İbâdet, Heyecan ve Sabır İster


DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

İbadet, Heyecan ve Sabır İster

İbadet, beden ve kalp âhengi içinde olacak. İbadet, sabır ister. İbadet, heyecan ister. İbadeti sevmek ister.

İbnü’l-Cevzî vardır, o, rivâyette şöyle ifade eder:

“İbadet ve tâatin meşakkati gider, kıyamette sevabı kalır. İbadet ve tâatin meşakkati gider, sevabı kalır. Günahın lezzeti gider, acısı ve ıztırâbı kalır.”

Velhâsıl bedenle âhenk içinde bir ibadet istiyor Cenâb-ı Hak. Bu nasıl bir ibadet:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])

İlâhî kameranın altında olduğunun, insan idrâki içinde olacak. Şah damarından Cenâb-ı Hakk’ın yakın olduğunun idrâki içinde olacak. (Bkz. Kāf, 16)

Muâmelât, hayranlık veren bir güzel ahlâk olacak. Âile hayatında, ticârî hayatta, beşerî münasebetlerde hayranlık veren bir ahlâk olacak.

Ömer -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“‒Siz diyor, susarak da diyor, tebliğ edin diyor. Susarak İslâm’ı tebliğ edin.” diyor.

“–Yâ Halîfe!” diyorlar. “Nasıl susarak İslâm tebliğ edilir?”

“–Hâlinizle, ahlâkınızla.” buyuruyor.

Zaten baktığımız zaman tarihimizde, yani Osmanlılarda baktığımız zaman, Kosova’ya 1. Murad gitti, orada şehid oldu. Arkasından gelenler, Anadolu’nun temiz insanını oraya götürüp oraya yerleştirdiler. Fatih, İstanbul’un fethinden on sene sonra Bosna’yı fethetti, Bosna’ya da yine Anadolu’nun temiz halkı gönderildi oraya. Onların şeyiyle yüzde yüzü müslüman oldu.

Velhâsıl demek ki her müslüman, İslâm’ı temsil etme mecburiyetinde; ibadetiyle, muâmelâtıyla, ahlâkıyla, muâşeretiyle, her şeyiyle. Elinden-dilinden insanların istifade…

خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسِ

(“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” [Bkz. Beyhakî, Şuab, VI, 117; İbn-i Hacer, Metâlib, I, 264])

Öyle bir kişi olacak.

Cenâb-ı Hak bize en büyük nîmeti verdi.

لَقَدْ مَنَّ اللهُ

(“Allah lûtufta bulunmuştur…” [Âl-i İmrân, 164]) buyuruyor. Efendimiz’e ümmet kıldı…

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

(“Sonra o gün, verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” [et-Tekâsür, 8])

Her şeyin bedeli var, Efendimiz’e ümmet olmanın da bedeli var. O’nun gibi yaşamanın gayreti içinde olacağız.

İbn-i Abbas diyor ki:

“Allah Teâlâ kendi katında Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den daha kıymetli bir insan yaratmamıştır.”

Çünkü yalnız O’nun hayatına yemin ediyor, “لَعَمْرُك” “O’nun hayatı üzerine yemin olsun…” (Bkz. el-Hicr, 72) buyuruyor.

“Aranızda konuştuğunuz gibi (Efendimiz’in yanında) konuşmayın, amelleriniz boşa çıkar.” buyuruyor. (Bkz. el-Hucurât, 2)

Efendimiz’in yanında biraz yüksek sesle konuşan, bağıran, onlar câhillerdir buyuruyor Hucurât Sûresi’nde. (Bkz. el-Hucurât, 4)

Demek ki bir insan trilyon trilyon kitap okusa, kırk tane fakülte bitirse, eğer Allah Rasûlü’nü tanımıyorsa, Allah Rasûlü’nün izinden gitmiyorsa, Hucurat’taki Kur’ânî ifadeyle, o insan câhildir.

En mühim;

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1)

Demek ki kul, ilk başta Cenâb-ı Hakk’ı okuyacak, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nîmetleri okuyacak. En büyük Peygamberʼe ümmet kıldı; Rasûlullah Efendimiz’i okuyacak. O’na benzer yaşamaya gayret edecek.

Efendimiz buyuruyor:

“Benim kıldığım namaz gibi kılın.” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)

Yani her şeyde O’nun gibi olmak. Cömertlikte O’nun gibi olmak, muâşerette, ahlâkta O’nun gibi olmak…

Kurtuluş burada! Hayat gelip geçiyor işte. Sırf eşya devre-mülk değil; her şey devre-mülk. İnsan da devre-mülk…

Ashâb-ı kirâm, Efendimiz’in taht-ı terbiyesinde gerçek “bilenler”den oldu. İşte “bilenler, bilmeyenler”…

Rasûlullah Efendimiz buyuruyor:

“İnsin ve cinnin isyankârları hariç bütün mahlûkat beni tanır.” buyuruyor. (Ahmed bin Hanbel, III, 310)

Uhud tanıyordu. O kütük tanıdı, ağladı kütük. Hadîs-i mütevâtirdir.

Hayvanlar tanıyordu, derdini şey yapıyordu.

Kim anlamıyor? Demek ki gâfil insan anlamıyor.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri:

“Bak diyor, sen bir hurma kütüğü kadar bile değilsin herhâlde diyor. O diyor, Allah Rasûlü’ne, yeri değiştirildiği için, üzerine çıkıp hutbe okumadığı için ağlamaya başladı diyor. Sen de diyor, onun bir hasretini düşün diyor. Bir hurma kütüğünün hasretini düşün diyor. Onu ancak indi diyor, okşadı diyor, ondan sonra bir sükûnet oldu.” diyor.

İşte Efendimiz’in taht-ı terbiyesinde ashâb-ı kirâm gerçek bilenlerden oldu. Daima şükür hâlinde yaşadılar. Gönüllerindeki dünya sevgisi âhiret için oldu. Kazanmak, âhiret için oldu. İbadet, âhiret için oldu. Evlât yetiştime âhiret için oldu, Allah rızâsını kazanmak için oldu. Allah Rasûlü’nün hâliyle hâllenmek, dünyada olduğu gibi âhirette de Efendimiz’le beraber bulunabilmek, en büyük gayeleri oldu.

Tefekkür gelişti çok: İnsan vücudunun yok kadar bir maddeden, bir yumurtadan bir hayvanın çıkması, bir ağacın yok kadar bir tohumdan bir meyveden çıkması, onun üzerinde ashâb-ı kirâmda derin derin tefekkürler başladı.

Merhamet, şefkat, hakkı tevzîde derinlik zirveleşti. Riyâzat hâli yaşandı. Aşırı tüketim, bugün olduğu gibi oburluk, lüks, gösteriş, sahâbe neslinin tanımadığı bir hayat tarzı oldu.

Yarın bu nefsin konağının mezar olacağı telâkkîsi gelişti. Köleler, O’nun sayesinde, harp esirleri, bir insan muâmelesi gördü.

Hayvanlar tanıdı. Devesi Kasva, –Kadı Iyâz’ın belirttiğine göre- Rasûlullah’ın vefatından sonra kendisini çöllere attı, aç, bî-ilaç orada öldü gitti o hasretle.

Nebâtat tanıdı…

Velhâsıl insan gafletten sıyrıldıkça, mârifetullahʼtan nasip aldıkça, Cenâb-ı Hakk’ı tanımada, Allah Rasûlü’nü tanımada mesafe katetmiş oluyor.

Onun için gaflete düşmeyip Cenâb-ı Hakk’ı unutmamak için tezkiye şart. Yani nefs, haramlara açılmış bir pencere mesâbesindedir. Mayasında, nefsin mayasında haram temâyülü olduğu için, daima haramı çeker, haram câzip gelir. İnsan için de haramlara teşneliğin sebebi de budur. İmtihan olarak Cenâb-ı Hak haramlara bir câzibe veriyor. İşte tezkiye-i nefs bunun için elzemdir.

Kurtuluş çâresi, helâllere ve sâlih amellere rağbeti artırmaktır.

Cenâb-ı Hak:

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])

Buyuruyor.

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8]

Fücur bertaraf olacak, takvâ zirveleşecek.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])

İç âlem, gönül âlemi temizlenecek. O kalpte Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatları tecellî edecek. Zikir tecellî edecek o kalpte.

Efendimiz:

“Hakîkî mücâhid, nefsine karşı cihad edendir.” buyuruyor. (Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd, 2)

Yani din bir bütündür. “Bir kısmını îfâ edeyim, bir kısmını Allah affeder…” O, nefs-i levvâme oluyor.

Hesaba çekileceksiniz (Cenâb-ı Hak) kıyamet günü buyuruyor. Allah, oraya bizim bir şeyimizi (dikkatimizi) çekiyor, hemen arkadan “levvâme” geliyor. İhmâlkâr nefis. Hesaba çekileceksiniz buyuruyor. (Bkz. el-Kıyâme, 1-2)

Cenâb-ı Hak bizden ne istiyor?

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor.

Yani nasıl dünyaya tertemiz geldin, Cenâb-ı Hak seni tertemiz getirdi; ibadetlerle, tâatlerle, muâmelâtla, şükürle, hamd ile tertemiz olarak gidebilmek huzûruna.

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor.

Yani berrak, rafine olmuş bir kalp istiyor.

