HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER
Amcası ve zevcesinin vefatlarının ardından, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yapılan zulüm ve baskılar iyice arttı. O Sultânü’l-Enbiyâ’ya karşı yapılan düşmanca saldırılar, vahşet derecesine ulaştı. Öyle ki, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tâkatini zorlamaya başladı. Bunun üzerine Allâh Rasûlü, yanına Zeyd -radıyallâhu anh-’ı da alarak Mekke’nin 120 km. ilerisindeki Tâif şehrine gitti. Orada on gün kaldı.
Tâiflilere İslâm’ı anlattı. Onları tevhîde dâvet etti. İleri gelenleri ile görüşerek, puta tapmaktan vazgeçip bir olan Allâh’a kullukta bulunmalarını telkîn etti. Tâif eşrâfından, yanına gidip konuşmadığı kimse kalmadı.
Fakat bu dâvet, Kureyşliler gibi putperest bir kavim olan Tâiflilerin arasında da korkunç bir fırtına kopmasına sebeb oldu. Nefsânî hayâtın girdaplarında yaşadıkları için hiçbiri hidâyete gelemedi. Üstelik Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yapmadık ezâ ve cefâ da bırakmadılar:
Önce alay ettiler. Sonra hakârete başladılar. Ardından da kölelerini Allâh Rasûlü’nün geçtiği yolların iki kenarında sıra yapıp O’nu hakâretlerle taşlattılar. Böylece şehirden çıkana kadar Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e eziyetlerine devâm ettiler. Hattâ kölelerini arkasından yollayarak bir müddet daha taş yağmuruna tuttular. Âlemlerin şânına yaratıldığı O Peygamberler Sultânı’nın mübârek ayakları kan içinde kalmış, ayakkabıları kanla dolmuştu. O’nu atılan taşlardan korumaya çalışan fedâkâr sahâbî Zeyd -radıyallâhu anh- da yaralanmıştı. O, Allâh Rasûlü’ne atılan taşlara kendi vücûdunu siper ederek:
“–Ey Tâif halkı! Taşladığınız kimsenin bir peygamber olduğunu biliyor musunuz?!..” diyordu.
Kendilerini zor-zahmet Mekkelilere âit bir bahçeye, bir hurma ağacının altına atıverdiler. Yerler mahzûn, gökler mahzûndu. Melekler mahzûndu. Cebrâîl mahzûndu. Mîkâîl, İsrâfîl, Azrâîl mahzûndu.
Başta Cebrâîl -aleyhisselâm- olmak üzere melekler, Allâh Teâlâ’dan izin alarak Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına koştular:
“–Yâ Rasûlallâh! Emir buyur, bu kavmi helâk edelim!” dediler.
O rahmet menbaı ve merhamet peygamberi, uğradığı bu fecî muâmele karşısında bile bedduâ etmeyip ellerini dergâh-ı ilâhîye açarak:
“Allâh’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çâresizliğimi, halk nazarında hor ve hakîr görülmemi Sana arz ediyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam!
İlâhî! Sen kavmime hidâyet ver; onlar bilmiyorlar.
İlâhî! Sen râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum…” diye niyazda bulundu. (İbn-i Hişâm, II, 29-30; Heysemî, VI, 35; Buhârî, Bedʼüʼl-Halk, 7)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in dinlendiği bağın sâhibi olan Rebîaoğulları, Âlemlerin Efendisi’nin hâline acıyarak O’na köleleri Addâs’la bir tabak üzüm gönderdiler. Addâs, tabağı Varlık Nûru’na uzattı:
“–Buyrun, yiyin!” dedi.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“بِسْمِ اللهِ” diyerek yemeye başladı.
Bu söz, Addâs’ın dikkatini çekti. Şimdiye kadar hiç kimseden böyle bir söz işitmemişti. Merak ve hayret içinde:
“–Bu sözü, buralılar ne bilir ne de söylerler!..” diye mırıldandı.
Ardından yine hayretle:
“–Siz farklı bir insansınız! Buranın insanlarına benzemiyorsunuz! Siz kimsiniz?” dedi.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“–Sen nerelisin, hangi dindensin?” diye sordu.
Addâs:
“–Ninovalıyım, hristiyanım!” dedi.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Demek sen, sâlih kul Yûnus bin Mettâ’nın memleketindensin!” dedi.
Addâs’ın şaşkınlığı iyice arttı:
“–Sen Yûnus’u nereden biliyorsun?” dedi.
Varlık Nûru:
“–Yûnus benim kardeşimdir. O, bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim!” buyurdu.
Bu sözler üzerine Addâs’ın gönül âleminden îman pınarları fışkırmaya başladı ve şevkle yerinden kalkarak Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in eline ve ayağına kapanıp kelime-i şehâdet getirdi. (İbn-i Hişâm, II, 30; Ya’kûbî, II, 36)
Efendileri, Addâs’ı bu tavrı sebebiyle ayıpladıklarında, şu cevâbı verdi:
“Ben kendimi bildim bileli, yeryüzünde O’ndan daha hayırlı bir insan görmedim! O bana öyle bir söz söyledi ki, onu ancak bir peygamber bilebilirdi.” (İbn-i Hişâm, II, 31)
Ne saâdetti ki Addâs -radıyallâhu anh-, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayâtında en menfî şartlar altında îmân ederek O’nu tesellî eden bir mü’min olma şerefine nâil olmuştu. Âlemlerin Efendisi, onun müslüman olmasına o kadar sevinmişti ki, o an, çektiği çileleri neredeyse unutuvermişti.
Bugün Addâs’ın İslâm’a girdiği yerde onun adına izâfeten bir mescid bulunmakta ve Âlemlerin Efendisiʼne üzüm ikram ettiği bahçe de muhafaza edilmektedir.
HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER