HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER
Cenâb-ı Hak, sırât-ı müstakîme dâvet için vazîfelendirdiği peygamberlerini, kitlelere tesir edip onları îmâna cezbedebilecek fevkalâde bir salâhiyet ile mücehhez kılmıştır. Bu, karşılaşacakları küfr-i inâdînin kırılabilmesi içindir. Ayrıca peygamberlere, kitlelerin kendilerine tâbî olmalarını temin için birtakım hârikulâde lutuflar da verilmiştir ki, bunlara “mûcize” denilir.
Mûcizeler, her peygambere, kendi devirlerinde hayranlık uyandıran kudret ve kuvvete dayalı olarak sergilenen fârikalara göre lutfedilmiştir. Meselâ, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- devrinde sihirbazlık zirvedeydi. Bu sebeple O’na bu sahada bir mûcize verildi: Asâ ve Yed-i Beyzâ gibi.[1]
Hazret-i Îsâ devrinde de tıp ilmi terakkî kaydetmiş ve tabipler, halkın gözünde çok üstün bir mevkî kazanmışlardı. Bu yüzden O’na da en mâhir tabipleri bile acze düşürüp itaatlerini temin ettirecek bir mûcize bahşedildi: Ölüleri diriltmek gibi.
Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın nübüvveti ise, kıyâmete kadar bütün zaman ve mekânlara şâmil olduğundan, O, önceki peygamberlerin tamâmındaki salâhiyet, iktidar ve mûcizâta sâhip olup bütün bu yekûnun da üstündedir. Bu bakımdan O’nun mûcizeleri, zamânının en müessir mesleği olan belâgat, fesâhat ve talâkata münhasır kalmayıp çeşitli sahalara şâmil bir sûrette gerçekleşmiştir. Bunlardan biri de, yukarıda îzâh edilen zâlim müşriklerin boykotları sebebiyle yorgun ve bitkin hâle gelen mü’minlerin gönüllerine bir tâzelik, hamle gücü ve ümit iksîri sunmak, kâfirlere ise karşı koydukları bu yeni oluşumun kudret ufku hakkında bir îkazda bulunmak sadedinde gerçekleşmiş olan “Şakk-ı Kamer” yâni “Ay’ın ikiye yarılması” mûcizesidir.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu büyük mûcizesi, boykot yıllarında, Mekke devrinin dokuzuncu senesinde vukû bulmuştur.
Mehtaplı bir gecede Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Rabbine duâ etmiş ve Ay ikiye bölünmüş, bu mûcize her taraftan görülmüştü. Ay ikiye ayrıldığında bir parçası Ebû Kubeys Dağı tarafında, diğer parçası Kuaykıân Dağı tarafında müşâhede edildi. Müşrikler, bizzat gördükleri bu apaçık mûcizeye rağmen yine de îmâna gelmekten imtinâ ettiler. Hattâ Ebû Cehil «Bu bir sihirdir!» diyerek bu mûcizeyi de inkâr etti.
Bu mûcizeyi görmüş olan müşrikler, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için:
“–Bizi büyüledi, ama herkesi büyüleyemez!” dediler.
Bunun üzerine, Mekke dışındaki uzak yerlerden gelen kervanlara da böyle bir hâdise görüp görmediklerini sordular. Onlar da Ay’ın yarıldığını gördüklerini bildirdiler.
Bu hâdisenin ardından şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ. وَاِنْ يَرَوْا اَيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ
“Kıyâmet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir mûcize görseler, hemen yüz çevirirler ve: «Eskiden beri devâm edegelen bir büyüdür.» derler.” (el-Kamer, 1-2) (Vâhidî, s. 418; Tirmizî, Tefsîr, 54/3286)
Bütün Mekke halkı, Ay’ın ikiye bölündüğünde ittifâk etti. Kalbinde hidâyet ışığı olanlar, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i tasdîk etti; kilitli kalpler ise, “Ne büyük bir sihirbaz!” dediler.
Nitekim meşhur astronomi âlimi Fransız astronom Lefrançois de Lalande, Ay’ın geçmiş hareketlerini incelerken “Şakk-ı Kamer” mûcizesinin doğruluğunu kabûl etmek zorunda kalmıştır.[2]
***
Cenâb-ı Hakk’ın, peygamberlerine lutfettiği mûcizelerin hikmetini birkaç madde ile hulâsa etmek istersek kısaca şunları söyleyebiliriz:
- Kitlelere tesir etmek ve insanları îmâna cezbetmek.
- Mü’minlerin îmanlarını takviye etmek, gönüllerini tesellî etmek.
- Peygamberlerin nübüvvet ve risâletini ispat etmek.
- Kudret-i ilâhî karşısında münkirleri acze, mü’minleri hayrete düşürmek.
Kur’ân-ı Kerîm’in her bir âyeti, mü’minlerin îmânını, münkirlerin inkârını artırdığı gibi mûcize de haklarında “lâ yehdî” buyrulan, yâni Rabbin hidâyet vermeyeceği kimselerin inkârını artırır.[3]
“Şakk-ı Kamer” hâdisesi, Peygamber Efendimiz’in büyük bir mûcizesidir. Peygamber Efendimiz, “Âhir Zaman Nebîsi” olduğu için O’nun dünyâda zuhûru, aynı zamanda kıyâmetin âlametlerinden biridir. Nitekim âyet-i kerîmede:
اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ
“Kıyâmet yaklaştı ve Ay yarıldı.” (el-Kamer, 1) buyrularak bu gerçeğe temâs edilmektedir.
[1] Yed-i Beyzâ, yâni beyaz el, Hazret-i Mûsâ’ya verilen dokuz mûcizeden biridir. (Bkz. el-A’râf, 108; el-İsrâ, 101; Tâ-hâ, 22; eş-Şuarâ, 33; en-Neml, 12; el-Kasas, 32) O, elini çıkardığı zaman her taraf aydınlanır, sanki güneş aydınlatmış gibi olurdu.
[2] Bkz. Zekâî Konrapa, s. 110.
[3] لاَ يَهْدِى: Allâh hidâyet vermez. Bu ifâde, Kur’ân-ı Kerîm’de tam 26 âyette geçmektedir. Nitekim:
وَاللهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
“…Allâh, zâlim kimseleri hidâyete erdirmez.” (el-Bakara, 258)
وَاللهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
“…Allâh, kâfirleri hidâyete iletmez.” (el-Bakara, 264)
وَاللهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
“…Allâh, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez.” (el-Mâide, 108) âyetleri, bunun birer misâlidir.
HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER