, 20) buyruluyor.
Velhâsıl ömrün hayırlısı, Cenâb-ı Hakkʼın emrinde geçen geceler ve gündüzlerdir. Son nefes gelmeden evvel Cenâb-ı Hakkʼın yine bir îkâzı var Münâfikûn Sûresiʼnde:
“…Rabbim! Benim ölümümü biraz geciktirsen de (biraz az bir şey tehir etsen) sadaka versem, sâlihlerden olsam…” (el-Münâfikûn, 10)
Demek ki… Rasûlullah Efendimiz buyuruyor;
“Velîler bile bu şeyle gider; keşke biraz daha Allâhʼa olan sâlihliğimi daha öteye geçirseydim, daha çok Allah yolunda infâk etseydim.” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59/2403)
Velhâsıl:
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ey îmân edenler! Allâhʼın azametine göre (Allâhʼın sonsuz azametine göre) takvâ sahibi olun…” (Âl-i İmrân, 102)
Sonsuz azametini idrâk edecek durumda değiliz. Demek ki bütün ibadet, muâmelât, muâşeret, ahlâk, hak-hukuk, her şeyle Cenâb-ı Hakkʼa yakın olmanın gayreti içinde olacağız ki son nefes selâmeti gelsin.
Yine, Cenâb-ı Hak diğer sûrelerde o kıyametin sıfatlarını bildirir. Kıyamet ismi geçmez, fakat sıfatını bildirir. Meselâ “ğâşiye” geçer:
“(Rasûlüm!) Dehşeti her şeyi kaplayan kıyâmetin haberi Sana geldi mi?” (el-Ğâşiye, 1)
Yani hiçbir yer kıyâmetten uzak kalmayacak. Her yer büyük bir infilâk içinde olacak.
“O gün birtakım yüzler vardır, zelildir.” (Bkz. Abese, 40) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Dünyadaki o yaptıkları o kötülükler, yeniden yaratılış, sîmâsına vuracak. O yeniden yaratılışta, buradaki bu dünyadaki sîmâmız olmayacak. İç dünyamızdan bir sîmâ aksedecek.
“O gün de birtakım yüzler vardır mutludur.” (Abese, 38) buyuruyor Cenâb-ı Hak. “Huzurludur, sevinçlidir.” (Abese, 39) buyuruyor.
Kıyâmet çok şiddetli bir gün. Cenâb-ı Hak… O şiddet gününde kimler kurtulacak?
Cenâb-ı Hak:
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(“…Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” [Yûnus, 62])
O Allâhʼın dostları, Allâhʼa dost olanlar, onlar o gün, o kıyâmet günü, o büyük infilâkta korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir, buyruluyor.
Yine Haşr Sûresiʼnde:
“Ey îmân edenler! Allahʼtan korkun, herkes yarına ne hazırladığına baksın…” (el-Haşr, 18)
En ufak bir yolculuk için bir hazırlığı düşünüyoruz. Burada nasıl bir hazırlık içindeyiz? Hangi bir sermaye ile gidiyoruz öbür tarafa?
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Cenâb-ı Hak;
“Yeryüzündeki her mahlûk (her şey) yok olacak.” (er-Rahmân, 26) buyuruyor.
Ebediyet yok bu dünyada. Ebediyet, ölümden sonra başlayıp devam edecek, kabir ve âhiret, Cennet, Cehennem; ebediyet orada başlayacak.
Cenâb-ı Hak yine bizi yine bir tefekküre davet ediyor, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmamız için. Vâkıa Sûresiʼnde:
“Sizi Biz yarattık (buyuruyor Cenâb-ı Hak.) Tasdik etmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 57) buyuruyor.
“Rahime attığınız o nutfeyi gördün mü?” (el-Vâkıa, 58) diyor. Bir düşün diyor. Bir spermi, atılan o spermi bir düşün diyor.
“Onu yaratıp (insan hâline getiren) siz misiniz yoksa Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 59) diyor Cenâb-ı Hak.
“Aranızda ölümü takdir eden Bizʼiz…” (el-Vâkıa, 60) diyor. Ne takdim ne tehir. “Biz, irâdemizi gerçekleştirmekten âciz değiliz.” Haydi bütün dünya birleşsin, bir kişinin ölümünü geciktirsin. Mümkün değil.
“(Ölümü) sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (takdir ettik.)” (el-Vâkıa, 61)
Bizler gideceğiz, başka nesil gelecek. O gidecek, başka nesil gelecek. Son insana kadar bu akış devam edecek. Ondan sonra kıyamette olan akış başlayacak.
“Andolsun (diyor Cenâb-ı Hak) ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 62) buyuruyor.
Diğer bir âyette, İnfitar Sûresiʼnde:
“Ey insan! (Diyor Cenâb-ı Hak.) Seni (diyor) şekilsizlikten en güzel şekilde birleştiren (ihsânı bol) Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (el-İnfitâr, 6) buyuruyor.
Ana karnındaki durumunu bildiriyor Cenâb-ı Hak. Bir nutfe, aleka, mudğa, izâm vs. lahim, şekilsizlikten, biçimsizlikten en güzel bir insan çıkıyor. “Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 62) buyuruyor.
Ziraat, burası ziraat yeri. Yine Cenâb-ı Hak:
“Ektiğiniz o tohumu gördün mü?” (el-Vâkıa, 63) diyor. Şimdi ektiğin bir tohumu düşün, diyor yine Vâkıa Sûresiʼnde.
“Onu (diyor, topraktan) bitiren siz misiniz, yoksa bitiren Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 64) diyor.
“Dileseydik (diyor) onu (hiç bitirmezdik) kupkuru yapardık (diyor). Şaşıp kalırdınız (diyor). Ne kadar ziyanda olduğunuzu düşünürdünüz.” (el-Vâkıa, 65-66) diyor.
Hep Cenâb-ı Hak lûtfunu bildiriyor.
“O içtiğiniz (tatlı) suyu bir düşün (diyor). Onu buluttan indiren siz misiniz, Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 68-69) diyor.
Ne yapıyor Güneş? Bütün temiz sular, kirli sular, ter suları, idrar, lağım suları, hepsini tebahhur ettiriyor. Yukarıda bir Akdeniz geziyor deposuz olarak. Cenâb-ı Hak o Akdenizʼi yukarıda temizliyor, dilediği yerde onu yağmur olarak akıtıyor, yine hayat veriyor.
Belki şu bardaktaki su, belki bir milyon sefer semâya çıktı, indi. İnsan vücudundan geçti, hayvan vücudundan geçti, ter oldu vs. oldu. Tekrar buharlaştı, tekrar semâya çıktı. Semâda tekrar temizlendi, tekrar indi. Trilyon sefer belki yukarıya çıktı, indi. Bunu bir düşünün diyor. “Onu buluttan indiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 69) diyor.
“Dileseydik (diyor) onu (deniz suyu gibi) tuzlu yapardık (acı yapardık buyuruyor). Şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 70) diyor.
Nasıl şükredeceksin? Emirlere dikkat ederek.
Yine toprağa bak. Bir toprak terkibinden neler çıkıyor? Kimi acı, kimi tatlı, kimi ekşi, kimi vs. hepsi… Kime bu? İnsana takdim.
اَفَلَا يَعْقِلُونَ (“…Hiç düşünmüyorlar mı?” [Yâsîn, 68]) buyuruyor.
اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ (“…Hiç düşünmez misiniz?” [el-En‘âm, 50]) buyuruyor.
اُولُوا الْاَلْبَابِ (“…(Ancak) akıl sahipleri (düşünüp ibret alırlar).” [Âl-i İmrân, 7]) buyuruyor. Akıl sahipleri. Tabi bu, eğer kalp varsa bunu düşünür.
Niye Cenâb-ı Hak bu kadar çiçekler veriyor? Bir demet çiçek verene teşekkür ediyorsun. Şuraya bir çiçek konulmuş, buna ben teşekkür edeceğim kim koymuşsa. Peki Cenâb-ı Hakkʼa; yer-gök türlü türlü nîmetlerle dolu, peki nasıl teşekkür edeceğiz?
“…Şükreden kullarım azdır.” (es-Sebe’, 13) buyuruyor Cenâb-ı Hak.
Demek ki kul:
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
(“Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allâhʼa mahsustur.” [el-Fâtiha, 2]) diyecek Fâtihaʼnın ilk âyetini.
Hep kul bir teşekkür hâlinde, bir şükür hâlinde olacak; “Aman yâ Rabbi!” diyecek.
Bir fânî, sana devamlı ikramda bulunsa, ne kadar mahcup olursun, utanırsın en sonunda. Peki Cenâb-ı Hakkʼın bu kadar ikramlarına karşı; Oʼnun mülkünde yaşıyoruz, Oʼnun verdiği rızıklarla merzuk durumdayız, bütün o, ne yaratıldıysa şu kâinatta insana. Bütün hayvan vs. hepsi, ağaç, bitki, insan için yaratıldı.
“…Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-A‘râf, 10; el-Mülk, 23; el-Müʼminûn, 78; es-Secde, 9)