HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER
Mekkeliler ticâretle uğraşarak hayatlarını idâme ettirirlerdi. Ticâret kervanlarıyla civar memleketlerden getirdikleri malları Mekke’de düzenlenen hac panayırlarında satarlar, Mekke’de üretilen malları da civar memleketlere götürürlerdi.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gençliğinde amcalarıyla birlikte ticâret kervanlarına katılmış, Sûriye ve Yemen’e seyahat etmişti. Daha sonraki yıllarda, Hazret-i Hatîce adına Yemen’in Cüreş pazarına iki kere ticâret seferi yapmış ve her sefer için kendisine ücret olarak genç ve erkek bir deve verilmişti.[1]
Varlık Nûru, Hazret-i Hatîce’nin ticâret kervanını Tihâme’deki Hubâşe pazarına da götürmüştü. Bu sefere Hatîce -radıyallâhu anhâ-’nın hizmetçisi Meysere ile birlikte çıkmışlar, oradan Tihâme kumaşı getirerek Hakîm bin Hizâm’a satmışlar ve bol kazanç elde etmişlerdi.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Ben Hatîce’den daha hayırlı bir ortak görmedim.” diyerek onu medhetmiş, yaptığı işin karşılığını fazlasıyla verdiğini ifâde buyurmuştur. (Halebî, I, 221, Aynî, X, 104)
Amcası Ebû Tâlib, birgün Peygamber Efendimiz’e:
“−Ey kardeşimin oğlu! Ben fakir bir adamım. Kıtlık ve kuraklık, bizde ne sermâye ne de ticâret bıraktı! Bir ticâret kervanı Şam’a gitmeye hazırlanıyor. Hatîce bint-i Huveylid de bu kervanla birlikte mallarını götürecek bir kimse arıyormuş. Onun, Sen’in gibi emîn, temiz ve vefâkâr bir insana çok ihtiyacı var. Sen’i ticâretine vekîl yapması için kendisiyle konuşsak iyi olur. Sadâkatin sebebiyle, Sen’i başkasına üstün tutacağını düşünüyorum. Aslında Şam taraflarına gitmeni istemiyorum. Yahûdîlerden Sana bir zarar gelmesinden korkuyorum. Ancak başka çâremiz de yok!” dedi.
Varlık Nûru ile amcasının arasında geçen konuşma Hazret-i Hatîce’ye ulaşınca:
“−Ben Muhammed’in bunu isteyeceğini bilmiyordum!” dedi. Hemen Âlemlerin Efendisi’ne haber göndererek başkalarına verdiğinden daha fazla ücret mukâbilinde ticâret malını Şam’a götürmesini teklif etti.
Zîrâ Hazret-i Hatîce, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in son derece güvenilir, doğru sözlü ve güzel ahlâk sâhibi bir kimse olduğunu çok iyi biliyordu.[2]
Hidâyet Nûru Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hatîce’nin yardımcısı Meysere ile birlikte Mekke’den yola çıktı. Hazret-i Hatîce, Meysere’ye:
“−Muhammed’e hiçbir hususta itaatsizlik etme! Söylediklerinin hiçbirine karşı gelme!” diye tenbihte bulundu.
Yolda mal yüklü develerden ikisi yorulup geride kalınca Meysere develerin durumundan endişe etti. Koşarak Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yanına gelip durumu haber verdi. Server-i Âlem Efendimiz ellerini develerin ayaklarının üzerine koyup meshettikten sonra develer koşmaya başladılar ve böğürerek kâfilenin önüne geçtiler. Kâfiledekiler bunu görünce, Efendimiz’in hizmetine ve korunmasına daha çok ihtimam gösterdiler.[3]
Sultânu’l-Enbiyâ -aleyhi ekmelü’t-tehâyâ- Efendimiz, hayâtı boyunca ticârî münâsebetlerdeki muhâtaplarına ve diğer insanlara karşı son derece dürüst davranmıştır. Bir kimseye söz verdiğinde, onu ne pahasına olursa olsun yerine getirmiştir.
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-, Efendimiz’in hayâtını en ince teferruatıyla bilen bir kimse olarak şöyle demektedir:
“−Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir şey söylediğinde, onu muhakkak yapardı.” (Buhârî, Şehâdât, 28)
Sâib bin Ebi’s-Sâib -radıyallâhu anh- da şöyle anlatmaktadır:
“Allâh Rasûlü’nün yanına geldim. Ashâb-ı kirâm beni medhetmeye ve hakkımda güzel şeyler söylemeye başladılar. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«−Ben onu sizden daha iyi tanırım!» buyurdu.
Ben de bunun üzerine:
«−Doğru söyledin, anam babam Sana fedâ olsun. Sen benim ortağımdın, hem de ne iyi bir ortak. Ne karşı koyardın ne de münâkaşa ederdin.» dedim.” (Ebû Dâvud, Edeb, 17/4836; İbn-i Mâce, Ticârât, 63)
O’na el-Emîn ve es-Sâdık sıfatlarını verdiren pek çok numûne-i imtisâl hâdiseden birini Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
“Bi’setten önce Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile bir alışveriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’dederek oradan ayrıldım. Fakat verdiğim sözü unutmuşum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum.
Emniyet ve sadâkatin erişilmez zirvelerinde bulunan Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu ahlâk-ı hamîdesine ilâveten, yaptığım karşısında da beni azarlamayıp sâdece:
«−Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 82/4996)
O’nun henüz nübüvvet verilmeden önce sergilediği bu ve benzeri ulvî hasletler, birbirinden güzel, ibretli ve hikmetlidir. Zâten bunlar, ancak bir peygamber namzedinde tecellî edebilirdi.
Allâh Teâlâ dileseydi Habîb-i Edîb’ine çocukluğundan itibâren rızık peşinde koşmaksızın müreffeh bir hayat yaşatabilirdi. Fakat hikmet-i ilâhî, Allâh Rasûlü’nün kendi el emeğiyle rızkını kazanarak hayâtını idâme ettirmesini ve ümmetine örnek olmasını murâd etmiştir. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“Hiçbir kimse, aslâ kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir…” buyurmuştur. (Buhârî, Büyû’, 15; Enbiyâ, 37)
Ayrıca insanlara rehber olacak bir şahıs, geçimini, çevresinin vereceği bağış ve hediyelere bağladığı müddetçe, dâvâsının insanlar nazarında herhangi bir kıymet, ağırlık ve ciddiyeti kalmaz. Nitekim Cenâb-ı Hak bütün peygamberlerine:
وَمَا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Ben bu (teblîğ) karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak Âlemlerin Rabbi’dir.” (eş-Şuarâ, 109, 127, 145, 164, 180; Yûnus, 72; Hûd, 29) demelerini emretmiştir.
Şâir, bu inceliği ne güzel ifâde eder:
Kimsenin lutfuna olma tâlib,
Bedeli cevher-i hürriyettir!
Habîb-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi kazancıyla hayâtını idâme ettirdiği için insanların en hür ve bağımsız olanıydı.
[1] Hâkim, III, 200/4834.
[2] İbn-i Hişâm, I, 203; İbn-i Sa’d, I, 129; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 297.
[3] Diyarbekrî, I, 262.
HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER