HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER
Mekkeli müşrikler, gelen Muhâcirlerin Habeşistan’da hüsn-i kabûl gördüklerini öğrendiklerinde, bundan büyük bir endişe duydular ve yapmakta oldukları işkenceyi daha da şiddetlendirdiler.
Velîd bin Muğîre’nin himâyesinde rahat bir hayat süren Osman bin Maz’un -radıyallâhu anh-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbının akıl almaz zulüm ve işkencelere mâruz kaldıklarını, bâzılarının ateşle dağlandığını, kırbaçla dövüldüğünü görünce tefekküre daldı:
“Vallâhi, arkadaşlarımın ve ev halkının Allâh yolunda çektikleri türlü türlü çileleri benim çekmeyişim, bir müşriğin himâyesinde emniyet içinde yaşayışım, büyük bir noksanlıktır! Allâh’ın himâyesi daha şerefli ve daha emniyetlidir!” diye düşünerek hâmîsi Velîd’in yanına gitti. Ona:
“−Ey amcamın oğlu! Sen beni himâyene aldın! Güzelce de himâye ettin ve taahhüdünü yerine getirdin! Şimdi senin himâyenden çıkıp Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitmek istiyorum. O ve ashâbı, benim için en güzel örnektir. Beni Kureyşlilerin yanına götürüp üzerimdeki himâyenden vazgeçtiğini bildir!” dedi. (İbn-i İshâk, s. 158; Heysemî, VI, 34)
Müşriklerin zulüm ve işkencelerinin daha da şiddetlenmesi üzerine müslümanlar aynı sene ikinci defâ Habeşistan’a hicret etmeye mecbûr kaldılar. Bu sefer doksan kişi idiler. Yetmiş yedisi erkek, on üçü kadındı. Başlarında Hazret-i Ali’nin büyük kardeşi Câfer-i Tayyâr -radıyallâhu anh-[1] vardı.
Leylâ Hâtun şöyle anlatır:
“Müslüman olduğumuz için Ömer bize çok kızıyordu. Habeşistan’a hicret etmek için yola çıkmaya hazırlandığımızda, ben devenin üstündeyken geldi ve:
«−Nereye gidiyorsunuz ey Ümmü Abdullâh?» diye sordu.
«−Dinimiz husûsunda bize eziyet ettiniz, biz de işkence görmeyeceğimiz bir yere gidiyoruz.» dedim.
«−Allâh sizinle berâber olsun!» dedi.
Zevcim Âmir gelince, Ömer bin Hattâb’ın yumuşak tavrını ona anlattım.
O:
«−Gâlibâ sen onun müslüman olmasını umuyorsun. Vallâhi Hattâb’ın merkebi müslüman olur da o yine müslüman olmaz.» dedi.
Ömer’den o zamâna kadar görülen sertlik ve katı yüreklilik, kendisinin îmânından böylesine ümit kestirmişti.” (Heysemî, VI, 23-24)
Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zevcesi Hazret-i Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- demiştir ki:
“Biz Habeşistan’a ayak bastığımız andan itibâren, Necâşî’den pek çok ikram ve iltifâta mazhar olduk. Bizi dâimâ koruyup gözetti. Huzur ve emniyet içerisinde Allâh Teâlâ’ya ibâdet ettik.” (Ahmed, I, 201-202)
Habeşistan Muhâcirleri’nden Ümmü Habîbe -radıyallâhu anhâ- vâlidemizin o günlere âit anlattığı şu hâtıra da müslümanların Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, kendisini görmedikleri hâlde bile ne kadar derin bir muhabbet beslediklerini göstermektedir:
“Necâşî’nin Ebrehe isminde bir câriyesi vardı. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile nikâhım Habeşistan’da kıyılıp Medîne’ye gelme hazırlıklarım yapılırken bana:
«–Senden ricâm, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e selâmımı söylemen, O’na, dînine girdiğimi bildirmendir.» dedi.
Ebrehe bana çok lutufkâr davrandı, yol hazırlığımı yaptı. Yanıma her gelişinde:
«–Sakın ricâmı unutma! Allâh Rasûlü’ne muhakkak selâmımı söyle!» diyordu.
Medîne’ye Rasûlullâh’ın yanına gelince nikâh safhalarıyla Ebrehe’nin bana yaptıklarını kendisine anlatıp selâmını söyledim. Allâh Rasûlü tebessüm buyurdu ve:
“–Ve aleyhesselâm ve rahmetullâhi ve berekâtüh” diyerek selâmını aldı. (İbn-i Sa’d, VIII, 98)
[1] Câfer bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anh-, Hazret-i Peygamber’in amcasının oğludur. Hazret-i Câfer, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha Erkam’ın evine girip İslâm’ı yaymaya başlamadan evvel müslüman olmuş; hanımı Esmâ bint-i Ümeys ile birlikte İkinci Habeşistan Hicreti’ne katılmıştır. (İbn-i Sa’d, IV, 34)
Câfer bin Ebî Tâlib ve arkadaşları, hicretin yedinci senesinde Habeşistan’dan Medîne’ye döndüler. Bu sırada Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hayber Gazvesi’nde bulunuyordu. Hayber ganîmetlerinden Habeşistan’dan gelenlere de pay verildi. (Buhârî, Megâzî, 38)
Hazret-i Câfer, hicretin sekizinci yılında vukû bulan Mûte Seferi’ne katıldı ve orada şehîd düştü.
İbn-i Ömer der ki:
“Câfer -radıyallâhu anh-’ı şehîdler arasında bulduk. Bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası gördük.” (Buhârî, Megâzî, 44)
Hazret-i Câfer’in harp esnâsında iki kolunun da kesilmesi üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ona cennette iki kanat bahşedildiğini haber vererek:
“Câfer’i, cennette meleklerle birlikte uçarken gördüm.” buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb, 29/3763)
Bundan sonra Câfer -radıyallâhu anh-, “uçan” mânâsına gelen “Tayyâr” lâkabıyla anılır olmuştur.
HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER