Kıyâmet Alâmetleri

Kıssalardan Hisseler

Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Kasım, Sayı: 237

KIYÂMET NE ZAMAN?

Cibril Hadîsi diye bilinen meşhur rivâyette, Hazret-i Cibril, Peygamberimiz’e sordu:

“–Kıyâmet ne zaman kopacak?”

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle cevap verdi:

“–Sorulan, bu hususta sorandan daha bilgili değildir.”

Daha sonra Cebrâil -aleyhisselâm-, kıyâmetin alâmetlerini sordu ve Efendimiz bazı alâmetlerini bildirdi. (Müslim, Îmân, 1, 5)

Bu cihan, bir imtihan mektebidir.

Her insana, eceliyle sona erecek mahdut bir imtihan ömrü verildiği gibi, kâinâta da bir ecel tayin buyurulmuştur ki o da kıyâmettir. Zira Cenâb-ı Hakk’ın bekā / sonsuzluk sıfatı bu dünyada hiçbir varlıkta yoktur. Mezar taşlarının üzerine;

هُوَ الْبَاق۪ى

“O’dur Bâkî olan.” yazılır ki, bu ifadeyi okuyanlar, fânîliği idrâk etsinler ve âhirete hazırlansınlar.

İnsan, nasıl kendi ecelinin ne zaman geleceğini bilemezse, kıyâmetin tam vaktini de hiçbir insan bilemez. Onun ilmi ancak Allâh’a mahsustur. Rabbimiz buyurur:

“Sana kıyâmeti sorarlar:

«–Gelip çatması ne zamandır?»

Sen onu nereden bilip bildireceksin! Onun nihâî ilmi yalnız Rabbine aittir. Sen ancak ondan korkanları uyarırsın.” (en-Nâziât, 42-45)

Evet ecel meçhuldür. Lâkin, insana yaşı ilerledikçe, hastalık ve yaşlılık gibi emâreler verilmiştir ki; ecelinin yaklaştığına dair bu işaret ve alâmetleri doğru okuyarak, fânî dünyaya ve nefsânî lezzetlere aldanmasın ve esas hayat olan âhirete hazırlansın.

Aynı şekilde, tam vakti kimse tarafından bilinmese de, kıyâmet ile alâkalı birçok alâmet, Kur’ân-ı Kerim ve hadîs-i şeriflerde bize bildirilmiştir.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Onlar kıyâmet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar. Şüphesiz onun alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” (Muhammed, 18)

Âhirzaman Nebîsi Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in cihâna gönderilmesi dahî, kıyâmet alâmetlerinden biridir. Asr-ı saâdetten bu yana yaklaşık 1500 sene geçmiştir.

  • Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bildirdiği küçük alâmetlerin hemen hepsi zuhûr etmiştir.
  • Büyük alâmetler denilen Deccal, Dâbbetü’l-Arz ve Ye’cüc-Me’cüc istîlâsı gibi hâdiselerin ne zaman ortaya çıkacağını Cenâb-ı Hak bilir.

Lâkin;

Bu alâmetlerin zikredilmesinde çeşitli hikmetler vardır. Bunlardan biri, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in peygamberliğinin ispatıdır:

NÜBÜVVETİN TASDİKİ

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, âhirzamana dair verdiği haberlerin bir bir zuhûru, mü’minler için îmânı kuvvetlendiren birer haberî mûcizedir.

Meselâ Efendimiz, âhirzamanda insanların hayatlarında büyük değişiklik ve yeniliklerin olacağını şöyle bildirmiştir:

“Kıyâmet; daha önce hiç görmediğiniz, hattâ aklınızdan bile geçmeyen çok büyük hâdiseleri görmeden kopmayacaktır.” (Nuaym bin Hammâd, el-Fiten, I, 39)

“Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki; yırtıcı hayvanlar insanlarla konuşmadan, kamçısının ucu ve ayakkabısının bağı kişiyle konuşmadan ve kişinin uyluğu kendisinden sonra ailesinin ne yaptığını haber vermeden kıyâmet kopmayacaktır.” (Tirmizî, Fiten, 19/2181)

Zamanımızda, gelişen elektronik imkânlar etrafında; ufacık çipler, kameralar, ses ve görüntü nakleden cihazlar îmâl edilmiştir. Mahlûkātın lisânını çözmeye yönelik çalışmalar devam etmektedir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“…Allah bilemeyeceğiniz daha neler yaratacak.” (en-Nahl, 8; ayr. bkz. Yâsîn, 41-42)

Bunların âyet ve hadislerde bildirilmiş olması, müslümanların bu yenilikleri îcâd edenlere gereksiz bir hayranlık duymasına da engel olur. Çünkü akıl, zekâ ve her türlü imkânı lutfeden Allah Teâlâ’dır.

Ayrıca, asırlarca üst üste konularak biriken gayretlerin son neticesini, sadece son fâile izâfe etmek doğru değildir. Bugünün en ileri otomobilinde, binlerce yıl önce ilk defa tekeri bulan kişinin de büyük bir emeği vardır.

Matematiği kuran Câbir ve Hârizmî gibi müslüman âlimlerin eser ve gayretleri olmasa, günümüz mühendislikleri var olamazdı.

Maalesef;

Müslümanların âhirzamanda, siyâsî, askerî ve iktisâdî sahada gayr-i müslimlerden geride kalmaları, bazı müslümanlarda bir aşağılık psikolojisine sebebiyet vermiştir. Hem bu mağlûbiyetler hem de bu zillet içindeki hâlet-i rûhiye, âhirzaman müslümanları için ayrı birer fitne / imtihan olmuştur.

Bu da, kıyâmet alâmetlerinin zikredilmesindeki ikinci hikmeti ortaya koymaktadır:

ÜMMETİ ÎKAZ

Ümmetine çok şefkatli olan Peygamberimiz’in bizlere kıyâmet alâmetlerini bildirmesi, bizleri teyakkuza ve hazırlığa sevk etmek içindir. Nitekim buyurur:

“Ben sizin görmediğinizi görürüm ve sizin işitmediğinizi işitirim…

Vallâhi siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Zevcelerinizle meşgul olamaz, yollara dökülür, yüksek sesle Allah’tan yardım isterdiniz…” (Tirmizî, Zühd, 9/2312; İbn-i Mâce, Zühd, 19)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetiyle alâkalı şu îkāzı çok şümullü ve çok mühimdir:

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh-’ın aktardığına göre, Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir defasında şöyle buyurmuştu:

“‒Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz / onların inanç ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler/kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz. (Yani onların yaptığı her hâl ve hareketi İslâm’ın ölçülerine uyup uymamasına bakmaksızın taklit edeceksiniz.)”

(Hazret-i Peygamberin gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahâbîler) sorduk:

“‒Yâ Rasûlâllah! (İzlerini takip edeceğimiz bu topluluklar) yahudiler ve hıristiyanlar mı olacak?”

Şöyle buyurdu:

“–Ya başka kimler olacaktı?” (Müslim, İlim, 6)

Eskiden fizîkî engeller sayesinde şerlerden muhafaza olunan yerler bile teknoloji, radyo, televizyon ve internet yüzünden artık menfî tesir altındadır. Köylerde ve dağ başlarında bile, artık insanlar; televizyon ve cep telefonlarıyla, yabancı kültürlerin ve onları şuursuzca taklit eden yerli işbirlikçilerinin hazırladığı çirkin manzaraları seyrediyor, dinliyor, onlarla zehirleniyor.

İLİM ve TAHSİLDE TAKLİT

  • Mâneviyatsız, karma / ihtilât içinde, evrimci ve besmelesiz bir eğitim anlayışında, karış karış haçlı ve siyonist zihniyet takip ve taklit ediliyor.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“…İlim kaldırılmadıkça, depremler artmadıkça, zaman yaklaşmadıkça (zaman âdetâ hızlı akmadıkça), fitneler yaygınlaşmadıkça… insanlar bina dikme husûsunda birbirleriyle yarışmadıkça kıyâmet kopmaz…” (Buhârî, Fiten, 23)

İlmin kaldırılması; başka hadîs-i şeriflerde, gerçek âlimlerin vefât etmesi, fakat yerlerinin doldurulamaması olarak tarif edilmiştir.

