Kurtuluşa Erenler Kimlerdir?

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KURTULUŞA ERENLER KİMLERDİR?

Cenâb-ı Hak:

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ buyuruyor. İç âlem tedavi edilecek. “Gerçek müʼmin kurtuluşa ermiştir.” (el-Müʼminûn, 1)

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا buyruluyor. “Nefsini günahlardan temizleyen muhakkak kurtulmuştur.” (eş-Şems, 9)

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى buyruluyor. “Temizlenen kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” (el-A‘lâ, 14)

Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki:

“İnsanın iç dünyası bir orman gibidir…” buyuruyor. Nasıl ormanda kötü huylu hayvanlar var; domuz, yılan, kurt vs. diğer tarafta iyi huylu hayvanlar var; bülbüller, ceylanlar vs. İşte Mevlânâ:

“İç dünyamız da bu zıtlarla doludur (diyor). Onun için Mûsâ da Firavun da içimizdedir.” buyuruyor. Bu tezkiye neticesinde Firavunʼun vasıflarından kalp uzaklaşacak, rûhânî vasıfları elde edecek.

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])

Yani vahyin ışığında aydınlanacak; Mûsâ, sendeki Firavunʼa galip gelecek.

Velhâsıl Kurʼân-ı Kerîmʼin bizdeki telkinleriyle kul “ahsen-i takvîm”e lâyık olacak.

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

Efendimizʼin her hâline benzemeye gayret edecek. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyruluyor. (Buhârî, Edeb, 96)

Cenâb-ı Hak yine:

“…Eğer siz, Allâhʼı seviyorsanız hemen bana ittibâ edin (tâbî olun) ki Allah da sizi sevsin…” (Âl-i İmrân, 31) buyuruyor.

Demek ki Cenâb-ı Hakkʼın bizi sevmesi için biz Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe her şeyiyle itaat…

İbadette itaat: “Benim gibi namaz kılın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18) Şu farzdır, şu sünnettir, şu vaciptir (buyurmuyor); “Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyor.

Oʼnun ahlâkından, Oʼnun ahlâkı gibi, Oʼnun ahlâkına benzeyebilmek. Oʼnun muâmelâtına benzeyebilmek. Oʼnun duygularına benzeyebilmek. Kul bu şekilde bir terakkî hâlinde olacak.

Netice olarak kul:

Ecmel olacak. Yani her hâl ve davranışı gönle huzur ve ferahlık verecek, bir zarâfet ve letâfet özelliği taşıyacak kul.

Yine kul, ekmel olacak. Yani her hususta olgun olacak. Mükemmellik, ihtişam sergileyecek.

Ahsen olacak. Yani her işini en güzel şekilde îfâ ederek etrafına güzellik tevzî edecek.

Hocamızın okuduğu âyet-i kerîmeler, Bakaraʼnın ilk âyetleri:

الۤمۤ (el-Bakara, 1) Kurʼân-ı Kerîm, bir gücünü göstermekle başlıyor. İşte Kurʼân; bu elif, lâm, mîm, böyle harflerden başladı.

“Bu kitapta hiçbir şüphe yoktur…” (el-Bakara, 2)

İşte bu harflerden, eğer bir şüphe eden varsa, yine bu harfleri yanyana getirsin, bir Kurʼân meydana getirsin!..

Yani Kurʼân, menşei Cenâb-ı Hakkʼa ait, bir meydan okuyor: Bütün ins ve cin topluluğu birleşin, bir benzerini meydana getirin! Yahut onu yapamıyorsanız, on tane sûre meydana getirin! Onu da yapamıyorsanız, bir tek sûre meydana getirin! Onu da yapamıyorsanız, bir benzerini meydana getirin! O da yok…

Ebedî bir mûcize. Cenâb-ı Hakkʼın büyük bir, müʼminlere lûtfu. Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

هُدًى لِلْمُتَّقِينَ buyuruyor.

“…(Bu Kurʼân) takvâ sahiplerine rehber.” (el-Bakara, 2) Bu ders kitabı. Fakat fâsıklara ders kitabı değil. Takvâ sahiplerine ders kitabı. Her âyette derinleşecek. Derin bir kuyuya bakar gibi, her âyette düşünecek. Tefekkürü artacak. Ashâb-ı kirâm bu şekilde:

“‒Acaba Allâhʼın murâdı nedir bu âyette?” derlerdi.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“Onlar, gayba inanırlar…” (el-Bakara, 3) buyuruyor.

Yani îtikad tam olacak. Aşk ile yaşanan bir akâid olacak.

“…Onlar, namazlarını ikāme ederler…” (el-Bakara, 3) İbadette bir titizlik olacak. Beden ve kalp âhengi içinde ibadetler olacak.

“…(Allâhʼın yolunda) infâk ederler verdiğimiz mallardan.” (el-Bakara, 3) buyruluyor.

Muâmelâta dikkat edilecek. En başta muâmelâtta da bu infâka dikkat edilecek.

“Cenâb-ı Hak bana verdi. Niye bana verdi, ona vermedi? Niye ona vermedi bana verdi? Benim ona karşı mesʼûliyetim nedir?..”

“…Evvel gelenlere (evvel gelen, indirilen bütün kitaplara, suhuflara, peygamberlere) ve âhirete kesinkes îmân ederler.” (el-Bakara, 4) buyruluyor.

Efendimiz, dâimâ bunun telkini içindeydi. Muvaffak olunduğu zamanlarda, Mekke Fethiʼne girerken:

اَللّٰهُمَّ لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ buyururdu.

“Ey Allâhʼım! Esas hayat, ancak âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Yine zor zamanlarda, Hendek harbinde olduğu gibi:

“Acaba Allâhʼın yardımı gelmeyecek mi?” dediler. Müʼminler ağır bir imtihandan geçtiler. Efendimiz orada da:

اَللّٰهُمَّ لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ buyurdu.

“Allâhʼım! Esas hayat, âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Yani varlıkta, muvaffakıyette, Cenâb-ı Hak;

“‒Yâ Rabbi! Senʼdendir.” dememizi istiyor.

Zor zamanlarda yine;

“‒Rabbim! Bu, Senʼin bir imtihanındır, tahammülümüzü, bizim gücümüzü artır, esas hayat âhiret hayatıdır…”

Kalbin bu minval üzere olmasını Rabbimiz arzu ediyor.

Ondan sonra okunan âyet-i kerîme, Enfâl Sûresiʼnden okundu. Burada, müʼminlere bir tebliğ var: Bir müʼmin, diğer bir müʼminle din kardeşliğini yaşayacak. Din kardeşliğinin vasıflarından biri de kardeşinin kusurunu affedecek. Cenâb-ı Hak burada buyuruyor:

“…Eğer müʼminler iseniz Allâhʼtan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlʼüne itaat edin.” (el-Enfâl, 1)

Yani burada bir müʼmin, diğer bir müʼmine karşı kalbinde en ufak bir burûdet, bir soğukluk olmayacak. Allah için affedecek.

En net misal; işte Mekke Fethi: Tam yirmi senenin bir kısas yapma zamanıydı. Efendimiz:

“‒Af!” buyurdu. Bütün halk müslüman oldu:

“‒Fazîletli kardeş!” dediler.

Demek ki bir müʼminin de diğer müʼmin kardeşine karşı en mühim vasıflarından biri de affedici olacak.

Yine Cenâb-ı Hak Nûr Sûresiʼnde:

“…Allâhʼın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) buyuruyor.

وَاللّٰهُ وَلِىُّ الْمُتَّقِينَ buyruluyor.

“…Allah takvâ sahiplerinin dostudur.” (el-Câsiye, 19)

Demek ki takvâ, din kardeşiyle aramızdaki en mühim şey; nefsânî arzuları bertaraf etme.

Efendimiz buyuruyor:

“İnsanların benim nazarımda en üstün olanları, kim olurlarsa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, takvâ sahibi olanlardır.” (Bkz. İbn-i Hanbel, V, 235; Heysemî, IX, 22 )

Yine buyuruyor Efendimiz:

“Nerede olursan ol, Allâhʼa karşı mesʼûliyetinin şuur ve idrâki içinde ol. Kötülüğün peşinden iyi bir şey, hemen iyi bir şey yap ki onu yok etsin. İnsanlara da güzel ahlâka uygun bir şekilde davran.” (Tirmizî, Birr, 55/1987)

Yine, Zeyd bin Erkam:

“Ben size Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin söylediğinden başka bir şey anlatmıyorum (diyor). O şöyle derdi, Efendimiz:

«Allâhʼım! Nefsime takvâsını ver. Onu temizle. Onu temizleyenlerin en hayırlısı Senʼsin.»” (Müslim, Zikir, 73)

Demek ki Efendimizʼin problemi, takvâ problemiydi. Fakat tabi bu, nasıl bir takvâ problemi, bizim o, idrâkimizin dışında. Ayakları şişinceye kadar namaz kılardı teheccüdde.

Âişe Vâlidemiz:

“‒Yâ Rasûlâllah! Kâfî.” deyince:

“‒Şükreden bir kul olmayayım mı yâ Âişe!” buyururdu. (Buhârî, Teheccüd, 16) Yani Cenâb-ı Hakkʼın verdiği nîmetlerin (şükür borcunun) ne kadarını ödeyebiliyoruz?

İbrahim -aleyhisselâm-:

وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ buyuruyor.

“Yâ Rabbi! (Diyor.) İnsanların yaratıldığı gün, mahşerde beni mahcup etme!” diyor. (Bkz. eş-Şuarâ, 87)

Ki, malıyla, canıyla, evlâdıyla, putperest bir kavimle mücadelesiyle Cenâb-ı Hakkʼın dostu oldu. Öyle olduğu hâlde yine kendisini -ilâhî pencereler açılıyor, ilâhî ufukları seyrediyor-:

وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ diyor.

“Yâ Rabbi! Beni mahcup etme kıyâmet günü.” buyuruyor. (Bkz. eş-Şuarâ, 87)

Ondan sonra gelen âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“Müʼminler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titrer…” (el-Enfâl, 2)

Demek ki kalp beyneʼl-havfi veʼr-recâ/ümit ve korku arasında olacak. Şimdi kime sorsak, “ben Allahʼtan korkuyorum” der. Peki işlediğimiz, o zaman günahları nasıl işliyoruz? Demek ki kalp merhaleler katedecek.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“(Nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

Ondan sonra Cenâb-ı Hak o kalbe kendisine âit bir sevgi verecek. Sevdiği için de Cenâb-ı Hakʼtan korkacak. Kalp öyle bir lezzet hâline gelecek.

“Müʼminler, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer…” (el-Enfâl, 2) buyruluyor. “وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ” buyruluyor.

Demek ki hep bizim önümüze bir ayna:

“Allah anıldığı zaman kalbimiz titriyor mu? Her an «Yâ Rabbi!» diyebiliyor muyuz? «Yâ Rabbi!» diyebiliyorsak yanlış hareket yapmamamız lâzım…”

Devamında:

“…Kendilerine Allâhʼın âyetleri okunduğu zaman îmanlarını artıran…” (el-Enfâl, 2)

Kurʼân-ı Kerîm bir cenâze kitabı değil. Evet rahmet olarak:

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ

(“Biz, Kur’ânʼdan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müʼminler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ, 82])

Şifâ olarak, rahmet olarak ölüye de okunacak ama, esas onu kendimizin kendimize okuması lâzım:

“Cenâb-ı Hakkʼın bu âyette murâdı nedir?..”

Ashâb-ı kirâm:

“‒Aramızda tartışırdık (diyor). Müzâkere ederdik (diyor). Bu âyetin şeyi nedir? Cenâb-ı Hak niye bize geçmiş peygamberlerden misal veriyor? Bize ne kadar bir kıyâmet haberi veriyor, âhiret haberi veriyor? Bizim nasıl hazırlanmamızı arzu ediyor?..”

Efendimiz buyuruyor:

“Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız; (yemezdiniz, içmezdiniz), sahrâlara düşerdiniz.” buyuruyor. (Bkz. İbn-i Mâce, Züdh, 19)

Bize Kurʼân-ı Kerîm ne kadar tesir ediyor? Demek ki ne kadar nefsânî engeller var; bu engelleri bertaraf etmek durumundayız.

Ondan sonra:

“…Yalnız Rabʼlerine dayanan/güvenen kimselerdir.” (el-Enfâl, 2) buyruluyor.

Demek ki değişen şartlar, med-cezirlerinde hayatın, kul dâimâ “Aman yâ Rabbi!” diyecek.

Namazına dikkat edecek. “Namazlarını ikāme ederler…” (el-Enfâl, 3) buyruluyor. Kalp ve beden âhengi içinde namaz istiyor.

Cenâb-ı Hak insan anatomisini en güzel Allâhʼa secde edecek şekilde halketti. Onun için “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Bilhassa üç aylardayız. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlı. Daha evvel Beraat gecemiz var, Mîrac gecemiz var -çarşamba gününü perşembeye bağlayan gece- hep bunlar, Cenâb-ı Hakkʼın bize rahmetinin tecellî ettiği günler.

Demek ki daha böyle duyarlı bir kalbimiz, daha duyarlı hâle gelecek ki bu gecelerin, bu gündüzlerin feyzinden istifâde edeceğiz.

Yine:

“…Verdiğimiz rızıklardan infak ederler.” (el-Enfâl, 3) buyruluyor.