DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
İBADETLER SEVEREK, HİZMET SEVİNEREK YAPILIR
Cenâb-ı Hak nasıl bizi davet ediyor Cennet’e?
Kalb-i selîm istiyor.
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])
Yani rafine olmuş… Nasıl insan, doğuşta tertemiz doğdu, öyle tertemiz bir yürekle Cenâb-ı Hak huzûruna istiyor. İbadetler, tâat, muâmelât, o hâle gelecek.
Kalb-i münîb istiyor -Kāf Sûresi’nde-. Hayır-şer o kalpte netleşecek. Şerden, ateşten kaçar gibi kaçacak.
Nefs-i mutmainne istiyor Ve’l-Fecri’de. Allah ne verdi? Göz verdi, kulak verdi, beden verdi, mal verdi, mülk verdi, güç verdi, hepsini Allah yolunda kullanabilmek.
Değişen şartlarda râdıyye/Allah’tan râzı olmak, merdıyye/Allâh’ın da ondan râzı olması ve “Cennet’ime gir.” (el-Fecr, 30) buyuruyor. Bir Cennet vizesi çıkıyor.
Gelelim okunan âyet-i kerîmeye -Mü’minûn Sûresi’ne-:
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- buyuruyor:
“Fısıltı gibi bir ses geldi diyor, arı fısıltısı gibi diyor. (Bazen vahiyler, arı vızıltısı gibi gelirdi.) Allah Rasûlü’nün yanağının civarından bir fısıltı geldi diyor. Allah Rasûlü’nün şekli-şemâili değişti diyor. Biz anladık ki vahiy geldi Efendimiz’e, vahiy geliyor. Ondan sonra bitti, Efendimiz eski hâline döndü. Kıbleye döndü, ellerini kaldırdı, duâ etti:
«–Yâ Rabbi, bizi çoğalt, eksiltme. Değerimizi artır, hakir eyleme!.. Mahrum eyleme!.. Râzı ol, râzı ol…” diye duâ etti. Ondan sonra buyurdu ki:
«–Bana on âyet indirildi. Kim bu âyetler muktezâsınca yaşarsa Cennet’e girer.»
(İşte bu âyetler neler, şimdi?)
Ardından, (bu okunan bu) Mü’minûn Sûresi’nin âyetlerini okudu.” (Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 23:1)
İlk âyet:
قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ
“Müʼminler felâh buldu.” (el-Müʼminûn, 1)
İnsan, zorluktan geçtiği zaman “felâh buldu” denir. Çiçek bahçesinde gezen bir insana “felâh buldu” denmez. Uçurumun kenarında gezip, ağır şeylerden geçip de kurtulana “felâh buldu” denir.
“اَفْلَحَ, مُفْلِحُونَ, تُفْلِحُونَ” geçiyor. Kırk yerde geçiyor. “Mü’minler felâh buldu.”
Ne gibi emirler var Kur’ân-ı Kerîm’de?
99 yerde namaz var.
Efendimiz vefât ederken de iki şey üzerinde çok durdu. Râvî diyor:
“Efendimiz’in sesi kısıldı. Yine devam ediyordu tebligâtına:
«Namaz, namaz, namaz…» birincisi, üç sefer dedi. Ondan sonra;
«Emrinizin altındakilerin hukukuna dikkat edin.» kul hakkına dikkat edin.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, VII, 477)
Oruç, 13 yerde geçiyor.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
(“…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” [el-Bakara, 183])
Gözüne oruç, kulağına, oruç, midene oruç… “…Umulur ki takvâ sahibi olursun.” Umulur ki kurtulursun buyruluyor.
Zekât, sadaka, infak 72 yerde geçiyor hepsinin toplamı. Bu da Cenâb-ı Hakk’a yakınlığı ifade ediyor.
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ
“Sevdiklerinizden vermedikçe, birre (Allâh’a) yaklaşamazsınız.” (Âl-i İmrân, 92) Cenâb-ı Hak buyuruyor. Sevdiğinden vereceksin.
İhsan geçiyor 194 yerde. İhsan, ilâhî kameranın altında olduğunun idrâki içinde olacağız.
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])
Nereye gitsen, Allah seninle beraber. Bunun idrâki içinde olacaksın. Allah müteâl; zamandan-mekândan münezzeh.
Bir de ikram ehli olacaksın.
Tefekkür 137 yerde geçiyor. Yani kalbin terakkî edecek. Kalbin terakkî neticesinde şeytânî vitrinler seyretmeyeceksin, Rahmânî vitrinler seyredeceksin. Her gördüğün şeyde Cenâb-ı Hakk’ın nîmetini hatırlayacaksın. O’nun her verdiği nîmetin hikmet tarafını hatırlayacaksın.
Bir yumurta yerken; “Aman yâ Rabbi!” diyeceksin. “Nasıl bir fabrika bu? Kendisi için yapmıyor bu yumurtayı, bizim için yapıyor. İçinde ne kadar protein var, ne kadar kalsiyum var, hayvan bilmiyor. Bizim ihtiyacımıza göre…”
Süt öyle. Bütün yiyecekler öyle. Bu şuur ve idrakle dâimâ ilâhî vitrinler seyredecek.
Evlâdına baktığı zaman, evlâdını seyredecek. Babanın bir rolü var mı, ananın bir rolü var mı? Kaderini anası babası mı, şeklini biçimini anası-babası mı verdi?
Velhâsıl dâimâ kul zikrini artıracak; “Aman yâ Rabbi!” diyecek. Tefekkürü artacak.
“Ey îmân edenler!” 80 küsur yerde geçiyor. Cenâb-ı Hak kullarına hitap ediyor, muhatap alıyor kullarını. Yani Hâlık, kullarını kendisine muhatap alıyor.
Velhâsıl mü’min, kâmil bir mü’min olacak.
Ahyâr sıfatında olacak, yani takvâ ile ibadet ve nâfilelere de ehemmiyet verecek. Rûhâniyette merhaleler kazanacak.
Ebrâr sıfatında olacak. Nefsini terbiye için hizmetlere koşacak. İşte Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri yedi sene hayvanlara, hasta hayvanlara hizmet etti, yolları temizledi, hastaların imdadına koştu.
Şüttâr sıfatında olacak. Hakk’a vuslat yolunda ibadet ve hizmet vazifelerini aşk, vecd ve istiğrakla yapacak, sevinerek yapacak. Câmiye sevinerek koşacak. Bir müslüman kardeşinin derdini sevinerek halledecek.
Velhâsıl ibadetleri sevecek. Muâşeret ve ahlâk kâidelerine dikkat edecek. Hak-hukuk karşısında titizlik gösterecek. Hizmet ehli olacak. Tefekkürde derinleşecek. Gözünü ve kalbini şeytânî vitrinlerden ve şeytânî vesveselerden koruyacak.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
İç âlem temizlenecek.
Bu takvâ neticesinde ne olacak? Duygulu bir vicdan olacak, yani merhamet tevzî edecek. Şuurda berraklık olacak. Dâimâ ilâhî kameranın altında olduğunun idrâki içinde olacak. “Beyne’l-havfi ve’r-recâ; korku ve ümit arasında”… Muvaffakıyetlerde şımarmayacak, zor zamanlarda ümitsizliğe düşmeyecek.
İşte gerçek tahsil, bu takvâ tahsili. Tahsil deniyor; dünyaya bu tahsil için geldik. Cenâb-ı Hakk’ı tanıyabilme, bize verdiği lûtuflar karşısında bir mukâbele, bir şükür hâlinde yaşayabilme…
Cenâb-ı Hak İnsan Sûresi’nde o kadar “nîmetlerimi sayamazsınız” (Bkz. İbrahim 34, en-Nahl 18) buyuruyor. “İster şükredici ol, istersen nankör ol” (Bkz. el-İnsân, 3) diyor, ikisinin de karşılığını bulacaksın.
Velhâsıl;
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
“Siz takvâ sahibi olun ki Allah size bilmediklerinizi öğretiyor.” (el-Bakara, 282) buyruluyor. Yani mârifetullahtan nasipler veriyor.
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Mü’minler ancak Allah zikredildiği zaman «وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ» kalpleri titrer…” (el-Enfâl, 2) buyuruyor. “Aman yâ Rabbi!” Bir ürperti, hesap vereceğiz. Her zerrenin hesabını vereceğiz.
“Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.”
Verdiği nîmetleri düşün: İslâm nîmetini düşüneceksin. Niçin geldin dünyaya? Kimin mülkündesin, nereye, geliş niye, gidiş niye?..
“…Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman îmanları artar…” (el-Enfâl, 2) Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Dâimâ ashâb-ı kirâm bu idrak içindeydi. Hazret-i Ömer diyor:
“Sanki gökten bir sofra indi zannederdik bir âyet indiği zaman. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını nasıl tahsil ederiz derdik bu âyette?”
Eve gittiğimiz zaman hanımlarımız derdi ki bize;
“–Bugün hangi âyet indi?”
Yani Şam’dan ne kervan geldi, ne gitti, ne kumaş geldi, onu sormazlardı, bugün ne âyet indi?..
Esas hayat, âhiret hayatı çünkü.
Sabahleyin giderlerken;
“–Sakın bize haram lokma getirme! Biz dünyada her şeye katlanırız ama Cehennem azâbına katlanamayız.” derlerdi ki Efendimiz’in terbiyesinde yetişen beyler ve hanımlar.
“İşte onlar gerçek mü’minlerdir…” (el-Enfâl, 4)
Kimler onlar bir de, gerçek mü’minler?
“…Tevekkül (ve teslîmiyet) içinde olurlar.” (el-Enfâl, 2)
Başka:
“Namazlarını ikāme ederler. Allâh’ın verdiği nîmetlerden de infak ederler.” (Bkz. el-Enfâl, 3)
“İşte onlar gerçek mü’minlerdir…” (el-Enfâl, 4) buyuruyor.
Bu beş vasfı bildiriyor Cenâb-ı Hak burada. Daha muhtelif, Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiği, ayrı vasıflar da var.
Velhâsıl en büyük tahsil, mârifetullah tahsili, Cenâb-ı Hakk’ı kalpte bilebilmek. Kendini bilirsen, Rabbini de bilirsin.
Niçin dünyaya geldin? Allah seni niye yarattı? Niye sana bu kadar ikramı var?..
Acziyetini bilirsen;
مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ
(Nefsini bilen, Rabbini de bilir.) Rabbinle dost olmanın yoluna girersin.
Cenâb-ı Hak yine buyuruyor:
“…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9) diyor.
Kim, bilenler kim, bilmeyenler kim? Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiği kimseler… Cenâb-ı Hak:
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
“Siz takvâ sahibi olun, Allah size öğretsin.” (el-Bakara, 282) buyuruyor.
Bu ne şekilde olacak?
سَاجِدًا وَقَائِمًا
Seherlerde uyanık olmak. “Secde ve kıyam hâlinde olmak” seherlerde. (Bkz. ez-Zümer, 9) Onun için seherler çok mühim. Cenâb-ı Hak davet ediyor.
يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ
Bir “âhiret endişesi” içinde olacak. (Bkz. ez-Zümer, 9)
Acaba Allah Rasûlü benim yanımda olsa benim bu konuşmama tebessüm eder miydi, benim bu hâlime tebessüm eder miydi? Kıldığım bu namazım hoşuna gider miydi O’nun? Yaptığım bu ibadet, bu sadaka vs… Ben bunu nasıl veriyorum?..
وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّهِ
“İlâhî rahmet dileği”. (Bkz. ez-Zümer, 9) Devamlı bir duâ hâlinde yaşayanlar.
Bunlar demek bilenlerden. Cenâb-ı Hak bunların bilmek için yolunu açıyor. Neyi bilmek? Kulluğunu bilmek.
Efendimiz ne buyuruyor:
لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ
“Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyor. (Buhârî, Rikāk, 1)
İşte Cenâb-ı Hak:
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ey îmân edenler! Allah’tan O’nun azametine (sonsuz gücüne) yaraşır şekilde O’ndan ittikā edin ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. “Can verirsiniz” buyurmuyor, “can verin” buyuruyor.
Velhâsıl bir hiçlik sermayesiyle geldik. Nefsânî arzuları bertaraf ettikçe bu hiçliğimizi idrâk edeceğiz. O hiçliğini idrâk edenler, dâimâ hamd, şükür ve zikir hâlinde bulunurlar.