Zamanımızda ilim kemmiyet itibarıyla artmış gibi gözükse de, keyfiyet ve mâneviyat bakımından azalmıştır.

Nitekim bazı hadislerde âhirzamanda «kalemin çoğalacağı» bildirilir. Fakat tatbik edilen ilim azalacaktır.

Bu husûsu da şu hadîs-i şerifte okuyoruz:

“Öyle bir zaman gelecek ki, okumaya meraklı kurrâ çoğalacak; fakihler (dîni anlayıp yaşayan âlimler) ise azalacak ve bu sûretle ilim çekilip alınacak ve herc (kargaşa ve anarşi) çoğalacak!”

Ashâb-ı kiram;

“–Herc nedir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorunca şöyle buyurdular:

“–Birbirinizi öldürmenizdir.

Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki;

İnsanlar Kur’ân okuyacaklar, okudukları boğazlarından aşağıya geçmeyecek (yani kalplerine tesir etmeyip tatbikata geçirilmeyecek).

Ondan sonra öyle bir zaman gelecek ki;

Münafık, kâfir ve müşrik, mü’minle Allah hakkında mü’minin söylediği sözler gibisini söyleyerek tartışacak!” (Hâkim, Müstedrek, IV, 504/8412. Krş. Buhârî, İlim, 24)

Hadîs-i şerifte zamanımızda ilim dünyasıyla alâkalı olarak;

  • Modernist ve tarihselci ilâhiyatçılara,
  • Tarihteki hâricîler gibi aşırılığa düşen tekfircilere,
  • Câhil sofulara işaretler vardır.

Peygamberimiz, bir hadîs-i şeriflerinde, sünneti inkâr edecek bid‘at ehli hakkında şöyle îkaz buyurmuştur:

Dikkat edin, bana Kitap ve onun bir misli (Sünnet-i seniyye) verildi.

Dikkat edin, karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size;

«–Bu Kur’ân’a uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır (başka kaynağa ihtiyacınız yoktur!)» demesi yakındır.

Dikkat edin! Allâh’ın Elçisi’nin haram kıldıkları, Allâh’ın haram kıldıkları gibidir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; İbn-i Mâce, Mukaddime, 2; Tirmizî, İlim, 10; Ahmed, 6/8)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu hususta Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’ya yaptığı îkaz, hepimiz için mühim bir istikamet ölçüsüdür:

“Ey İbn-i Ömer! Dînine iyi sarıl, dînine iyi sarıl! Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dînini kimden öğrendiğine iyi dikkat et! Dînî ilimleri ve hükümleri, istikamet ehli âlimlerden al, sağa-sola meyledenlerden alma!”

Demek ki;

Tahsilde, Kur’ân ve Sünnet yolundan gitmeli, evlâtlarımızın dünyevî tahsilleriyle, uhrevî tahsillerini mezcetmeliyiz.

İKTİSATTA TAKLİT

Efendimiz’in îkaz buyurduğu gibi maalesef bugün;

  • Fâizle fakiri sömüren, reklâmlarla insanları aldatan ve modalarla şahsiyetsizleştiren bir iktisat anlayışı, karış karış haçlı ve siyonist ekonomiye teslim!..

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki fâiz yemeyen hiç kimse kalmayacak! Kişi doğrudan yemese bile ona tozundan bulaşacak.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 3/3331. Ayrıca bkz. Nesâî, Büyû, 2/4452; İbn-i Mâce, Ticârât, 58; Ahmed, IV, 494)

Âhirzamanda malın bollaşacağı da bildirilmiştir. Lâkin buna karşılık, dünyaya hırs ve haramlar da artacaktır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Öyle bir zaman gelir ki;

Kişi malını helâlden mi, haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez.” (Buhârî, Büyû, 7, 23)

Kazanç haram olunca, boğazdan geçen lokma da haram olur ve mâneviyat dumûra uğrar.

