Yıl: 2014 Ay: Eylül Sayı: 115
Beşinci Abbâsî halifesi Hârun Reşid, sarayın bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Biçimi, eşsiz kokusu ve müstesnâ rengiyle dikkatini çeken bu gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir.
Bahçıvan da sultandan aldığı bu emir dolayısıyla, gülün üzerine âdeta titremeye başlar. Her seher ilk işi, o gülün bakımını eksiksiz yapmak olur. Yine bir sabah gülün bakımını yapmak için yanına gittiğinde bir de bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Gülün dallarında tek bir yaprak bırakmamış. Büyük bir korku içerisinde halifeye koşar. Huzûra kabul edilince:
“–Sultanım!” der, “Üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, gülün üstünde tek bir yaprak bırakmamış.”
Hârun Reşid, bahçıvanın söylediklerini sükûnetle dinledikten sonra, telâş göstermeksizin şu cevâbı verir:
“–Üzülme bahçıvan efendi, üzülme! Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz.”
Sultanın bu cevabı üzerine rahat bir nefes alan bahçıvan ise işine döner. Aradan henüz birkaç gün geçmiştir ki, bahçıvan, gülün yapraklarını düşüren bülbülü bir yılanın yakaladığını ve yutmak için otların arasında kaybolup gittiğini görür.
Heyecanla yine halifeye gelir:
“–Sultanım!” der, “Çok sevmiş olduğunuz gülün yapraklarını döken bülbülü bir yılan yakalamış, yutarken gördüm.”
Sultan yine telâşsız:
“–Merak etme efendi!” der, “Bülbülün âhı yılanda kalmaz. O da ettiğini bulur.”
Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken, bülbülü öldüren yılanın otların arasından kendisine yaklaşmakta olduğunu görür. Hemen elindeki küreğiyle vurarak yılanı öldürür.
Yine halifenin huzuruna gelip sevinç içerisinde:
“–Sultanım! Bülbülü öldüren yılanı, ben de bahçede küreğimle öldürdüm.” diyerek durumu anlatır.
Hârun Reşid yine sakin:
“–Bekle bahçıvan efendi bekle!” der, “Yılanın âhı da sende kalmaz. Sen de yaptığının karşılığını görürsün.”
Nitekim çok geçmez, bahçıvan işlediği bir hata sebebiyle halifenin huzuruna çıkarılır ve cezalandırılması istenir. Halife de onun zindana atılmasını emreder. Askerler, yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan Sultana şunları söyler:
“–Sultanım! «Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz!» dediniz, onu yılan yuttu. «Bülbülün âhı yılanda kalmaz!» dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, zira sen zindana attırıyorsun. Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da, senin ki mi kalacak?.. Demek sana da bir yapan çıkacak, öyle ise gel sen bana yapma ki, bir başkası da sana yapmasın.”
Hârun Reşid bir müddet sükût ettikten sonra, bahçıvana hitâben «Doğru söyledin!» diyerek askerlere şu emri verir:
“–Bırakın bahçıvanı, çiçeklerini sulamaya devam etsin.”
Bunun üzerine, Sultan ile bahçıvan arasındaki konuşmaya şâhit olan bir kimse şöyle der:
“–Sultanım, gereken cezâsını vermediğiniz takdirde bahçıvanın yaptığı yanına kalmış olacak.”
Hârun Reşid, bu sözler üzerine şu hakîkati ifâde eder:
“–Hayır! Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. En ağır şekliyle âhirette ödemeye tehir edilir! Ama gâfil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kâr kaldı sanır.”
***
Kıyamet günü her hak sahibine hakları iâde edilecektir. Dünya hayatında insanlara ve hattâ diğer mahlûkâta zulmederek onların haklarını gasbedenler, bu yaptıklarının cezâsını muhakkak bulacaktır. Bu hususta hiç kimse en ufak bir haksızlığa uğratılmayacak, herkes yaptığının karşılığını görecektir. Nitekim âyet-i kerîmelerde:
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (ez-Zilzâl, 7-8) buyrulmaktadır.
Bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:
“Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlakâ verilecektir. Hatta boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan kısas yoluyla alınacaktır.” (Müslim, Birr, 60)
Hadîs-i şerîfte, mükellef olmayan hayvanâtın bile haklarının gözetileceği bildirildiğine göre, her hâl ve hareketinden mes’ûl olan insana yapılacak muâmelenin ne derece âdil ve hakkaniyetli olacağı kolayca anlaşılabilir.
Dolayısıyla, bir zulüm karşısında asıl acınacak hâlde olan, mazlumdan ziyâde zâlimin taş kesilmiş vicdânıdır. Bu dünyada asıl acınacak kimseler, daha fazla kazanma hırsıyla işçisinin, müşterisinin hakkını yiyen zâlim patronlardır. Hak-hukuk, helal-haram gözetmeksizin kamu hakkını gasp eden gâfillerdir. Asıl zavallı durumunda olan, fâni saltanatlarının esiri olmuş zâlimlerin kirlenmiş ruhlarıdır. Zira bu dünyadaki maddî saltanatlarına rağmen onlar, âhiretin müflis dilencileridir.
Tarihî bir hakikattir ki, Atilla ve İskender, semâları kaplayan âhlara muhatap oldukları için, bu dünyadan hem kendilerinin hem de bütün insanlığın düşmanı olarak gittiler. Dostluğun Allah’taki kaynağını elde eden Mevlânâ ve Hak dostları ise ebediyen bütün insanlığın dostu olarak kalacaklardır.
Velhâsıl, âhirette güzelliklerle karşılaşmak isteyen bir kimse, bu dünyada dâimâ amel-i sâlih üzere hareket etmelidir.
Nitekim Şeyh Sâdî Gülistan isimli eserinde şöyle bir hâdise nakleder:
“Bâzı büyükler beraber bir gemiye binmiştim. Bindiğimiz geminin arkasında bir kayık battı ve iki kardeş bir girdaba düştü. Yanında bulunduğum büyüklerden biri gemiciye; «–Bu iki kardeşi kurtar, sana yüz dinar vereyim.» dedi. Gemici yalnız birisini kurtarabildi, diğeri boğulup öldü. Dedim ki:
«–Demek ömrü bu kadarmış. Eceli gelmiş ki, onu kurtarmakta geciktin.»
Gemici güldü ve dedi ki:
«–Dediğin doğrudur. Fakat ben ilk önce bunu kurtarmak istedim. Çünkü bir vakitler çölde kalmıştım. Bu beni deveye bindirdi, diğeri ise bana kamçıyla vurmuştu. Ondan dayak yemiştim.»
Sonra ben dedim ki:
«–Cenâb-ı Hak ne kadar doğru buyuruyor:
“Kim iyilik yaparsa faydası kendinedir, kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir…” (el-Câsiye, 15)»”
Cenâb-ı Hak bizleri, dâimâ güzel gören, güzel düşünen ve güzel hareket eden sâlih kulları zümresine ilhâk eylesin…
Âmîn!..