DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
ÖNÜMÜZDE ÂHİRET HAYATI VAR!
Kardeşler! Önümüzde hepimizin kaçamayacağı âhiret var. Tabi kıyamet büyük bir infilâk. Dehşet bir infilâk. Cenâb-ı Hakkʼın Kur’ân-ı Kerîmʼde muhtelif tasvirleri var bu infilâkın. Çocuklar nasıl olacak? Hâmile kadınlar nasıl olacak? Süt veren kadın nasıl olacak? İnsanlar nasıl Allâhʼın azâbından sarhoş olacak? İnsanlar nasıl böyle en yakınlar birbirinden kaçacak? Ufak çocuklar nasıl böyle saçları ağarmış ihtiyarlar hâline gelecek? Bu, korkunç bir hâl…
Cenâb-ı Hak:
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(“…Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” [Yûnus, 62])
Cenâb-ı Hakʼla dost olanlar, bundan muaf olacak.
Fakat herkes de Peygamber Efendimizʼin şefâatine muhtaç. Onun için birkaç şeyi arz etmek istiyorum.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin, Hazret-i Hafsa yanındaydı. Efendimiz buyurdu:
“İnşâallah ağacın altında bîat edenler…”
Yani Hudeybiyeʼde. Onlar Allah Rasûlüʼnün gönlünde ne varsa bîat ediyoruz dediler. Ne varsa gönlünde. Atın denize kendinizi, atarız dediler. Allah Rasûlüʼnün gönlünde ne varsa bîat ederiz dediler.
“O ağaç altında (Fetih Sûresiʼnde) bîat edenler, onlar Cehennemʼe girmeyecektir.” buyurdu.
Hafsa -radıyallâhu anhâ- buyuruyor ki:
Bunun üzerine aklıma diyor, bir soru geldi diyor:
“–Peki yâ Rasûlâllah! «İçinizden hiçbir istisnâ edilmeksizin mutlakâ herkes Cehennemʼe varacaktır…» Meryem Sûresi 71. âyet. Peki Siz Cennetʼe gireceksiniz buyurdunuz. Fakat âyet-i kerîme; «Herkes Cehennemʼe varacaktır…» Meryem Sûresi 71. âyet. Bu nasıl olacak?” dedi.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu diyerek sonraki âyeti okudu:
“Sonra müttakî (olan, takvâ sahibi) olanları kurtarırız, zâlimleri de dizüstü (Cehennemʼe, Cehennem üzerine) bırakırız.” (Meryem, 72) O sırattan geçerken… (Bkz. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 163)
Yine Âişe Vâlidemiz:
“Bir defasında Cehennemʼi hatırlayıp ağladım. Rasûlullah beni bu ağlar vaziyette gördü.
«–Âişe! Neyin var? (Dedi.) Derdin ne?» dedi.
Ben de dedim ki:
«–Yâ Rasûlâllah! Cehennemʼi hatırladım da böyle mahzun oldum.»
Sonra bir soru soruyor Âişe Vâlidemiz:
«–Siz peygamberler kıyâmet günü âile fertlerini hatırlar mısınız?»
Allah Rasûlü şu karşılığı verdi:
«–Üç yer var ki orada kimse kimseyi düşünemez. (Kimse kimseyi hatırlayamaz.)
Birincisi: Mîzanda ameller tartılırken…
(فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” [ez-Zilzâl, 7-8])
Terâzinin hafif mi yoksa ağır mı geldiğini öğrenmeden. (Orada kimse kimseyi hatırlayamaz.)
İkincisi:
“…İşte buyurun kitabımı okuyun!” (el-Hâkka, 19)
(İsrâʼda da:
اِقْرَاْ كِتَابَكَ
“Kitabını oku, bugün (hesap sorucu olarak) nefsin sana kâfidir.” (el-İsrâ, 14)
Şu hayat hikâyemiz, en teferruatına kadar gösterilecek. Gözler, kulaklar, bedenler, mekânlar (şâhitlik edecek, yaptıklarımızın) hepsi gösterilecek.)
Amel defteri sağından mı solundan mı verilecek? (Orada da hatırlayamaz.)
