DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
HUZURLU ÂİLE YUVASI İÇİN
Ondan sonra gelen âyet, bugünkü günümüz, evlilik, nasıl bir rahat, huzurlu bir toplum? İşte Cenâb-ı Hak:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla! Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Nasıl bir huzurlu toplum olacak? Bu, ektiğin tohuma bağlı. Bahçıvan ne ekerse o çıkar. Cenâb-ı Hak, âileler istiyor bizden. Nasıl âileler? Göz nuru âileler. Göz nuru hanımlar. Nasıl bir kız çocuklarımıza ehemmiyet vereceğiz bilhassa. Çünkü âilenin temelini teşkil eden, hanımlardır. Âilenin neslini devam ettirecek onlardır. Ve o âilelerden göz nûru nesiller; “قُرَّةَ اَعْيُنٍ”.
Demek ki nasıl bizim bir arkamızdan bir sadaka-i câriyemiz olsun? Nasıl bir akarımız gelsin arkamızdan? Demek ki bu yetiştirdiğimiz, ehemmiyet verdiğimiz evlâtlara bağlı.
En merhametli anne-baba, yavrusunu Allah yolunda yetiştiren. Ufak yaşta, kartlaştıktan sonra değil. Bir ağacı düzeltmek mümkün değil. Ona ancak yaşken o ağaca yön verebilirsin.
Hep annelerden, babalardan şikâyetler geliyor:
“–Evlâdım benden uzaklaştı diyor. Bizi unuttu diyor. Şöyle şöyle yanlış yollara girdi…” diyor.
Cevâben:
“–Sen ne verdin ki ne bekliyorsun?! Ne verdin ki ne bekliyorsun?! Sen mi sahip oldun evlâdına, yoksa başkalarına mı sahip ettirdin? Gösterilen o menfî filmlerin mi çocuğu oldu? İnternetlerin o savrulan o porno sokaklarının mı insanı oldu? Nasıl göz yumdun onlara? Kıyâfetini, vesâiresini sen nasıl şey yaptın?..”
“–Şimdi olmuyor, tesettüre girmiyor…”
“–Zamanında ne aşı verdin? Nasıl onları modalara kaptırdın? Şimdi, ne verdin ki ne bekliyorsun?!”
Velhâsıl, kusursuz evlâdımız olması için, kusursuz anne-baba olmamız lâzım.
Cenâb-ı Hak da işte:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا
(“…Rabbimiz! Bize eşler ve zürriyetler bağışla!..” [el-Furkân, 74]) buyuruyor.
Peki ben bunları ne şekilde yetiştireceğim? Ben nasıl olacağım bunları yetiştirmek için?
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Takvâda önder olacağım.
İşte Cenâb-ı Hak huzurlu bir toplumu bildiriyor. İşte bu, asr-ı saâdet toplumu.
İşte bu, Allah dostu olmak, kolay bir iş değil. Yani bu vasıfları elde etmek.
Cenâb-ı Hak:
“İşte onlara, sabretmelerine karşılık Cennet’in en yüksek makâmı verilecek. Orada hürmet ve selâmla karşılanacak, orada ebedî kalacaklardır. Orası ne güzel bir yerleşme ve ikâmet yeridir.” (el-Furkân, 75-76) buyruluyor.
Gaflette olanlara da Cenâb-ı Hak, bu ibâdurrahmân’ın dışında, kendisini bu ibâdurrahmân/Allâh’ın rahmetinin tecellî ettiği kulun dışında olanlara da, onların gafletine binâen Cenâb-ı Hak diyor ki:
“(Rasûlüm! Diyor.) Onlara söyle (diyor), onların (kullukları olmasa, ibadetleri, yalvarmaları) duâları olmasa onlar ne işe yarar?..” (Bkz. el-Furkân, 77) diyor. “Ne işe yarar onlar?” diyor. Allâh’ın bu kadar nîmetleri karşısında bir nankör hayatı…
Onun için bu âile düzeni, âile hayatı çok mühim.
