İslâm’da Keyfiyetli Nesil (Kur’ânî Tâlimatlar 31)

Ebedî Fecre

Yüzakı Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Temmuz, Sayı: 197

MÜ’MİNİN SEVİNCİ

Âyet-i kerîmede buyurulur:

وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا

“Ve o kullar; «Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!» derler.” (el-Furkān, 74)

Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne sordular:

“–Bu âyet-i kerîmedeki talep, dünyada mı âhirette midir?

Hazret dedi ki:

“–Dünyadadır.”

“–Bu keyfiyet nedir?” diye sorulunca da, şu cevâbı verdi:

“–Mü’min, hanım ve evlâtlarını Allâh’a itaat eder hâlde görür. (İşte bu hâl onun için göz aydınlığıdır.)” (Taberî, Câmiu’l-Beyân, el-Furkān, 74)

Yine Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin şöyle söylediği bildirilmiştir:

“Vallâhi müslüman bir kul için; çocuklarını, torunlarını ve akrabalarını Allâh’a itaatkâr görmekten daha sevimli bir şey yoktur.”

İslâmiyet, mü’minleri birbirine zimmetlemiştir. Hiçbir mü’min; hâdisâtın akışına, dünyanın ve toplumun gidişâtına karşı bîgâne bir tavır içinde kalamaz. İslâm’ın istikbâli için de mü’minlerin âkıbeti için de dertlenir.

Bu zimmetleyişin en güçlü halkası, elbette, aile fertleri arasında kurulmuştur.

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz.

  • İmam (her türlü idareci) çobandır ve sürüsünden mes’uldür.
  • Erkek (bey ve baba olarak), ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes’uldür.
  • Kadın (hanım ve anne olarak); kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mes’uldür.
  • Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mes’uldür.” (Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmâret, 20)

Bu mes’ûliyetin içinde;

  • Emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vazifesi vardır.
  • İslâm karakter ve şahsiyetini mîras bırakacak şekilde; yetişmiş, güzîde ve keyfiyetli nesiller yetiştirmek vardır.
  • Güzel ahlâkı yaşayarak tâlim etmek vardır.

AİLENE EMRET!

Bilhassa aile fertlerini İslâm ahlâkı ve şahsiyeti içinde yetiştirmek, çok mühim bir Kur’ânî tâlimattır. Âyet-i kerîmede buyurulur:

وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ

“Ailene namaz kılmayı emret, kendin de ona sabırla devam et…” (Tâhâ, 132)

Bu âyet-i kerîmenin nüzûlünden sonra, Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, her sabah kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’nın evine gidip;

“–(Haydi) namaza!” diye buyurmaya başladı ve buna aylarca devam etti. (Buhârî, Teheccüd, 5; Tefsir [18], 1; Müslim, Müsâfirîn, 206; Müsned, I, 112)

Âyet-i kerîmede tâlim buyurulan bir hakikat de; «yaşayarak öğretmek»tir.

Sen de sabırla devam et! ilâvesiyle, hâl ile tebliğe işaret edilmiştir. Çünkü; evlâtlar kendilerine lisanla yapılan telkinlerden ziyade, anne-babalarının hayatlarındaki tatbikatları yaşayışlarına nakşederler, onları âdetâ kopyalarlar.

Meselâ Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh- şöyle anlatıyor:

“On yaşımdayken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiştim. Sabah namazından önce annem beni kaldırır, soğuk Bağdat günlerinde abdest suyumu ısıtırdı. Sonra elbiselerimi giydirirdi. Evimiz uzak ve yol karanlık olduğu için, kendisi de başörtüsünü takıp tesettüre bürünerek benimle birlikte camiye kadar gelirdi.” (Ali el-Karnî, Durûs, XXVI, 4, XLIII, 21)

Böyle sâliha anneler, ömürlük teşekküre lâyıktır.

Bahâeddin Nakşibend Hazretleri, annesi için sadaka-i câriye olabilmek arzusuyla şöyle demişti:

“Benim kabrimi ziyarete gelen, önce annemin kabrini ziyaret etsin!”

Molla Câmî de annesine olan şükran borcunu şöyle ifade etti:

“Ben annemi nasıl sevmem ki; beni bir müddet cisminde, bir müddet kollarında, ömür boyu da kalbinde taşıdı.”

DÜNYEVÎ ENDİŞELER

“Ailene namaz kılmayı emret!” ilâhî tâlimâtının siyâk ve sibâkında, yani öncesinde ve sonrasında, rızık endişesine kapılmamak, dünya metâına aldanmamak tâlimatları vardır:

“…Dünya hayatının süsüne gözünü dikme!” (Tâhâ, 131)

“…Senden rızık istemiyoruz; (aksine) Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel âkıbet, takvâ iledir.” (Tâhâ, 132)

Demek ki;

İslâmî eğitimin önündeki en büyük engellerden biri de, dünyevî endişelerdir.

Gafil bir insan; evlâdı için, dînî bir tahsili, uhrevî bir eğitimi tercih ederse, bu tercihin, evlâdının dünya rızkına, kariyer ve mesleğine zarar vereceğini zannetmektedir.

Hâlbuki;

Rızkı veren de Allah’tır. Güzel âkıbet, dünyada da âhirette de dâimâ müttakîlerin olacaktır. Eğer dünya ve âhiret arasında tercih gerekli ise, elbette ki, bir mü’min âhireti tercih edecektir.

Zira âhireti bir deryâya teşbih edersek, dünya onun karşısında ancak bir damla mesâbesindedir.

ÂHİRET İÇİN NE KADAR?

Lâkin gaflet ehli, maalesef dünyayı tercih etmektedir. Hazin manzaralar görüyoruz:

Evlâtlarının dünyevî birtakım imtihanlarında onlardan fazla heyecanlanan, imtihan esnasında mektep kapılarına gelip, sonuna kadar orada telâş içinde bekleyen anne-babalara şâhit oluyoruz.

Evlâdın istikbâliyle alâkalanmak, dertlenmek güzel, ama hangi istikbal?

Fânî, dünyevî ve meslekî istikbâle gösterilen şu heyecanlı gayret, evlâdın âhireti için gösteriliyor mu?

Eğer;

“–Birkaç hafta veya bir yaz mevsimi camiye de gönderdik. O vazifeyi de hallettik!” deniliyorsa; -Allah muhafaza- bu düşünce, İslâm’ı hafife almak değil midir?

Dünya hayatında en fazla 30-40 sene devam ettirilecek bir meslek veya bir kariyer için evlâtlara 16 sene tahsil yaptırılmakta.

Ebedî hayat için; “Bir yaz kursu kâfidir!” veya; “Mektepteki birkaç saatlik ders yetmez mi?” demek, dînî eğitimi hiç anlamamış olmak demektir.

İslâm çok muazzam ve geniş bir kültürdür. İnsana ebedî saâdetin yollarını gösteren ilâhî kaideler manzûmesidir.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) emriyle başlayıp;

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ

“Bugün size dîninizi tamamladım!” (Bkz. el-Mâide, 3) tâlimâtıyla hitâma eren bu mübârek tahsili; ilk halka olan ashâb-ı kiram, tam 23 senede bizzat Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rahle-i tedrîsinde yaşayarak almışlardır.

CİDDÎ BİR İSLÂMÎ EĞİTİM

Öyleyse; zamanımızda da, evlâtlarımızı en güzel telkinlerle hazırladıktan sonra, imam hatip ortaokullarına ve en az bir yıllık Kur’ân kursu eğitimlerine göndermeliyiz.

Evlâtlarımızın namazı hakkıyla kılabilmeleri için de bu bir zarûrettir. Zira «kıraat» namazın şartıdır ve güzel bir kıraat eğitimi için, en az bir senelik Kur’ân kursu eğitimi zarûrettir. Zamanımızda imam hatip ortaokullarıyla beraber, kuvvetli Kur’ân eğitimi çalışmaları yapıldığını sevinçle görmekteyiz. Bu çalışmaları desteklemeli, evlâtlarımız için en faydalısını tespit için gayret etmeli ve ciğerpâremiz yavrularımızın âhireti için bu eğitimleri tercih etmeliyiz.

Dünyevî tahsil de bu uhrevî tahsilin içinde verilirse, onunla mezc olursa evlâtlarımıza fayda verir.

Uhrevî tahsilden uzak bir dünyevî tahsil ise; evlâtları özlerine, dinlerine yabancılaştırmaktadır.

Rabbimiz; anne-babalara, evlâtlarına doğru akan bir şefkat ve muhabbet vermiştir. Her anne-baba, evlâdının mürüvvetini ve muvaffakiyetini görmekten saâdet ve bahtiyarlık duyar. Lâkin bu duyguyu fânî dünya ile tahdit etmemelidir.

Ailesini Allâh’a itaat içinde görmek bir mü’minin en büyük sevinci olmalıdır. Âyet-i kerîmede bir mü’minin nesil endişesi ne güzel ifade edilir:

“…İnsan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki:

«Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın sâlih ameller işlememi temin et!..

Benim için de zürriyetim için de salâhı / sâlih amelleri devam ettir.

Ben Sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.»” (el-Ahkāf, 15)

Âyette geçen;

وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ

duâsına şu mânâlar verilmiştir:

“Yâ Rabbî! Zürriyetimi bana sâdık halef, Sana da hakkıyla kul eyle!”

“Şeytan, nefis ve hevâ için onların üzerine yol açma!”

Bu âyette de babaların sâlih oluşunun oğul ve evlâtların da sâlih olmasına vesile olduğuna işaret vardır. (Bkz. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, el-Ahkāf, 15)

Evlâtlarının sâlih olmasını arzu edenler, kendileri de sâlih anne-babalar olmak mecburiyetindedir.

Tefsirlerde bu âyet-i kerîmenin Hazret-i Ebûbekir’e işaret ettiği ifade edilmiştir.

Hazret-i Ebûbekir, Allâh’ın râzı olacağı ameller işlemek istedi. Müşrikler tarafından işkenceye maruz kalan dokuz kişiyi âzâd etti. Bunlardan biri de Hazret-i Bilâl’dir.

Nesli için duâ etti:

  • Kızı Âişe -radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz’in hanımı olmakla şereflendi.
  • Oğulları ve torunları da müslüman olarak, Efendimiz’e hizmetle müşerref oldular.

Nakşibendî yolu da Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- üzerinden Fahr-i Kâinât Efendimiz’e vâsıl olan, feyizli, rûhâniyetli ve mübârek bir mâneviyat yoludur.

Bu feyizli yolun büyüklerinden biri olan, 16 Temmuz 1999’da rahmet-i Rahmân’a tevdî eylediğimiz muhterem pederim Musa Efendi -kuddise sirruhû- Hazretleri’nin de evlâtların terbiyesi ve nesillerin yetiştirilmesi hakkında çok mühim telkinleri vardı.

Hak dostlarının ömrü fânî hayatlarından sonra da devam eder. Tarih bunun en güzel misalleriyle doludur. Ashâb-ı kiramdan başlayarak, gerek devlet ricâli olsun, gerek halk içinden olsun, Allâh’a hizmet eden bütün Hak dostlarının irşâd ömürlerini Cenâb-ı Hak devam ettirmektedir.

Zira âyet-i kerîmede buyurulur:

“Îmân edip de sâlih amellerde bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96)

Vefatlarının 22’nci senesinde, onun hatırlatmalarını beraber okuyalım:

MUSA EFENDİ’DEN EĞİTİM TAVSİYELERİ

“Çocuklar, ana-baba elinde birer emânettir. Çocukların saf ve temiz kalpleri bir cevherdir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa ne ekilirse onun meyvesi alınır.

Tahrîm Sûresi’nde meâlen;

«Ey îmân edenler! Kendinizi, evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz!» (et-Tahrîm, 6) buyuruldu.

Anne-babanın, evlâtlarını cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha önemlidir.” (Aile Saâdeti, s. 28)

Nitekim bir annenin evlâdına süt vermesi mübârek bir faaliyettir. Ancak evde bir yangın çıkmışsa ve anne buna ehemmiyet vermeyip evlâdına süt vermeye devam ederse, büyük bir gaflet sergilemiş olur. Evlâdını da kendini de helâk eder.

Bugün mânevî yangınları söndürecek hamle, evlâtlarımıza Kur’ânî bir eğitim vermektir. Onlara İslâm karakter ve şahsiyetini mîras bırakma gayretleridir.

Musa Efendi Hazretleri’nin îkazları:

“Evlâtları cehennem ateşinden korumak; onlara îmânı, farzları ve haramları öğretmekle, onları ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün kötülüklerin başı, kötü arkadaştır.

Evlâdına; Allah Teâlâ’yı ve Peygamber Efendimiz’i öğretmeyen, sevdirmeyen ana ve babalar, onun hem dünya hem de âhiret kātili sayılır.

Evlâdına dînini öğretmeyen ana-babalar, dünyanın en merhametsiz insanlarıdır.”

“Ana-baba merhametli iseler, evlâtlarını seviyorlarsa evvelâ dinlerini öğretirler, sonra da dünya ile alâkalı ilimleri. Dinlerini öğretmeyi ihmâl edip dünyada yalnız para kazanılacak bilgileri öğretirlerse merhametsizlerin en merhametsizleri oldukları meydana çıkar.” (Aile Saâdeti, s. 28-29)

“Dînî terbiye vermeden evlât yetiştirmek, sobada yakmak için ağaç yetiştirmek gibidir.” (Altınoluk Sohbetleri 4, s. 117)

UKBÂDA AYRI DÜŞMEMEK

Zira Yâsîn-i şerifte bildirildiği üzere, âhirette;

“Ayrılın ey mücrimler!” (Bkz. Yâsîn, 59) diye nidâ edilecek ve cennetlikler ile cehennemlikler ayrılacaktır.

Bu esnada aile fertleri arasında da cehennemlikler varsa, elbette onlar da alınıp götürülecektir.

Bu ayrılık, dünyadaki ayrılıklara benzemeyecektir.

Zira dünya fânîdir. Herkes ölümlüdür. Bu sebeple insan; âhirette buluşma tesellîsi ile, dünyada kaybettiklerinin acısını bir müddet sonra unutur. Yokluğuna alışır. Hattâ berzah âlemine uğurladığı yakınlarının, huzur içinde olduğuna dair umut ve temennîler besler. Çünkü bir bilgisi yoktur.

Lâkin âhiretteki ayrılık, hem ebedîdir hem de âkıbeti kesindir. Meselâ ciğerpâresi cehenneme doğru götürülüyorsa bu bilgi kat‘îdir.

Böyle bir ayrılığa dûçâr olmamak, her anne-babanın en büyük gayesi olmalı, bu gaye etrafında mü’min, her türlü fedâkârlığı ve gayreti göstermelidir.

Bu münasebetle Musa Efendi Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Allah Teâlâ’nın verdiği her nimetin şükrünün yapılması lâzımdır. Şükrü yapılmazsa elden gider. Evlât nimeti, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği güzel nimetlerdendir. Eğer çocuk İslâm îtikādı ve İslâm terbiyesi ile yetiştirilmezse, nimetin şükrü yapılmamış olur. Ayrıca emânete hıyânet edilmiş olur.

Allah Teâlâ, hepimizi küfrân-ı nimetten ve emânete hıyânet etmekten muhafaza buyursun.

Âmîn.” (Aile Saâdeti, s. 30, Altınoluk Sohbetleri 4, s. 117)

DAHA ERKEN Mİ?

Musa Efendi Hazretleri, evlât eğitiminin dikkatten kaçan noktaları hakkında da mühim tespitlerde bulunurdu.

Bugün birçok anne-baba;

«–Daha erken!» diyerek evlâtların dînî ve mânevî tahsilinde geç kalmaktadır. Hâce Musa Efendi şöyle îkāz eder:

“Nebâtat filiz hâlinde iken, şekil vermek kolay olur. Büyüdüğünde sertleşir; eğilmez, bükülmez olur. Yani İslâmî terbiyesi ihmâl edildiği için, iş zorlaşmış olur.” (Aile Saâdeti, s. 30, Altınoluk Sohbetleri 4, s. 117)

Muhterem babam; biz evlâtlarını, o zaman yeni açılan «İmam Hatip Okulu»na gönderdi. Bundan da çok sevinç ve memnuniyet duydu. Evimize çok uzak olan bu mektebe, her gün birçok vasıta değiştirerek gidip geldik.

Bugün bazı anne-babalar, 5’inci sınıfta evlâtlarını «İmam Hatip Okulu»na göndermek husûsunda, tereddüt ediyorlar. “Yaşı küçük, yatılı tahsil yapamaz, ezberde zorlanır.” zannediyorlar. Güya merhamet edermiş gibi merhametsizlik ediyorlar. Hâlbuki yaş biraz ilerleyince, artık iş işten geçmiş oluyor.

Rasûlullah Efendimiz buyurur:

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yani Kur’ân’ın feyziyle nurlanır.)” (Ali el-Müttakî, Kenz, I, 532)

Erkenden eğitime başlamak bugün çok daha mühimdir.

Zira devrimizde televizyon, internet, cep telefonu sürekli evlâtlara nefsâniyet empoze ediyor. Aldatıcı ve kandırıcı reklâmlar, modalar telkin ediyor. Şahsiyetleri robotlaştırıyor.

Musa Efendi; tahsil çağından önce de, evlâtlara dâimâ tefekkür ettirici telkinlerde bulunulmasını tavsiye ederlerdi. Onlara Cenâb-ı Hakk’ın kudreti, azameti, bizlere bahşettiği nimetleri, Rasûlullah Efendimiz’in bizler için ne büyük bir ihsân olduğu gibi hakikatleri anlatmamız gerektiğini bildirirlerdi.

Bunun için aile içinde sohbetler, faydalı konuşmalar ve telkinler lâzımdır. Herkes ekranların başına çekilip, o dünyaların zebûnu ve esiri olursa, ailelerde sohbet ve hasbihâller yapılmazsa, anne-babalar evlâtlarına İslâmî mîrası nakledemezler.

Ancak tâlim sadece telkinden ibaret de değildir. Hâce Musa Efendi, bu hususta da îkaz buyurur:

“Öğretmekle, tâlim etmek arasında fark vardır. Şimdi çok ana-babalar, tâlim husûsunda ihmalkâr oluyor. Tâlim demek, öğrendiği şeyi tatbik etmektir.” (Aile Saâdeti, s. 34, Altınoluk Sohbetleri 4, s. 121)

Yine Musa Efendi; evlâda gösterilecek alâka, sevgi ve şefkatte de, mûtedil olmak gerektiğini bildirirdi. Aşırı alâka ve şefkatin, şımartmakla neticeleneceği husûsunda îkaz buyururdu.

Diğer taraftan aşırı baskının da nefret uyandırabileceği husûsunda îkāz ederlerdi. Evlâtlarının fıtrî husûsiyetlerini tespit edip ona göre muâmele etmek gerektiğini ifade ederlerdi.

Bir babanın evlâtlarının parayı kullanma husûsiyetini de güzelce terbiye etmesi gerektiğini bildirirlerdi.

Evlâtları olarak bizlere, kendi tuttukları hayrat ve infak notlarını, örnek olmak için göstermişlerdi. Bizleri küçük yaşlardan itibaren, infâka alıştırmak için gayret etmişlerdi.

YÜKSEK TAHSİL PUTU

Zamanımızda yüksek tahsil âdetâ putlaştırılmaktadır. Musa Efendi, yıllar önce bu hatayı şöyle tespit ediyor:

“Çok kimseler; evlâtlarının okuma kabiliyetleri olmadığı hâlde, acayip duyguya kapılarak emsâlinin nazarında küçük görülmek vesvesesi ile ısrarla çocuklarını fakülte mezunu yapmak peşindedirler.

Böyle olunca, çocuk bin bir türlü iltimas temini ile diploma alıyor ammâ bilgisiz olarak. Hâlbuki bazı çocukların sanatkâr olmaya istîdatları vardır.” (Altınoluk Sohbetleri 4, s. 128)

Hakikaten zamanımızda üniversite mezunu olup, herhangi bir iş bulamayan binlerce evlâttan bahsedilmektedir.

Esas işin mânevî tarafında ise; üniversite tahsili bahanesiyle, delikanlılık çağlarında evlâtların mânevî hayatlarına zehir saçılabilmektedir.

Dolayısıyla; yüksek tahsil, mânevî tedbirler dâhilinde ve gerçekçi tespitlerle plânlanmalıdır.

EBEDÎ HÜSRAN

Unutmamalıdır ki;

“Esas hayat âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Mü’minler şu îkazdan endişe etmelidir:

“De ki:

«Gerçekten hüsrâna uğrayanlar, kıyâmet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyâna sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır.»” (ez-Zümer, 15)

O öyle ebedî bir hüsrandır ki; o gün evlât anne-babadan, anne-babalar evlâtlarından kaçacaktır.

Diğer taraftan evlâtlarına İslâm şahsiyet ve karakterini mîras bırakabilen kimseler hakkında hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:

“Allah Teâlâ, cennetteki sâlih kulunun derecesini yükseltir de, hayrete düşen kul;

«–Yâ Rabbî, bu terfî bana hangi sebeple verildi?» diye sorar.

Allah Teâlâ da;

«–Çocuğunun sana yaptığı istiğfar ve duâ sebebiyle…» buyurur.” (Ahmed, II, 509; İbn-i Mâce, Edeb, 1)

Yâ Rabbî!..

Aile ve evlâtlarımızı bizler için göz nûru ve gönül sürûru eyle!..

Nesillerimizi İslâm karakter ve şahsiyeti içerisinde yetişmiş, İslâm’ı yaşayan ve yaşatan, hayru’l-halef evlâtlar kıl!..

Âmîn!..