Boykotun Sona Ermesi

HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER


Bin bir acıyla geçen üç senenin nihâyetinde, Allâh Teâlâ bir ağaç kurdunu müşriklerin Kâbe’ye astıkları antlaşma sahîfesine musallat etti. Kurt sahîfedeki “Bismikallâhümme: Sen’in isminle başlarım ey Allâh’ım” cümlesi hâriç, zulüm ve cevr ifâde eden her şeyi yedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine vahiyle haber verilen bu durumu amcası Ebû Tâlib’e söyledi. Ebû Tâlib bu haberi kardeşlerine bildirdi ve:

“−En güzel elbiselerinizi giyip Kureyşlilerin yanına gidin! Kendileri fark etmeden önce sahîfenin âkıbetini onlara haber verin!” dedi.

Ebû Tâlib ve kardeşleri müşriklere bu haberi verdiklerinde acele bir adam göndererek sahîfeyi getirttiler ve onu Allâh Rasûlü’nün söylediği şekilde buldular. Kureyşlilerin elleri yanlarına düştü! Ebû Tâlib bundan kuvvet ve cesâret bularak:

“−Artık, zulmettiğinizi, akrabâ ile alâkayı kesip kötülük ettiğinizi siz de anladınız, değil mi?!” dedi.

Müşriklerden hiçbiri Ebû Tâlib’e cevap veremedi. Sâdece:

“−Bu, sihirden başka bir şey değildir!” dediler ve apaçık hakîkate sırt dönerek zulümlerine devâm ettiler.

Kureyş’in ileri gelenlerinden bâzıları ise Hâşimoğulları’na karşı yaptıkları şeylerden dolayı birbirlerini ayıpladılar:

“−Kardeşlerimize karşı bu yaptığımız, zulümden başka bir şey değildir!” dediler.

Nübüvvetin onuncu senesine gelinmişti ki, Kureyşlilerden birkaç kişi boykotu kaldırmak için harekete geçti. Hişâm bin Amr, Züheyr bin Ebî Ümeyye’ye:

“−Ey Züheyr! Dayıların bir şey alıp satmaktan, evlenmekten vs. mahrûm edilip darlık ve yokluk içinde kıvranırken, senin istediğini yiyip içmeye, giyinip kuşanmaya gönlün nasıl râzı oluyor? Vallâhi Ebû Cehl’i, kendi dayıları aleyhinde böyle bir antlaşmaya dâvet etseydin, hiçbir zaman icâbet etmezdi.” dedi.

Hişâm, Züheyr’i iknâ ettikten sonra Mut’im bin Adiyy, Ebu’l-Bahterî ve Zem’a bin Esved’i de tek tek kendi safına çekti. Bu beş kişi Mekke’nin yukarısındaki Hacun mevkiinde geceleyin toplanarak ne yapmaları gerektiği hakkında konuştular. Antlaşma bozuluncaya kadar çaba sarf etmek üzere sözleştiler.

Sabah olunca Mescid-i Harâm’a gittiler. Züheyr, üzerinde kıymetli bir elbise olduğu hâlde Kâbe’yi tavâf etti ve:

“−Ey Mekkeliler! Bizler istediğimiz gibi yiyip içelim, giyinip kuşanalım da, Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları alışverişten mahrûm edilerek helâk olsunlar, bu olacak şey midir?! Allâh’a yemin ederim ki, akrabâlık bağlarını kesen şu zâlim sahîfe yırtılıncaya kadar oturmayacağım!” dedi.

Ebû Cehil îtiraz ettiyse de diğer dört arkadaşı daha önceden anlaştıkları şekilde Züheyr’i destekleyince bir anda müsbet bir hava oluştu. Mut’im kalkıp Kâbe’nin duvarında asılı olan sahîfeyi yırttı. Bunun üzerine Adiyy bin Kays, Zem’a, Ebu’l-Bahterî ve Züheyr silâhlanarak Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları’nın yanına gittiler, onları Ebû Tâlib mahallesinden çıkararak evlerine dönmelerini sağladılar. Böylece müslümanlar, üç yıllık zorlu bir muhâsaradan Allâh’ın lutfuyla kurtulmuş oldular. Ebû Tâlib, boykotu iptal edenleri bir şiirle medhetti. Müşrikler de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in İslâm’ı teblîğ etmesine mânî olamayacaklarını anladılar ve ümitlerini kaybettiler.[1]

Bu şekilde çekilen sıkıntı ve meşakkatler, müslümanların îmanlarını takviye etmeye ve saflarının daha da sağlamlaşmasına vesîle oldu. Kâfirler de her zaman olduğu gibi hüsrandan başka bir şey elde edemediler.

***

Bi’setin sekizinci senesinde, İranlılar Rumları (Bizans) mağlûb etmişlerdi. Rumların şehirlerini yakıp yıkmışlar, İstanbul’a kadar ilerlemişler ve Bizans imparatorunu ağır tazminat ödemeye mecbur bırakmışlardı.

İranlılar putperest olduğu için, müşrikler onların gâlibiyetine çok sevindiler. Ehl-i kitâb olan Rumların yenilmeleri, Fahr-i Kâinât Efendimiz’i çok mahzûn etti. Bunun üzerine Allâh Teâlâ da bu hususla ilgili olarak şu âyetleri inzâl etti:

الم غُلِبَتِ الرُّومُ فِى اَدْنَى اْلاَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ فِى بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ اْلاَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ

“Elif. Lâm. Mîm. Rumlar, (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde mağlûbiyete uğradılar. Hâlbuki onlar, bu mağlûbiyetten sonra birkaç yıl içinde gâlip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allâh’ındır. O gün mü’minler de Allâh’ın yardımıyla sevineceklerdir. Allâh dilediğine yardım eder. O, kudretiyle her şeye üstün gelen Azîz, rahmetiyle mü’minleri esirgeyen Rahîm’dir.” (er-Rûm, 1-5)

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Muhakkak ki Fârisîler mağlûb olacaklardır!” buyurdu. (Ahmed, I, 276)

Bu ilâhî haberi öğrenen Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, müşriklerden Übey bin Halef ile Rumların Farslıları üç seneye kadar yeneceğine dâir on deve karşılığında bahse girdi.[2]

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- bu bahsi Allâh Rasûlü’ne haber verince O:

“−Âyetteki «bid’» kelimesi üç ile dokuz arasındaki sayıları ifâde eder. Sen hemen git, develerin sayısını artır, müddeti de uzat!” buyurdu.

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- gitti ve müddeti dokuz seneye, develerin sayısını da yüze çıkardı.

Rumlar birdenbire gelişerek İranlıları ağır bir hezîmete uğrattılar. Bunu haber alınca Ebû Bekir -radıyallâhu anh- Übey’in veresesinden yüz deveyi alıp Peygamber Efendimiz’e getirdi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Bunları fakirlere dağıt!” buyurdu.

O da fakirlere dağıttı.

Kur’ân-ı Kerîm’in bu mûcizesini gören Mekkeli müşriklerden birçoğu müslüman oldu.[3]


[1] Bkz. İbn-i Hişâm, I, 397-406; İbn-i Sa’d, I, 210-211.

[2] Bu hâdise, bahse girmenin yasaklanmasından önce vukû bulmuştu.

[3] Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 30/3194; Kurtubî, XIV, 3.


HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER