Kul Nasıl Bir Allah Dostu Olabilir? (1)

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KUL NASIL “BİR ALLAH DOSTU” OLABİLİR? (1)

Muhterem Kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hak; “Benî Âdemʼi (yani insanoğlunu) mükerrem yarattık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor.

Yani ona, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşacak istîdatlar veriyor. Kul bu istîdatları terakkî ettirecek. Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.

Yine Cenâb-ı Hak yardım olarak:

وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor.  Kendinden birtakım meziyetler veriyor.

Tabi bunun da mukâbilinde, bir imtihan olarak dünyaya geldik. Bu dünya bir imtihan mekânı olarak hazırlandı. Bir nefis veriliyor. Yani bir, haramlara, kerahatlere bir temâyül veriliyor.

Cenâb-ı Hak telâfî için peygamberler gönderiyor. Peygamberler, en büyük insan terbiyecileri. Toplumdaki insanları, cehâlet çukurundan çıkarıyor, onları büyük bir seviyeye, bir medeniyete ulaştırıyor.

Cenâb-ı Hak bize de, -lûtf-i ilâhî- meccânen, bir bedel ödemeden biz, 124.000 küsur peygamberin en yücesini bize nasîb etti. Bu, Rabbimizʼin büyük bir lûtfu. Cenâb-ı Hak bunun en büyük bir nîmet olduğunu (ifade sadedinde):

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ (“Yemin olsun, Allah müʼminlere bol ihsanda bulundu…” [Âl-i İmrân, 164]) buyuruyor.

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ buyruluyor. “Allah Rasûlüʼne itaat, Allâhʼa itaattir.” (en-Nisâ, 80) buyruluyor.

Yine Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Efendimizʼi, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara üsve-i hasene, bir örnek karakter olarak lûtfetti.

Yine Cenâb-ı Hak, kıyâmete kadar mûcizevî bir kitaba muhâtap kıldı, Kurʼân-ı Kerîmʼe. Kurʼân-ı Kerîm de mûcizesi kıyâmete kadar devam edecek ve bir insanın bütün problemlerini hâlledecek, onu huzura kavuşturacak bir kitap. Cenâb-ı Hakkʼın, kullarına gönderdiği mektup, ilâhî bir mektup.

Cenâb-ı Hak bizim bu istikâmette olmamızı, Kurʼân istikâmetinde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin izinde olmamızı…

Neticesinde de, zor geçitler var: Ölüm geçidi var, son nefes var, rûhun bedeni terk etmesi var, bir âlemden bir âleme. Bir kabir âlemi var. Bedenden çıkıyoruz. Beden bir elbiseydi dünyada, çıkıyoruz, başka bir âleme giriyoruz.

Kıyâmet var, infilâk var. Büyük infilâk. Ondan sonra Cennet-Cehennem. Ve geriye dönüş de yok, gayr-i kābil-i rücû durumda.

Cenâb-ı Hak, okunan âyet-i kerîme, Yûnus Sûresiʼnde:

“Biliniz ki Allah dostlarına…

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyruluyor. Bu dehşet anlarında.

Kim onlar?

“Onlar, îmân edip takvâya erişenler.” (Yûnus, 63)

Takvâ nedir o zaman?

Nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatları inkişâf ettirme, kendimizin ilâhî kameranın altında olduğumuzun kalbimizde, rûhumuzda bir idrak ve şuur hâline gelebilmesi.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“Nereye gitseniz, Allah sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)

Cenâb-ı Hak zaman-mekândan münezzeh. Dünyada ne kadar insan var; 7,5 milyar insan var. Ne kadar hayvanat var; trilyon, trilyon, trilyon. Ne kadar kütleler var; yıldızlar vs… Hesabı, şeyi yok, ucu yok. Cenâb-ı Hak hepsinin her an yanında. Müteâl.

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“Nereye gitseniz, Allah sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)

Demek ki her hâlimizi ilâhî kameranın altında olduğumuz gibi tanzim etme zaruretindeyiz. İç duygularımızı tanzim etme durumundayız, duygularımızı, hissiyâtımızı.

Cenâb-ı Hak yine:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) buyuruyor. Bize şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor.

Demek ki takvâ, kalbî merhaleler neticesinde kalpte bir rikkat, bir incelik, bir hassâsiyet meydana gelmesi. Mârifetullahtan hisseler gelmesi. Kulun Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşması. Cenâb-ı Hak bu şekilde kuluyla dost olacak. Ve dostunu “Dâruʼs-Selâm/Cennet”e davet ediyor.

Yani kul, bir imtihan mekânı içinde olduğunu unutmayacak.

Devam eden âyette:

“Dünya hayatında da âhirette de onlara müjde vardır…” (Yûnus, 64)

Kimlere? O Allah dostlarına.

“…Allâhʼın sözlerinde aslâ bir değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Yûnus, 64)

Cenâb-ı Hak da bir müjde veriyor:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

(“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” [Yûnus, 62]) Bu dost olanlara.

Okunan Fussilet Sûresiʼnin 30. âyetinde:

“Şüphesiz, Rabbimiz Allahʼtır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin «ثُمَّ اسْتَقَامُوا» (Rasûlullah Efendimizʼin izinde gidenlerin) üzerine melekler iner. Onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, (Allâhʼın) size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

Bu üç yerde, tefsirlerde bildiriliyor:

  1. Ölüm ânında:

En zor an. Rûhun cesedi, bedeni terk ettiği an. O zaman melekler bu dostlara gelecek, Allah dostlarına:

“Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler.

Kabre girişte öyle olacak:

Yine, okunan âyet-i kerîmenin devamında:

“Biz dünya hayatında da âhiret hayatında da (kabirde, âhirette) dostuz…” (Fussilet, 31) diyecekler. Dünya hayatında olduğu gibi, orada dostlukları devam edecek. Cenâb-ı Hak memur ediyor melekleri.

Efendimizʼden gelen müjdeler var. Efendimiz buyuruyor ki hadîs-i kudsîde; “…Farzları yerine getirir, nâfilelerle, sünnetlerle merhaleler kat eder, onların (Cenâb-ı Hak buyuruyor); Ben gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi olurum…” (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak, kulunu Cennetʼe dâvet ediyor. Fakat kulun da bu dünyadayken hazırlanmasını Cenâb-ı Hak istiyor.

Muhabbet, dostluğun alâmetidir. Dostluk, müştereklikten kaynaklanır. Demek ki bizim Rasûlullah Efendimizʼle, rûhânî yapısıyla ne kadar benzerliğimiz varsa, o kadar Cenâb-ı Hakʼla dost olmuş oluyoruz.

Merhamet, îmânın ilk meyvesidir. Merhamet, bir müʼminin îmânını tescil eden bir alâmet-i fârika. Rahmet insanı olmamızı Rabbimiz istiyor.

Rahmet insanı, infak ehli olur, veren el olur, fedakâr olur, şefkatli olur. Geçtiği her yere bir huzur verir. Muhabbet tevzî eder.

Rahmet insanı, inşâ eder.

Efendimiz buyuruyor ki:

“Müʼmin, bir bal arısına benzer. Temiz olanı yer (yani helâl yer), temiz olan şeyler ortaya koyar (yani Hakkʼın rızâsına uygun olan işleri yapar, sâlihlerle, sâdıklarla beraber olur), konduğu yeri ne kırar ne de bozar (orayı ihyâ eder).” (Ahmed bin Hanbel, II, 199)

Demek ki Rasûlullah Efendimiz bize bir arıdan bir misal veriyor. Yani arıya bakıp bir ibret alma.

Cenâb-ı Hak:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1]) buyuruyor. Rabbinin adıyla oku.

Demek ki en mühim okunacak, Rasûlullah Efendimizʼi okuyabilmek. Oʼnu ashâb-ı kirâm okudu. Nerede okudu? Kalpte okudu. “Canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah, Sen emret!” dedi.

Rahmet insanı nasıl olur?

Bollukta şımarmaz, taşkınlık yapmaz.

Darlıkta isyan etmez, sabırla merhaleler kateder. “Yâ Rabbi, râzıyım.” der. Yine sabır.

Rahmet insanı, fakirlerin, yetimlerin, kimsesizlerin kimsesi olur, onların duâlarını alır.

Rahmet insanı, bütün ümmeti kendine zimmetli addeder. Kendini devrin akışından mesʼûl görür. Dînine, vatanına, milletine dâimâ fedakârâne hizmet hâlinde olur.

Yine rahmet insanı, yalnız kendi evlâdını, yakınlarını değil, din kardeşi olan bütün ümmet-i Muhammedʼin, insanlıkta eşi olan bütün insanlığın kendisine emânet olduğunun idrâki içinde olur. Misalleri çok…

Esas bugünkü sohbetimizin mevzuu:

“Kul, nasıl bir Allah dostu olabilir? Allah dostlarının fârikaları nelerdir?”

Yine, “Allah dostları kimlerdir?”, tarif edersek:

Nefsânî arzularını bertaraf eden, rûhânî istîdatlarını inkişâf ettiren, kendisinin dâimâ ilâhî kameranın altında olduğunun idrâki hâlinde olan, bu, kalpte bir şuur hâline gelen bir müʼmindir.

Hak dostlarının, örnek; Rasûlullah Efendimizʼin her hâlidir. Efendimizʼi Cenâb-ı Hak:

(Rasûlüm!) Senʼi âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)

وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ buyruluyor.

Evliyâullâhʼın da mühim vasfı; rahmet tevzî etmesi, rahmet olması. En başta bu rahmet olması; muhabbet.

Fânî muhabbetler, ömrünü azaltacak. Evlât muhabbeti var, mal muhabbeti var, vesâire muhabbeti var, kendisinin kendi nefsine olan muhabbeti var… Bunlar, bu muhabbetler, Cenâb-ı Hakkʼa dönecek.

Râdıye; Allâhʼın râzı olduğu şekilde bir hayat yaşayacak. Muhabbet artacak.

Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

Dâvud -aleyhisselâm- şöyle duâ ederdi:

«Yâ Rabbi! Sen bana kendini sevdir. Sevdiğini sevdir. Senʼi sevecek, sevdiğini sevdirecek amel-i sâlihler nasîb eyle.»” (Bkz. Tirmizî, Deavât, 72)

Eğer, Allah Rasûlüʼnü, ne kadar seviyorsak -elhamdülillah- bizim için o kadar, Oʼna yaklaşmış olmuş oluyoruz.

Velhâsıl meşrû fânî muhabbetler bir seviye olacak. Neticede bunlarla ilâhî muhabbet tecellî edecek.

Muhabbetin en şiddetlisi Rasûlullah Efendimizʼdeydi.

“En çok çile çemberinden geçen peygamber, benim.” buyurdu. (Bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)

Yedi yavrusunun altısını sağlığında kaybetti. En yakınlarını Bedirʼde, Uhudʼda kaybetti. Fakat dâimâ Cenâb-ı Hakkʼa karşı bir huzur içindeydi.

Taşlandı Tâifʼte. Döndü Tâif halkına duâ etti:

“‒Yâ Rabbi! Hidâyet ihsân eyle.” diye.

Orada bile:

“‒Yâ Rabbi! Sen benden râzı ol da ben bu çektiklerimden şikâyetçi değilim. Yeter ki Sen benden râzı ol.” buyurdu. (Bkz. İbn-i Hişâm, II, 29-30; Heysemî, VI, 35; Buhârî, Bed’ül-halk, 7)

Demek ki burada;

رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً

(“…Sen Rabbinden râzı, O da senden râzı.” [el-Fecr, 28])

Kul, Allahʼtan râzı olacak. Cenâb-ı Hakkʼa, kalp, muhabbetle dolacak. Cenâb-ı Hakkʼın sevgili kulu olacak.

Tabi Rasûlullah Efendimiz de aynı şekilde. Bunun başında da “merhamet” geliyor. Cenâb-ı Hakkʼı seven, Rasûlʼünü seven, merhametli olur.

Bir gün ashâb-ı kirâma Efendimiz merhametten bahsediyordu.

“‒Yâ Rasûlâllah! Biz hepimiz merhametliyiz.” dediler. Evlâdımız, çoluk-çocuğumuz, akrabalarımıza…

Efendimiz:

“‒Yok (dedi), esas merhamet (dedi), âm ve şâmil merhamettir. Bütün Allâhʼın mahlûkâtına olan merhamettir.” (Hâkim, IV, 185/7310)

İnşâallah, cümlemizi Cenâb-ı Hak yüreklerimizden rahmet taşıran müʼminler eyler -inşâallah-…