AİLE ve TOPLUMDA TAKLİT

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in îkaz buyurduğu gibi maalesef bugün;

  • Aile ve toplum meseleleri; cinsiyetleri karıştırmaya çalışan, kadını erkekleşmeye, erkeği kadınlaşmaya iten, fıtrata aykırı sapıklıkları terviç eden haçlı ve siyonist batının bâtıl anlayışlarıyla çözülmeye çalışılıyor.

Vücutları teşhir sapıklığının moda diye gösterildiği bir dünyada, hadîs-i şerifte haber verildiği gibi; «Giyinik çıplaklar» zuhûr etmiştir. (Müslim, Cennet, 52)

Rabbimiz; “Zinâ etmeyin!” emrinden daha güçlü ve şümullü bir şekilde;

“Zinâya yaklaşmayın!” (el-İsrâ, 32) buyurmuştur. Çünkü ateş ile barutun birbirine yaklaşmasından sonra, yangına mâni olmak çok zordur.

Âhirzamanda dînimizin zinâya yaklaştırmayan tedbirleri terk edilmeye başlandı.

  • Tesettür terk edildi veya gevşedi, teberrüc (kendini cinsî olarak gösterme gayreti) arttı.
  • Kadın-erkek karışık ortamlarda, hattâ kadın ile erkeğin baş başa kaldığı iş ve eğitim mekânlarında dînen hiçbir mahzur yokmuş gibi addedilmeye başlandı.
  • Nâmahrem kadınlarla tokalaşmaya cevaz vermeye kalkan hocalar(!) bile ortaya çıktı!..

Bunun neticesi; aileler yıkılıyor, zinâ artıyor, evlilik yaşları yukarı tırmanıyor, bekârlık çoğalıyor…

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“İlmin kaldırılması, cehlin kökleşmesi, şarabın içilmesi ve zinânın çoğalması kıyâmet alâmetlerindendir.” (Buhârî, İlim, 21)

Kıyâmet alâmetlerinde, ailedeki fıtrî vazife dağılımında bozulmaya işaretler vardır:

“(Kıyâmetin alâmetleri); annelerin, kendilerine câriye muâmelesi yapacak çocuklar doğurması; yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalar (yaptırmak)ta birbirleriyle yarışmalarıdır.” (Müslim, Îmân, 1, 5)

Aile yıkılınca, toplum; insanlık husûsiyetini kaybeder ve sâir mahlûkat gibi bir sürüye döner.

Hadîs-i şerifte âhirzaman alâmetlerinden biri de, veled-i zinâların çoğalması ve birbirine dâimâ lânet okuyan / küfreden bir neslin ortaya çıkmasıdır. (Ahmed, III, 439)

Son zamanlarda ülkemizde maalesef, korkunç cinayetler ve tecavüzler yaşanmış ve ekranlara yansımıştır. Bunlar âhirzaman haberleridir. Bunlar, emr-i bi’l-mârûfun ve nehy-i ani’l-münkerin terk edilmesinin neticeleridir. Toplumda; İslâm ahkâmının, ahlâk ve âdâbın unutulmasının zarûrî sonucudur.

ÇARE, EFENDİMİZ’DE!..

Bu çirkin gidişâtın çaresi, câhiliyye insanından fazîletler medeniyeti inşâ eden Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve O’nun eşsiz terbiye metodudur.

Bir gün bir kişi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e geldi ve şöyle dedi:

“–Yâ Rasûlâllah! Biz câhiliyye ehliydik. Putlara tapar, kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benim küçük bir kızım vardı ve beni çok severdi. Öyle ki ben onu çağırdığım zaman sevincinden âdetâ uçar ve koşa koşa yanıma gelirdi. Bir gün yine onu çağırdım, koşarak yanıma geldi ve beni takip etmeye başladı. Yürüdüm ve ailemize ait olan yakındaki bir kuyunun yanına vardım. Kızımın elinden tutarak onu kuyuya attım. Kulaklarıma gelen son sözleri; «Babacığım!.. Babacığım!..» diyen çığlıkları oldu. (Cenâb-ı Hak beni affeder mi?)”

Bunları duyunca merhamet ummânı Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Orada hazır bulunanlardan biri hâdiseyi anlatan zâta çıkışarak;

“–Ey filân! Sen Rasûlullâh’ı üzdün!” dedi.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Ona mâni olmayın! O, kendisini hüzne gark eden ve mühim gördüğü bir şeyi sormak istiyor.” buyurdu ve o şahsa;

“–Anlattıklarını tekrar et!” dedi. Sahâbî sözlerini tekrarlayınca Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yine ağladı. Gözyaşları mübârek sakallarını ıslattı. Daha sonra ona;

“–Allah, (müslüman olanların) câhiliyye döneminde yaptığı hataları affetti. Şimdi sen hayatına yeniden başla!” buyurdu. (Dârimî, Mukaddime, 1)

Görüyoruz ki;

İslâm, topluma ve fertlere öyle bir terbiye sistemi getirdi ki; kızını gömen vahşî insandan, bunun vebâliyle inleyen ve dertlenen rakîk bir gönül çıkardı.

Yine asr-ı saâdette;

Bir genç gelip zinâ etmek için izin istedi. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; öfkeyle, hakaretle hitap etmedi. Ona aklını ve gönlünü iknâ edecek şekilde;

“–Bunu kendi annen, kızın, halan veya teyzen için ister miydin?” diye ayrı ayrı suâl etti.

Genç, suallerin her birinde boynunu büküp;

“–Allah beni Sen’in yoluna kurban etsin, hayır, vallâhi istemem yâ Rasûlâllah!” deyince, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–İnsanlar da istemezler…” buyurdu.

Böylece delikanlıyı vazgeçirdi. Mübârek elini, gencin üzerine koyup şöyle duâ etti:

“Allâh’ım, bunun günahlarını affet, kalbini temizle ve iffetini muhafaza eyle!”

Bu genç bu günahtan tamamen kurtuldu. (Ahmed, V, 256-257; Heysemî, I, 129)

İşte Efendimiz’in terbiyesi…

Peygamber Efendimiz’in tebliğ ettiği İslâmî terbiye, insanı selâmete çıkaracak yegâne usûldür.

Tek çare, takvâ hayatını yaşamaktır. Bu da; Peygamber Efendimiz’e, gölgenin gövdeye olan sadâkati gibi ittibâ etmek ile mümkündür.

Ümmet-i Muhammed bu fitnelere düşünce, siyâsî ve askerî sahada da herc ü merc içine savrulacaktır:

SAVAŞLAR ve KATLİÂMLAR

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardı:

“–Nefsimi kudret elinde tutan Allâh’a yemin olsun, insanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki;

Kātil niçin öldürdüğünü, maktûl de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.” (Müslim, Fiten, 55)

Ashâb-ı kiram;

“–Bu nasıl olur?” diye sorduklarında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Bu, herc (fitne, kargaşa ve anarşi)dir! Öldüren de ölen de ateştedir!” cevabını verdiler. (Müslim, Fiten, 56)

İslâm düşmanları; müslüman beldelerin içine fitne ve tefrika tohumları ekmekte, çıkardıkları iç savaşlarda iki tarafa da silâh satarak, onları sömürerek maksatlarına erişmektedirler.

  • Endülüs böyle kaybedildi.
  • Balkanlar, Osmanlı askerinin arasına sokulan fırkacılık fitnesiyle elden gitti.
  • Osmanlı çatısı altındaki müslüman kardeşlerimize müstakil olma fitnesi aşılanarak, o birliğin parçalanmasında muvaffak olundu.

Bugün İslâm dünyasının hiçbir hâmîsi kalmadı. Petrol zengini ülkeler, fakir ve mazlum kardeşlerinin derdiyle dertlenmiyor.

Bu sebeple bir seneyi aşkın zamandır, meydanı boş bulan İsrail, çevresindeki müslümanlara kan kusturuyor.

Bütün bu kıyâmet alâmetleri, -hâşâ- müslümanlara ümitsizlik aşılamak için değildir. İslâm dünya görüşü, ümitvâr olmak / iyimserlik üzerine kuruludur.

