DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
İNSAN YETİŞTİRMEK ÇOK MÜHİMDİR
Bir yetişmiş insan çok mühim. Efendimiz, Câferʼi -yeğeni- çok severdi onu, Hazret-i Aliʼnin kardeşi. Onu Habeşistanʼa gönderdi, orayı irşâd etmesi için. Habeşistanʼda 13 sene kaldı. Orası müslüman olmadan dönmedi. Artık orada Habeş kralı da müslüman oldu, aşağı yukarı halk da, hemen çoğunluk müslüman oldu.
Allah Rasûlüʼnün hasreti, onu 13 sene yaktı. En nihâyet, hızlı olarak Medîneʼye dönmeye karar verdi. Medîneʼye geldi. Allah Rasûlü Hayberʼdeydi. Hayberʼe devam etti. Orada Allah Rasûlüʼne kavuştu. Allah Rasûlü sevindi:
“‒Câfer! (Dedi.) Bana ne kadar çok benziyorsun (dedi). Bugün (dedi), Hayberʼin fethiyle mi sevineyim, yoksa seni görmemle mi sevineyim?” dedi.
Câfer de kendinden geçti. O, Mevlevîlerin dönmesi gibi dönmeye başladı.
Şimdi burada tasavvur edelim; yani bir insan Câfer. Fakat; “Hayberʼin fethiyle mi sevineyim Câfer, yoksa seninle mi sevineyim? (Buyurdu.) Seni görmemle mi sevineyim?”
Yani bir Hayberʼin fethine bir Câferʼi muâdil gördü Allah Rasûlü. Bir insan yetiştirmek…
Nasıl bir Câfer, nasıl bir yetişmişti ki Habeş kralına İslâmʼı anlattığı zaman nereden başladı, nasıl telkin etti? İlim ister bu da. Kâfirûn Sûresiʼnden okumadı, Meryem Sûresiʼnden okudu. Okuyunca, çizgiyi çekti Habeş Kralı:
“‒Demek ki biz birbirimize bu kadar yakınmışız.” dedi.
Velhâsıl firâsetli, ilim ehli, Kurʼânʼla dolu bir insan yetiştirmek.
Yine Efendimiz, Musʼabʼı gönderdi Medîneʼye.
Musʼab bir delikanlıydı. Musʼab, Mekkeʼde büyük bir şöhret sahibiydi. Herkes onun sürdüğü kokuyu sürünürdü, onun giydiği gibi giyinirdi. Musʼab geçerken, kızlar önüne çiçekler atardı, bana baksın diye. Musʼab, hepsini bir tarafa itti, Allah Rasûlüʼnü tercih etti. Anası-babası dövdüler:
“‒Seni (dediler), döveriz (dediler), mirastan men ederiz.” dediler.
Hepsini reddetti. Öyle bîçâre, şey olarak Medîne-i Münevvereʼye gitti. Allah Rasûlü onu, bir Medîne Site Devletiʼnin temelini atmak için Musʼabʼı gönderdi.
Ömer -radıyallâhu anh- diyor ki:
“O Musʼabʼı (diyor), ben (diyor) Mekkeʼdeki hâlini bilirim (diyor). Bir (diyor), baktım (diyor), Ravzaʼya girmişti (diyor), üzerinde bir ceket vardı (diyor), o da yama yamaydı (diyor). Bir (diyor), Musʼabʼın (diyor), o Mekkeʼdeki hâlini düşündüm (diyor), bir de Allah yolunda, Allah Rasûlü uğrundaki fedakârlığını düşündüm (diyor), ağlamaya başladım.” diyor.
Yani nasıl bir insan yetiştiriyor Allah Rasûlü?..
İşte Habeşli Vahşî, Vahşî -radıyallâhu anh- oldu:
“‒Yâ Rasûlâllah! (Dedi.) Müseylemetüʼl-Kezzâbʼı bâri öldüreyim de (dedi), Hamzaʼnın bedelini orada karşılamaya çalışayım.” dedi.
Hâlid bin Velid. Uhudʼda düşman orduları, müşrik ordusu kumandanıydı. Hattâ mağlûbiyetine Uhudʼda sebep oldu. Fakat sonra nasıl bir müslüman oldu Allah Rasûlüʼnün şeyinde…
Vefât ederken ağlıyordu neredeyse:
“Ben (dedi), kadınlar gibi (dedi), âcizler gibi yatakta mı öleceğim (diyordu). Bir (dedi), (ömrü) at kişnemeleri, kılıç şakırtıları içinde geçen bir kumandanın (dedi), âcizler gibi yatakta ölmesi ne hazin bir şeydir?” dedi.
Yanındaki arkadaşı dedi ki:
“‒Mûteʼde üç bin kişiyle yüz bin kişiyi bertaraf eden sen değil miydin? (Dedi.) Allah Rasûlü sana Seyfullah/Allâhʼın kılıcı demedi mi? (Dedi.) Niye üzülüyorsun?” dedi.
“‒Bu hâlim ne o zaman?” dedi.
“‒Yermukʼte (dedi), beş misli düşman ordusunu (dedi), orayı kan gölüne çeviren, beş mislini şey yapan sen değil misin?” dedi.
Nasıl bir şeyi var, o Yermukʼa giderken sarığı kayboldu. “Bulun!” dedi. “Ordu duracak!” dedi. Buldular. Eski bir sarık çıktı.
“‒Kumandan! Bu eski sarık için mi durdurdun?” dediler.
İki tane sakal-ı şerîf çıkardı:
“‒Bunun için durdurdum.” buyurdu.
Vefât ederken de dedi:
“‒Beni, hiç yoksa ölümü ayakta karşılayayım, beni ayağa kaldırın (dedi). Kılıcıma dayanıp o şekilde son nefesimi vereyim (dedi). Bir mîras, bir kılıcım, bir de atım var (dedi). Bunu da (dedi) gözünü budaktan esirgemeyen bir cengâvere mîras olarak bırakıyorum.” dedi.
Uhudʼda bir düşman orduları kumandanıyken, Allah Rasûlüʼnün terbiyesinde ne hâle geldi?
“…Sizler yeryüzünde Allâhʼın şâhitlerisiniz…” (Bkz. el-Bakara, 143)
Bir insan yetiştirmek…
Yavuz Sultan Selim, Mısırʼa girdi, Kâhireʼye girdi. Orada Sinan Paşa şehîd olmuştu. Yavuzʼu müdâfaa için kendini gerdi ve şehîd oldu. Yavuz Sultan Selim orada dedi ki:
“‒Mısırʼı aldık ama (dedi), Sinan Paşaʼyı kaybettik.” dedi.
Yani bir Mısırʼın fethine bir insanı muâdil olarak gördü.
“‒Mısırʼı aldık ama, Sinan Paşaʼyı kaybettik.” dedi.
Hep bu, bir insan yetiştirme. Yani toplumun kaderinde, kaderine istikamet verecek bir insan yetiştirme.
Bugün maalesef, işte bu Fâtih filmi, 1453 çevrildi. Ulubatlı Hasanʼı bir Urbanʼla bir kızıyla aşk macerası gösteriliyor. Ne kadar hazin bir şey!..
Bir İstanbul Fethiʼne baktığımız zaman, Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarını görüyoruz. O surlara tırmanırken bir taraftan Rum ateşleri atılıyor, bir taraftan kaynar yağlar dökülüyor ki çıkarken imha olsun diye. Ulubatlı ve arkadaşları çıkarken de birbirine telkin ediyorlar:
“‒Bugün şehidlik sırası bize geldi.” diyorlardı.
Yani dâimâ insanın varsa muzaffersin. İnsanın varsa gâlipsin.
Çanakkale öyle. Bir annelerin zaferi bu da. Sâliha anneler, sâlih babaların bir zaferidir bu da. Burada metafizik gücün, fizik gücünü bertaraf ettiğini görüyoruz. Nasıl bir îman gücü ki, her asker, her er, bir kumandan hâline geliyor. Nasıl bir ilâhî yardım geliyor.
Zâbit Muzaffer, Doğu Cephesiʼne gittiği zaman şehîd oluyor. Hâli kalmıyor, çıkan kanı çubuğa şey yapıp:
“‒Asker! (Diyor.) Kıble neresi?” diyor.
Binbaşı Lütfü Bey, sıkışıyor bir ara böyle bir kıskacın içinde kalıyorlar, nasıl bir heyecan:
“‒Yâ Rasûlâllah! Kitabın gidiyor elden!” diyor. Nasıl Cenâb-ı Hak önlerini açıyor.
Bunlar nedir hep? Bir insan yetiştirme. Yani zafer;
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Senʼden medet umarız.” [el-Fâtiha, 5]) Ne kadar bir kul olabilirsek, bir nesil yetiştirebilirsek, Cenâb-ı Hakʼtan o kadar bir rahmet tecellîsi…
Târık bin Ziyad. Bir kişi. İspanyaʼya çıktığı zaman yedi bin kişi, yahut beş bin kişiyle İspanyaʼya çıkıyorlar. Yamalı elbiselerle çıkıyorlar. 95.000 kişilik İspanya ordusunu bertaraf ediyorlar.
Târık bin Ziyad, kralın sarayına giriyor, ayağını hazinelerin üstüne koyuyor:
“‒Yâ Rabbi! (Diyor.) Bu hazinelere beni kandırma (diyor), bu hazineler beni aldatmasın (diyor). Yâ Rabbi! Ben bir köleydim (diyor). Bir er oldum (diyor). Bugün (diyor) bana (diyor) büyük bir zafer, İspanyaʼnın Fethiʼni verdin (diyor). Yâ Rabbi (diyor), beni mağrur etme (diyor). Kıyâmet günü bu hazinenin hesabı benim önüme çıkmasın.” diyor.
Hep bu, bir insan yetiştirme. Kaliteli bir insan yetiştirme.
Bir Osmanlı pâdişahlarına baktığımız zaman… Hiçbir devlet dünya tarihinde 620 sene (devam eden) ikinci bir devlet yok. Roma var, o da kesik kesik, devamlı değil. Yalnız Osmanlı var.
Burada neyi görüyoruz? Bir Edebali silsilesini görüyoruz. Bir insan yetiştirme, insan kazandırma… Malların ve canların Allah yolunda seferber olması.
En mühim, -inşâallah- bu, olan, insan yetiştiren müesseselere, dergisiyle, kitabıyla mektep olan müesseselere, hepimizin gönül vermesi ve buradan -inşâallah- kıyâmet günü de bizlere bir sadaka-i câriye gelmesi -inşâallah-.
Efendim bu sene yine hediye kitap olarak “Dünya ve Âhiret” diye sohbetlerimizden olan şeyleri kardeşlerimiz dile getirdiler, o şekilde bir hediye kitap da -herhalde benden sonraki (konuşacak) olan arkadaşlar izah edeceklerdir-. İnşâallah buna hem abone olmaya teşvik edelim. Eğer abone olma imkânları olmayanlar varsa, zaten bedeli hiçbir şey değil bugün, iki kilo çikolata bedeli bile, bir kilo çikolata bedeli bile değil. Onun için bunu bir sene boyu okuyacak, istifâde edecek ve bu kitabın, derginin, vesâirenin, burada yetişen çocukların, yavrularımızın amellerinden sadaka-i câriye alacak -inşâallah-.
Buraya Allah rızâsı için toplanıldı. Cenâb-ı Hak -inşâallah- bu gayretlerinizi Cenâb-ı Hak mübârek eylesin. Cenâb-ı Hak -inşâallah- bu samimiyetle bir toplantı oldu -elhamdülillah-. Cenâb-ı Hak -inşâallah- elimizden, dilimizden, gönlümüzden ümmet-i Muhammedʼi istifâde ettirsin. İnşâallah, sâlih ve sâliha nesiller sulblerimizden gelmesini Cenâb-ı Hak ikram eylesin, ihsân eylesin.
Duâmızın kabûlü niyetiyle, Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..