Yine Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerîmede, Rum Sûresi’nde üç husûsiyet bildiriyor bu âile hayatından. Yani bu üç husûsiyet eğer olursa, yani bir takvâ hayatı olursa, huzur ve sükûnet verir. Âilede huzur olursa, bu huzur, hayatın her safhasına yaygınlaşır.
Demek ki;
“لِتَسْكُنُوا”; bir sükûnet verir, huzur hâli verir.
“مَوَدَّةً”; bir muhabbet verir. Ve bu muhabbetle süflî muhabbetten kurtulursun, ilâhî muhabbete bir basamak hâline gelir. Gâye, ilâhî, bu birtakım nefsânî arzuları idealize ederek onları Cenâb-ı Hakk’a olan muhabbete bir basamak hâline gelebilmesi.
“رَحْمَةً” buyruluyor. Bu da, şefkat veriyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. er-Rûm, 21)
Bu takvânın neticesinde bir sükûnet olacak, bir muhabbet olacak, kalplerde bir cereyan hattı olacak, rahmet olacak. Birbirlerine rahmet olacaklar. Birbirlerine hayatta baston olacaklar.
Huzurlu evliliğin 5 tane şartı var:
Birincisi muhabbet:
Muhabbet olacak. Menşei de Cenâb-ı Hak. Muhabbeti veren, Cenâb-ı Hak. Bu da, iki tarafın da Allah rızâsına uygun bir hayat yaşamasına bağlı. Dâimâ birbirlerini takviye edecekler, birbirlerinin rûhuna girecek damar bulacaklar. Muhabbet, takvâya götürecek; takvâ, Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracak.
İkincisi, sadâkat olacak:
Sadâkat nedir? Zor zamanlarda tarafların birbirine fedakârlığıdır. Hatice Vâlidemiz ne güzel misaldir. Efendimiz, Hatice Vâlidemiz’e, nasıl bir, Hatice Vâlidemiz’e sadâkat gösterdi? Onun vefât ettiği seneye “hüzün senesi” denildi.
Demek ki muhabbet olacak. Sadâkat olacak, karşılıklı saygı olacak. Samimiyet olacak, lâubâlîlik olmayacak.
Hudutlara dikkat edilecek:
Vakar olacak, kibir olmayacak. Tevâzu olacak, zillet olmayacak. Evlilikte bu hudutlar iyi korunacak.
Sabır olacak:
Tarafların zor zamanlarında birbirlerinin güzel huylarını düşünecekler. Kötü huylarını ortaya çıkarmayacaklar. Dâimâ güzel huylarını düşünecekler ve aralarında münâkaşa olmaması için gayret edecekler. Çocuklar da bu münâkaşanın dışında olacak. Çocuklar da yıpranmayacak.
Beşincisi, mes’ûliyet olacak:
Taraflar, birbirine olan vazifelerini ihmâl etmeyecekler. İki tarafın anne-babaları aynı hâle gelecek. Bilhassa emânet olan yavrular, hayır-hasenatla teçhiz edilecek.
Efendimiz’in buyurduğu gibi, ufak yaşta namaza alıştırılacak. Severek alıştırılacak. Elinden tutulacak, namaza, câmiye götürülecek.
İmam Mâlik diyor ki:
“Bana (diyor), babam (diyor), bir hadis ezberletir, bir hediye verirdi. Ben de sevinirdim (diyor). İkinci gün, ertesi gün yine bir hadis ezberleyerek gelirdim (diyor), bir hediye almak için (diyor). Öyle bir hâle geldim ki (diyor), bana (diyor), hadis ezberlemek bir lezzet hâline geldi. Babam bana hediye vermese de artık ben hadis ezberlemeye başladım.”
Onun için yavrularımızı, bilhassa babalar, elimizle câmilere getirmeliyiz. Bir hayır-hasenat yapacağımız zaman, onun eliyle verdirmeliyiz ki eli hayır-hasenâta alışsın. Duâ almaya alışsın kendisi.
Nesil yetiştirme mes’ûliyeti ihmal edilirse, âkıbet o zaman hazin olmuş olur. Evlât yabancılaşır. Mânen yabancı yerlerin evlâdı ve nesli olur. Onun biyolojik yapısının bir ehemmiyeti kalmaz, kaybolur. Neticede annelerin, babaların feryatları da fayda vermez.
Cenâb-ı Hak -inşâallah- bugün düğününü yaptığımız bu beş evlâdımızı -inşâallah- Cenâb-ı Hak bütün evlâtlarımızı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhânî âile hayatından hisse alarak -inşâallah- Cenâb-ı Hak büyük, ömürlerine evlilik hayatlarına bereket ihsân eyler -inşâallah-.
Efendimiz’den bir hadîs-i şerîf:
Efendimiz, her sahâbînin kabiliyetine göre onu irşâd ederdi. Bir çöl bedevîsi gelirdi, onun kabiliyetine göre… Zaten Efendimiz, makam-mevkîleri de kabiliyetlere göre verirdi. Kâbiliyetlerine göre yetiştirirdi her bir ashâb-ı kirâmı, ashâb-ı kiramdan her birini.
Muaz bin Cebel vardır. Efendimiz bunu çok severdi. Hattâ onunla beraber, beraberlikleri çok olurdu. Çünkü derin bir sahâbî idi.
Bir gün Efendimiz, ashâb-ı kirâmla beraber gidiyorlardı yolda. Bir kısmı yanında, bir kısmı önünde, bir kısmı arkasında, Efendimiz ortada devam ediyorlardı gidecekleri yere. İçlerinden Muaz bin Cebel:
“–Ey Allâh’ın Elçisi! Siz’i rahatsız etmeyeceksem yanınıza yaklaşmaya izin verir misiniz?” dedi.
Ne kadar bir nezâket…
Efendimiz de:
“–Yaklaş!” buyurdu.
Muaz yaklaştı. Yakınına geldi ve yanyana yürümeye başladılar.
Bu yakınlık vesîlesiyle Hazret-i Muaz bir soru sordu. Güzîde sahâbîler soru soramazdı. Beklerlerdi, birisi gelsin de soru sorsun diye. Fakat bu Hazret-i Muaz -radıyallâhu anh- bu yaklaşma vesîlesiyle bir soru sordu. Dedi ki:
“–Canım Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Rabbimden niyâzım; bizim can emânetimizi Sen’den evvel almasıdır. Sen’in vefat ânını bizim görmememizdir. Rabbimiz’den bunu arzu ediyoruz. Fakat tecellî ayrı olursa, Siz bizden evvel vefât ederseniz, bize ardınızdan ne tavsiye edersiniz?”
Efendimiz bu soru karşısında sırlı bir sükûta büründü ve sükût etti, bir cevap vermedi. Bu sükût karşısında Muaz, mânevî susuzluğunu gidermek için dedi ki:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah yolunda cihad mı edelim?” dedi.
Efendimiz cevâben buyurdu ki:
“–Allah yolunda cihad, çok güzel bir şey Muaz! Ama insan için bundan daha hayırlısı var.”
Bunun üzerine Muaz, sorularına devam etti.
“–Yani oruç tutmak, zekât vermek mi?”
Efendimiz yine:
“–Muaz! Oruç tutmak, zekât vermek çok güzel. Fakat daha ötesi var.” buyurdu.
Muaz bin Cebel, bunun üzerine ne kadar hayırlı ameller varsa hepsini saymaya başladı. İnsan için bütün iyilikleri saydı. Artık herhâlde tamamlandı zannetti. Öyle devam ettiği gibi zannetti.
Fakat Fahr-i Kâinat Efendimiz her defasında:
“–İnsan için bundan daha hayırlısı vardır.” diye iyice zihnini yoğunlaştırıyordu. En nihâyet Muaz:
“–Anam-babam Sana kurban olsun yâ Rasûlâllah! İnsan için bundan daha hayırlı ne olabilir?” dedi.
Efendimiz, mübârek dudaklarını gösterdi:
“–Hayır (konuşacaksan konuş, eğer hayır) konuşmayacaksan sus.” buyurdu.
Muaz:
“–Yâ Rasûlâllah! Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz?” diye sordu.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Muâz’ın dizine şöyle bir vurdu, yani hâdiseyi şiddetlendirmek için dokundu:
“–Allah hayrını versin Muaz! (Dedi.) İnsanları yüzüstü Cehennem’e sürükleyen, dillerinin söylediklerinden başka nedir ki? (Dedi. Velhâsıl:) Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa ya faydalı söz söylesin, veya sussun, zararlı söz söylemesin. Sizler, hayırlı sözler söyleyerek kazançlı çıkın, zararlı söz söylemeyerek de rahat ve huzura kavuşun.” buyurdu. (Hâkim, IV, 319/7774)
Bilhassa bu tabi, hayatımız bu minval üzerinde olmalı. En mühim, dilimize hâkim olabilmek. Bazen insan düşünüyor: Ne kadar insan boş ve faydasız şeyler konuşuyor. Belki bir lâl olarak dünyaya gelmek, belki kıyamet günü insan özleyecek, keşke diyecek, bir dilsiz olarak dünyaya gelseydim de o yanlış söylediği sözler, duyduğu gıybetler vs. ne kadar bir pişmanlık getirecek.
Üç ayların içine girdik. Çok mübârek günlerdeyiz. Cenâb-ı Hak -inşâallah- eğer konuşacaksak hayır konuşmayı, hayır konuşmayacaksak susmayı Cenâb-ı Hak cümlemize ihsân eylesin. Cenâb-ı Hak -inşâallah- lûtfeylesin ezanlar hürmetine -inşâallah-.
اَللّٰهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ . وَالصَّلَاةِ الْقَائِمَةِ . آتِ مُحَمَّداً الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَالدَّرَجَةَ الرَّفِيعَةَ . وَابْعَثْهُ مَقَاماً مَحْمُوداً الَّذِي وَعَدْتَهُ . إَنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ . بِرَحْمَتِكَ يَااَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ .
Bugünkü yavrularımız için bir duâ ile bitirelim:
اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلىَ آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ.
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ هَذَا الْعَقْدَ مَيْمُونًا وَ مُبَارَكاً.
وَاجْعَلْ بَيْنَهُمَا اُلْفَةً وَ مَحَبَّةً وَ قَرَارًا.
وَلاَ تَجْعَلْ بَيْنَهُمَا نَفْرَةً وَ فِرْقَةً وَفِرَارًا.
اَللّٰهُمَّ اَلِّفْ بَيْنَهُمَا كَمَا اَلَّفْتَ بَيْنَ آدَمَ وَ حَوّٰى
وَ بَيْنَ مُحَمَّدٍ صَلَّى الله ُعَلَيْهِ وَ سَلَّمَ وَ خَدِيجَةَ الْكُبْرٰى
وَ بَيْنَ عَلِىٍّ كَرَّمَ اللهُ وَجْهَهُ وَ فَاطِمَةَ الزَّهْرٰى رَضِىَ اللهُ عَنْهَا.
اَللّٰهُمَّ اَعْطِ لَهُمَا وَلَدًا صَالِحًا وَ رِزْقًا وَاسِعًا وَ عُمْرًا طَوِيلاً
وَ قَلْبًا خاَشِعًا وَلِسَانًا ذَاكِرًا.
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَ ذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا.
Duâmızın kabûlü niyâzıyla; Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..