Bu îkazlar; Kur’ân ve Sünnet halkasına tutunmayanlar, fitnelerde nefsine ve şeytana mağlûp düşenlerin manzarasını vermektedir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- teminat vererek buyurur:

“Size iki şey (emânet) bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz:

  • Biri, Allâh’ın kitâbı Kur’ân;
  • Diğeri, Rasûlü’nün sünneti…” (Muvattâ, Kader, 3)

ÇARE VAR!..

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yüreklere su serpercesine buyurur:

“Ümmetimden dâimâ hak üzere galip ve zâhir bir tâife hiç eksik olmayacaktır. Muhalifleri (şerîati tahrif edenler ve İslâm düşmanları) onlara zarar veremeyecektir.” (Müslim, İmâre, 170-174)

Yine buyurmuşlardır:

“Benim ümmetimin misâli, yağmurun misâli gibidir. Evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu bilinmez! (Evveli de hayırlıdır, sonu da hayırlıdır.)” (Tirmizî, Edeb, 81/2869; Ahmed, III, 130, 143)

Bir başka hadîs-i şerifte âhirzamanda sünnetinden ayrılmayanlardan «kardeşlerim» diye bahsetmişlerdir. Ancak âhirzamanda dîni yaşamak zor olacaktır:

“…İşte öyle zamanda dînine sıkıca sarılan kişi, elinde kor ateş (veya diken) tutan kimse gibidir.” (Ahmed, II, 390)

Demek ki;

Kur’ân ve Sünnet istikametinden, şartlar ne kadar zorlasa da ayrılmamalıyız. Zor mekânlarda ve zor zamanlarda verilen mahrumiyet zammı gibi, âhirzamanda bu güçlükler içerisinde İslâm’ı yaşayıp yaşatanlara da Cenâb-ı Hakk’ın vereceği ecir çok büyük olacaktır.

Bugün Gazze’de, Sudan’da kardeşlerimiz ağır bir zulüm, işkence ve açlık içinde yaşıyorlar. Onlar îmanlarından asla taviz vermiyorlar. Allah yolunda başlarına gelen çile ve musîbetlere muazzam bir sabır gösteriyorlar. Allah’tan râzı bir gönül ile, ızdıraplara tebessüm ediyorlar. Canlarıyla ve mallarıyla Allah yolunda fedâkârlık imtihanında muvaffak oluyorlar. Yaşadıkları dehşetlere rağmen onlardan kimse intihar etmiyor, psikolojik bir rahatsızlığa dahî dûçâr olmuyor.

Bizler ise onların maruz kaldığı imtihan şartlarından uzak, rahat ve konfor içindeyiz.

Eğer onlarla bir gönül beraberliği içinde olursak, onlara imkânlarımız ölçüsünde yardım edersek, hiçbir şeye gücümüz yetmiyorsa, hiç değilse onlar için Rabbimiz’e içli içli duâlar edebilirsek, Cenâb-ı Hak, onların müstesnâ derecelerinden bize de bir nasip verir.

Fakat onlarla bu gönül beraberliği içine girmezsek, onların ızdırâbını paylaşamazsak, imkânlarımızla onların imdâdına koşmazsak, yarın mahşer gününde onların girdiği cenneti nasıl umabiliriz? Din kardeşliğinin vecîbelerini soran Rabbimiz’e ne cevap veririz?

Âhirzaman haberlerinin aynı zamanda Kur’ân ve Sünnet’in mûcize oluşunu pekiştirdiğini ifade etmiştik.

1800’lü yıllarda Siyonizm kurulana kadar; dünyanın dört bir yanında dağınık, siyâsî bir birlikten ve güçten mahrum vaziyette yaşayan yahudiler, 1948’de Filistin topraklarını işgal ederek devletlerini kurdular ve o günden beri etraflarına saldırıyorlar. Bu husus da, Kur’ân-ı Kerim’de bildirilmektedir:

Biz, Kitap’ta İsrâiloğullarına;

«–Sizler yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız!» diye bildirdik.

Bunlardan ilkinin zamanı gelince, güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmiş bir vaad idi.

Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü artırdık, sayınızı daha da çoğalttık.

Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz.

Artık diğer cezalandırma zamanı gelince; yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mâbedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık/kılacağız).

Belki Rabbiniz size merhamet eder, fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, Biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için bir hapishâne yaptık.” (el-İsrâ, 4-8)

Kadîm müfessirler, ekseriyetle buradaki iki azgınlık ve cezalandırılışın da geçmişte yaşandığını söylemişlerdi. Bu iki hâdisenin;

  • Bâbil kralı Buhtunnasr’ın (Milâttan Önce 598) ve
  • Roma’nın (Milâttan Önce 63-70) yahudilerin devletlerini yıkıp tahrip etmesi olduğunu düşündüler.

19’uncu asırdan itibaren Siyonist yahudilerin yaptıklarını gören muâsır müfessirler ise, ikinci azgınlık ve cezalandırılmanın, âhirzamanda yaşanacağını bildirmişlerdir. Şu anda yaşanan zulüm ve fesat hareketleri de bunun işaretidir.

Nitekim deccalin yahudi olacağı ve yahudiler tarafından destekleneceği de hadîs-i şeriflerde bildirilmektedir.

Her iki anlayışa göre de, âyetin; “Eğer fesatçılığa dönerseniz Biz de sizi cezalandırmaya döneriz!” meâlindeki kısmı, zamanımızda yaşanan İsrail zulmünün neticesinin / sonunun berbat olacağını ifade etmeye kâfîdir.

Çünkü;

Zulm ile âbâd olanın âkıbeti berbâd olur!..

Nitekim;

Hadîs-i şerifte de şöyle buyurulur:

“Mutlaka yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Hattâ bir kaya bile;

«‒Ey müslüman, işte bir yahudi! Arkamda saklanıyor; gel, onu öldür!» diyecek.” (Müslim, Fiten, 79-82)

Yani o gün, yahudilerin arkasına saklandığı her şeyi Allah Teâlâ konuşturacak.

Bu konuşturmanın nasıl olacağı Cenâb-ı Hakk’ın ilminde gizlidir. Her şeye kādir olan Allah, kıyâmet arefesinde husûsî bir mûcizesi olarak bunu tecellî ettirecektir. Asrımızda dün imkânsız olduğu hâlde bugün teknik imkânlar etrafında neler yapılabildiğine herkes şâhit. Bu mûcizenin de nasıl gerçekleşeceğine vakti gelince aynı şekilde şâhit olunacaktır.

Diğer rivâyetlerde de şöyle buyurulmaktadır:

“Yahudiler sizinle savaşacak ve siz onlara galip kılınacaksınız…” (Müslim, Fiten, 81)

“Müslümanlarla yahudiler savaşıp, müslümanlar onları öldürmedikçe kıyâmet kopmaz! Hattâ bir yahudi bir taşın ve ağacın ardına saklanır, ağaç veya taş;

«‒Ey müslüman, ey Allâh’ın kulu! İşte bir yahudi! Arkamda saklanıyor, gel ve onu öldür!» der. Ancak garkad ağacı hâriç. Çünkü o, yahudilerin ağaçlarındandır.” (Müslim, Fiten, 82. Bkz. Buhârî, Cihâd 94, Menâkıb, 25)

Müslümanlara düşen vazife, kıyâmet alâmetlerini bildiren hadîs-i şeriflerin ışığında;

  • Dâimâ teyakkuz hâlinde yaşayıp, Kur’ân ve Sünnet istikametinden ayrılmamaktır.
  • Bilhassa evlâtlarımızın İslâmî terbiyesine ve uhrevî eğitimine ihtimam göstermektir.
  • Maddî ve mânevî düşmanlara karşı hazırlık yapmaktır.

 Cenâb-ı Hak; bizleri, kıyâmete kadar istikamet üzere devam edecek sâlih mü’minler zümresine ilhâk eylesin!..

Bizleri, evlâtlarımızı, milletimizi ve cümle ümmet-i Muhammed’i, âhirzaman fitnelerinden masûn ve muhafaza buyursun!

Âmîn!..