“Kalb-i münîb” buyuruyor; kemâlde mesafe almış bir kalp istiyor.

“Nefs-i mutmainne” istiyor; Cenâb-ı Hakk’a râm olmuş bir kalp istiyor.

رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً  (“…Sen O’ndan râzı, O da senden râzı.” [el-Fecr, 28]) Değişen şartlarda kul Allah’tan râzı, Allah da ondan râzı.

Ubeydullah Ahrar Hazretleri anlatıyor:

“Bir aziz diyor, dünyadan ayrıldıktan sonra Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri’ni rüyada gördü, ona sordu:

«–Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım dedi, üstad, ne yapalım dedi, ebedî kurtuluşumuz için?»

Hâce Hazretleri şöyle cevap verdi:

«–Son nefeste ne ile meşgul olmak gerekiyorsa, onunla meşgul olun.»”

İnsanın en zor ânı, son nefeste kelime-i tevhîd ile…

Bir kişi tavaf yapıyor, iki arkadaş, Yusuf -aleyhisselâm-’ın duâsını okuyor.

“–Niye diyor, başka duâ okumuyorsun, o kadar çok dualar var ki?” diyor.

“–Bir diyor, benim diyor, bir arkadaşım vardı, imam mı, müezzin mi öyle bir şeydi, son nefesi kötü oldu diyor. Onun için ben de diyor, son nefesimden diyor, endişeliyim;

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

(“…Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihler arasına kat!” [Yusuf, 101])

Son nefesim için duâ ediyorum buyuruyor, Yusuf Sûresi’nden.”

Onun için bir mü’minin يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ  (“…Âhiretten korkan…” [ez-Zümer, 9]) en mühim şeyi, bir âhiret endişesi olacak.

Niçin dünyaya geldin? Âhiret için gelmedin mi? Nasıl bir talebenin, dünyevî bir talebenin, bir diploma şeyi olur, sınıf geçebilme gayreti olur, acaba geçeceğim mi, geçemeyeceğim mi, bitireceğim mi, bitiremeyeceğim mi derdi olur; demek ki bir mü’min de, inanmış bir mü’min de en mühim bir şeyi, “يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ” bir âhiret derdi olacak. “Ben nasıl bir âhiret talebesiyim? Nasıl Allah Rasûlü’nün talebesiyim?..”

Yine Ebu’l-Hasan Harakānî Hazretleri:

“Allah sizi dünyaya tertemiz getirdi, siz de O’nun huzûruna kirli olarak gitmeyin.” buyuruyor.

Efendimiz de:

“Sakın (günah işleyerek) kıyamet günü benim yüzümü kara çıkartmayın!” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Nasıl baba-anne, evlâdından mes’ûl ise, Efendimiz de ümmetinden o mes’ûliyetle:

“Sakın diyor, benim diyor, çoğalınız diyor, ben iftihar ederim, fakat diyor, benim yüzümü de kara çıkartmayın.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Demek ki en mühimi, evlât yetiştirmek. İstikbâli de…

“–Efendim, oğlum-kızım şurayı bitirsin, bilmem ne, kendi ekmeğini kendi kazansın bilmem ne…”

Ne oluyor? Âhiret ihmal ediliyor. Tek kanatlı oluyor.

Mevlânâ ne güzel; “Tek kanatlı bir kuş diyor, uçmaya kalkarsa azgın bir kedinin lokması olur.” diyor.

Onun için muhakkak bir müslüman, evlâdına âhiret tahsili yaptıracak. O küçük bir tahsil değil. Küçümseniyor; bir sene camiye gönderince bir yazda, tamam diyor, bir Fâtiha’yı öğretmiş, bir zamm-ı sûre, bir Tahiyyâtʼı öğrenince tamam diyor; değil!

İslâm kültürü;

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1]) ile başladı.

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ

(“…Bugün size dîninizi tamamladım…” [el-Mâide, 3]) âyetiyle 23 sene sürdü bu fâsıla. Her inen âyet, Rasûlullah Efendimiz tarafından tatbik edildi, ashâb-ı kirâma da tatbik ettirildi.

Demek ki bir baba da böyle olacak. “Benim evlâdımın istikbâlini Allah verir.” diyecek.

“اِيَّاكَ نَعْبُدُ” (“Ancak Sana kulluk ederiz…” [el-Fâtiha, 5]) diyecek. “اِيَّاكَ نَعْبُدُ” derse “وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ” (“…Ve ancak Senʼden yardım dileriz.” [el-Fâtiha, 5]) gelir. Fakat “اِيَّاكَ نَعْبُدُ”ya rağbet etmezse “وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ” olmaz.

Bu da bir, Allâh’a olan bizim bir şeyimizi gösteriyor, râbıtamızı gösteriyor.