Efendimiz, Muaz bin Cebel’i çok severdi. Muaz bin Cebel’in bir gün tuttu elini, şöyle bir salladı onu.
“–Bak Muaz dedi, her namazdan sonra bu duâyı yap dedi:
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
(“Allâhʼım! Senʼi zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzelce kulluk etmek için bana yardım et.” [Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26])
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ: Yani Cenâb-ı Hakk’ı unutma hiçbir zaman. Unutmazsan kolay. Bir günaha giremezsin.
وَشُكْرِكَ: Dâimâ Cenâb-ı Hakk’a teşekkür hâlinde ol. Gözün teşekkürü, kulağın teşekkürü, vücudun teşekkürü…
وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ: Amellerin de sâlih ameller olsun. Kalp ve beden âhengi içinde olsun.
Cenâb-ı Hak ihsânını bildiriyor Câsiye 13. âyet:
“Biz, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından insanoğluna âmâde…”
Güneş âmâde, Ay âmâde, toprak âmâde…
“…Düşünen bir toplum için.” buyuruyor. “İbretler vardır.” buyuruyor.
“Allâh’ın nîmetini saymaya kalkarsanız onu sayamazsınız…” buyuruyor. (Bkz. İbrahim 34, en-Nahl 18)
En mühim; “Ver gözlerini âmâ ol, sana dünyayı verelim.” deseler, “Ver kulağını sağır ol, dünyayı verelim!” Kim değişir? Fakat insan varken düşünemiyor Allâh’ın nîmetlerini. İnsan öldükten sonra âh diyecek, ah o dünya diyecek, ne kadar boş zamanlar geçti, ne kadar ihmâl ettim!..
Cenâb-ı Hak Münâfikûn Sûresi’nin sonunda -hepimiz için-:
“Ölüm ânı gelir de (buyuruyor) «Yâ Rabbi onu (keşke azıcık) biraz daha uzatsan, sadaka versem ve sâlihlerden olsam» demeden evvel…” (el-Münâfikûn, 10) buyuruyor.
Rasûlullah Efendimiz:
“…Sâlihler bile pişmanlıkla ölecek. Keşke daha öteye gitseydik…” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59)
Cenâb-ı Hak:
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor.
Bu âyet indi, Efendimiz’e bir delikanlı geldi.
“–Yâ Rasûlâllah!” dedi. “Benim dünyada hiçbir şeyim yok.” dedi. Tığ-teberim dedi. “Herhalde benim verecek bir hesabım yok, Allâh’ın verdiği nîmetlere karşı.” dedi.
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor.
Efendimiz buyurdu ki:
“–Delikanlı dedi, senin gölgelendiğin bir ağaç var mı?” dedi.
O ağacı Allah senin için yarattı. Şu dünyanın bir ağaçsız olduğunu düşün. “Gölgelendiğin bir ağaç var mı?” dedi. Meyvesini yiyorsun, her şeyinden istifade ediyorsun.
“İçtiğin bir su var mı?” dedi.
“Temiz su, soğuk su var mı?” dedi. Bak Cenâb-ı Hak soruyor Vâkıa Sûresi’nde; nasıl denizden her taraftan sular tebahhur ediyor. “Biz (diyor, o diyor, yağmuru) ya tuzlu olarak indirseydik (ne yapardınız diyor. Bir düşünün.) Şükretmeniz gerekmez mi?” diyor. (Bkz. el-Vâkıa, 70)
“Ayağına giydiğin bir nalin var mı?” diyor. Bak, hiçbir mahlûkatta yok.
“Sen de bunlardan sorulacaksın.” buyuruyor. (Bkz. Süyûtî, VIII, 619)
Demek ki Cenâb-ı Hakk’a dâimâ bir kul, teşekkür hâlinde ve uzuvlarıyla teşekkür edecek. Gözüyle teşekkür edecek, gözü harama bakmayacak. Kulağıyla şükredecek. Kulağı bir dedikodu işitmeyecek. Dedikodulu yerden kaçacak. Allâh’ın kelâmını dinleyecek, feyz alacak, rûhâniyet alacak. Sohbetlerden rûhâniyet alacak, sohbetlere devam edecek…