Üçüncüsü:
Bir de Cehennem sırtlarına sırat köprüsü kurulduğunda. Köprünün iki yanında pek çok kancalar ve sert dikenler vardır. Allah Teâlâ bu kancalar vâsıtasıyla mahlûkâtından dilediğini yakalayıp Cehennemʼe atar orada. İşte kişi bu kancalardan kurtulup kurtulamayacağını öğrenmeden kimse kimseyi düşünemez.” (Hâkim, IV, 622/8722)
Burada; “Şefâatin Kısımları”:
Ebû Hüreyre diyor; (Şefâat-i Uzmâ):
Bir yemek davetinde Rasûlullahʼla beraber yemek yiyorduk. Kendisine -kol tarafını severdi- oradan önüne koyduk. Fakat Allah Rasûlü bir lokma aldı, arkadan buyurdu ki:
“Kıyâmet gününde insanların efendisi benim. Allah Teâlâ geçmiş-gelecek bütün insanları bir düz yerde toplayacak. Orası insanlara bakan kimsenin hepsini görebileceği bir yer olacak. Ve ses de duyulabilecek her taraftan. Güneş o kadar yaklaşacak ki insanlar sıkıntıdan ve kederden artık dayanamayacak hâle gelirler. Birbirlerine, diyecekler ki birbirlerine:
İçinde bulunduğumuz sıkıntıyı, başımıza gelen hâli görmüyor musunuz? Hâlimizi Rabbimizʼe arz ederek bize şefâat edecek birini bulmayı düşünelim, bir peygamber bulalım ki bize şefâat etsin diyecekler.
İlk başta, babamız Âdemʼe gidelim diyecekler.
«‒Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana rûhundan üfürdü. Melekler sana secde etti. (Allah Teâlâ) emretti, sana secde ettiler. Seni Cennetʼe yerleştirdi. Rabbine varıp bize şefâat et.» diyecekler.
O da diyecek ki:
«İçinde bulunduğumuz hâli, başımıza geleni görmüyor musunuz?” diyecekler.» halk, Âdem -aleyhisselâm-ʼa. Âdem -aleyhisselâm- diyecek ki:
«Bugün Rabbim çok gazaplı. Daha önce böylesine ne gazaplandı ne de bundan sonra gazaplanır. Rabbim beni o ağaca yaklaşmayı men etti. Ben o ağaca yaklaştım. Ben gaflete düştüm. Asıl benim nefsim şefâate, ben şefâat edilmeye muhtâcım. Siz Nûhʼa gidin.» diyecekler…”
Velhâsıl her peygamber diğer bir peygambere gönderecek. Nihâyet Hazret-i Îsâʼya gidecekler -aleyhisselâm-. O da Efendimizʼe havâle edecek. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Cenâb-ı Hakkʼa uzun müddet secde edip şefâat izni isteyecek. Kendisine izin verilince şefâat edecek. (Buhârî, Enbiyâ 3, 9, Tefsîr, 17/5; Müslim, Îmân, 327, 328; ayrıca bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 10; Buhârî, Tevhîd 36; Zekât 52)
Bu, “şefâat-i uzmâ” oluyor, büyük şefaat oluyor. Tabi bu, öyle bir durum ki, o bir, şefâatten önce bekleyiş var. İşte, Güneş yaklaşacak. Kiminin tâ boğazına kadar gelecek, ter onu boğacak. Tabi o nasıl bir tecellî olacak, dünyevî intibâlarla tahmin etmemiz mümkün değil.
Burada Efendimiz buyuruyor yine:
“…Yetmiş bin insan, hesapsız Cennetʼe girecek…” (Bkz. Müslim, Îmân, 374; Buhârî, Rikāk, 50)
Herhâlde evliyâullah ve emsalleri olacak. Bunlar, hesapsız Cennetʼe girecek yetmiş bin kişi. Ve bu, kesretten kinâye olarak bildiriliyor yahut da sayı olarak. Bu kadar bir kişi de hesapsız olarak Cennetʼe girecek.
Bir kısmı Cehennemʼe girecek müʼminlerin. Yine bunlar Cehennemʼden de Peygamber Efendimizʼin şefâatiyle çıkacaklar.
Yani Efendimiz, Cehennemʼe atılan günahkârlara da şefâat edecek. O vâsıta ile. Yani her şey Efendimiz…
Yine bâzı grup olacak Cehennem ehlinden. Ona da azâbın hafifletilmesi için Efendimiz şefâat edecek.
Hattâ Abbas -radıyallâhu anh-, Efendimizʼin amcası. Peygamberimizʼe sordu:
“–Yâ Rasûlâllah! (Dedi.) Amcan (dedi) Ebû Tâlibʼe ne gibi faydan dokunur Senʼin? (dedi). Vallâhi o Senʼi muhafaza eder, seni müdâfaa ederdi. Senʼin için insanlarla mücadeleye de girdi.” dedi.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
“–O, Cehennemʼin en hafif yerindedir. Ben olmasaydım Cehennemʼin en alt tabakalarında olurdu.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 40)
Çünkü o şeylerle beraber olduğu için, müşriklerle. Fakat Efendimizʼe yakınlık gösterdiği, muhafaza ettiği için, Cehennemʼin en hafif yerine olacak, buyurdu.
Yine diğer bir rivâyette Peygamberʼe Efendimizʼe:
“–Yâ Rasûlâllah! Ebû Tâlib Senʼi muhafaza ve müdâfaa eder, Sana yardım ederdi. Bunların, Sana yardım etmesinin faydası olacak mı?” diye sordum.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Evet! Onu Cehennemʼin en koyu yerinde buldum. En hafif yerine çıkardım.” buyurdu. (Müslim, Îmân, 358)
Diğer bir -Efendimizʼin- şefâati olacak. Bu da Cennet ehlinin derecelerinin yükselmesi için. (Bkz. Buhârî, Tefsir, 18; Müslim, İman, 84)
Yani velhâsıl bu, arz etmekten maksadım, yani ne kadar biz Efendimizʼe yakın olacağız bu dünyada? Nasıl o ashâb-ı kirâm muhabbet duydu? Bir fedâ-yı cân hâlindeydi. Bizde bundan ne kadar hisse var? Kendime, bilhassa kendime bunu soruyorum ben. Onun için ne kadar Kur’ân ve Sünnetʼin muhtevâsı içindeyiz, ihmâl ettiğimiz yer var mı Kur’ân ve Sünnetʼte?
Seherlerde Cenâb-ı Hak dâvet ediyor. Cenâb-ı Hakkʼın daveti:
وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ
(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17])
Seherler… Bizim dünyamızda ne kadar seherlerin yeri var? Geçen bir günü, geçen bir seheri geriye almak mümkün değil.
Seherleri düşündüğümüz zaman; istiğfar var, kelime-i tevhid var, salevât-ı şerîfe var, ölümü düşünme var, zikrullâhı bütün letâiflere yaymamız var. Bu şekilde rûhumuzun açlığını doyurmamız var. Gündüze, Cenâb-ı Hak bize hayat takviminden bir sayfa daha açacak. O gündüze girerken bu rûhânî bir feyizle, rûhâniyetle girebilmek.
Sâdıklarla, sâlihlerle beraber olabilmek. Onlardan feyiz ve bir rûhâniyetin gelmesi. Fâsıklardan uzakta kalabilmek. Velhâsıl seherler çok mühim.
Dostlarımız çok mühim. Münâsebette bulunduğumuz kimseler çok mühim. Gazâlî Hazretleri; fikrî beraberlik, kalbî beraberliğe götürür. O da eğer sâdık, sâlihse seni selâmete, fâsıksa felâkete götürür buyuruyor.
Tabi bu, Allah korkusu o kadar şeydi ki sahâbîde, bu, Rebî bin Heysem diyor, bir diyor, demirciye baktık diyor, Rebî diyor, Rebî bir ateşe baktı diyor, düşecek hâle geldi diyor, (çünkü) Cehennemʼi hatırladı diyor.
Yine diyor, bir diyor, fırının önünden geçiyorduk diyor, yine diyor, baktı diyor, o fırına diyor, yine Cehennemʼi hatırladı, hasta oldu diyor.
Bu, neyin neticesi oluyor? Kalbî merhale ve Kur’ânʼla derinleşebilme. Bir çiçek bahçesine bakarken de, tabi onun için de bir Cennetʼi hatırlama, Cenâb-ı Hakkʼın lûtuflarını hatırlama.
Ârif Rivgerî Hazretleri var Hak dostlarından. Diyor ki:
“Ben (diyor), bir vakʼaya şâhid oldum (diyor). Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri ömrünün son safhasında şöyle dedi:
«–Ey yâranlar, dostlar! Çok amel-i sâlih işleyin. Hak yoluna çok sıkı sarılın. Allah sizi bu yolda nasipsiz bırakmasın.»
Bir saat sonra gaybdan bir ses geldi, bir meçhulden bir ses geldi:
«Ey huzûra ermiş nefs! Sen Rabbinden râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve Cennetʼime gir!» (el-Fecr, 27-30) buyruldu.
Sonra (diyor), Hâce Hazretleri -kuddise sirruh- rûhunu teslim etti. Cenâze namazına hazırlandığımız anda dahî, dudakları hâlâ «Allah, Allah…» zikriyle kıpırdıyordu. Etrafı şaşkınlık içindeydi. Bu ne hikmettir diye birbirlerine soruyorlardı…”
Ve meşhur bir atasözü:
“Su testisi su yolunda kırılır.”
Velhâsıl:
“Nasıl yaşarsanız o şekilde ölürsünüz, o şekilde de haşrolunursunuz.” buyruluyor. (Münâvî, Feyzü’l-Kadir, V, 663)