O’NUN MUHTEŞEM AHLÂKI -7- (Gününü ve Ömrünü Değerlendirişi)

Ebedî Fecre

Yıl: 2016 Ay: Şubat Sayı: 132

HER ŞEY İBRET

Cenâb-ı Hak, insanoğlu için kâinâtı ilâhî azametin bir ibretler sergisi ve aynı zamanda bir imtihan dershânesi olarak halk etmiştir. Tefekkürü vahyin içinde derinleştirebilenler için; insanın iç dünyasında da, diğer taraftan kâinâtın her köşesinde de, kudret akışlarından ve ilâhî nakışlardan işaretler, sırlar, hikmetler ve apaçık alâmetler vardır.

Bu alâmetler, insana;

  • İlâhî azamet ve kudreti temâşâ ettirir.
  • Bu azamet karşısında; insanın hiçliğini, acziyetini ve Rabbü’l-Âlemîn huzûrunda kulluk imtihanını hatırlatır.
  • Bu imtihanın sonunda da; ölümü, kıyâmeti, haşri, hesabı ve kendisinin âkıbetini hatırlatır.

Her şey akıl ve kalp sahipleri için bir işarettir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Şüphesiz;

  • Göklerin ve yerin yaratılmasında;
  • Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde;

Akl-ı selîm sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âl-i İmrân, 190)

Bir gurûb manzarası, akl-ı selîm sahibi bir insan için, ne dehşetli bir derinlik sergiler!

Ancak;

Gafil bir insan ise; bir ressamın tabiatı taklit ederek vücuda getirdiği tabloları takdirle temâşâ ederken, kâinat ve onun Hâlık’ı karşısında aynı takdir hissini duyamaz. Bütün yüce hârikaları ve ilâhî azamet tecellîlerini sıradan işler olarak telâkki eder.

Fakat;

İrfâna kavuşmuş Hak dostları ise; ressamın sırf nâmını devam ettirmek için vücuda getirdiği bu tablolar yerine, asıl sanatkâr olan Cenâb-ı Hakk’ın kudret hârikaları karşısında vecd ve heyecan hâlinde bir kalp ile yaşarlar. Kudret-i ilâhiyyenin tabiatta vücuda getirdiği sonsuz hârikalardaki ilâhî sanatın zevkine ererler. Sermâyesi aynı toprak olan bitkilerin; rengârenk yaprak ve çiçeklerine, bunlardaki menevişlere, ağaçların renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuz farklılık arz eden meyvelerine, küçücük bir tohumdan kocaman bir ağacın meydana gelmesine, ufacık bir yumurtadan bir tavuğun oluşmasına, yok kadar bir hücreden bir insanın vücuda gelmesine, ancak bir-iki haftalık ömrü olduğu hâlde, kelebeğin kanatlarındaki hârika desenlere, insanın yaratılışındaki hârikulâdeliğe nazar ederler ve gözün görmesi, beynin idrâk etmesi gibi sonsuz ilâhî hârikalar ve bunların «lisân-ı hâl» denilen sırlı beyanlarına karşı dehşet ve istiğrak içinde yaşarlar.

Düşünürler ki;

Her fecir ve her doğan gün, amel defterinde, nelerle doldurulacağı meçhul bir sahife değil midir?

Gün içinde gece ve gündüzün birbirini takip etmesi gibi, sene içinde de mevsimler birbiri ardından gelir. Baharda dirilen ve yeşeren tabiat, sonbaharda sararmaya başlar ve kışın âdetâ ölür. Tabiatta her yıl tekrarlanan bu mevsim geçişi, insan ömründe sadece bir kere yaşanır. Gençlik baharı bir daha geri gelmez.

İnsan taze bir filiz gibi, bir çocuk olarak dünyaya gelir, git gide serpilip büyür, genç ve dinç bir delikanlı hâlini alır. Fakat bu gidişat, orta yaş ile birlikte, tersine döner. Âdetâ vücutta bahar-yaz bitip, sonbahar-kış başlar… Ağaçların yemyeşil, hayat dolu yapraklarının kuruyup sararıp sert rüzgârlarla döküldüğü gibi; insanın da saçları yavaş yavaş ağarmaya, derisi buruşmaya, vücut şâkülünden kaymaya ve mecâli kesilmeye başlar. Çeşitli hastalıklar zuhûr eder, gide gide bel bükülür, dizlerde derman kalmaz. Yani insanın ömrü, kendi kendisine ibrettir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِۜ اَفَلَا يَعْقِلُونَ

“Kime uzun ömür verirsek; Biz, onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı? (Yolculuk nereye?)” (Yâsîn, 68)

İnsan ömründeki bu kışa doğru gidiş; insanı akletmeye, düşünmeye sevk etmeli değil midir?

BU YOLCULUK NEREYE?

Fânî bedenin pörsüyüp çürümesi, onun bu dünyada ruh için bir elbise olma hizmetinin yavaş yavaş sona erdiğinin işareti değil midir? O fânî elbise, mezara gidecek; ruh ise haşir günü yeniden yaratılacak elbisesini giyerek yoluna devam edecektir. Ancak mahşer günü, o sonsuz gün insanı bekleyen âkıbet; bu dünyayı nasıl yaşadığına bağlıdır. Kıyâmet gününün dehşetlerinden kurtulup kurtulamayacağı, felâha erişip cennete girenlerden olup olamayacağı; bu ömür sermâyesini nasıl değerlendirdiğine bağlı olacaktır.

O hâlde, dünyada nasıl, bahar ve yaz mevsimlerinin bereketinden bol bol çalışarak istifade edilmekte ve böylece ziraatın olmadığı kış için gıda biriktirilmekteyse; gençlik baharının da kıymeti bilinmelidir.

İnsan, mahrumiyetini yaşamadığı nimetleri idrakten âcizdir. Nasıl suyun içindeki balıklar, susuzluğun ne demek olduğunu bilmediklerinden, o nimeti tam mânâsıyla idrâk edemezlerse; insanoğlu da, içinde yaşadığı ömür nimetini hakkıyla anlayamaz.

Zamanı en güzel şekilde değerlendirmek husûsunda da bize üsve-i hasene / en güzel örnek olan Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hakikati şöyle ifade buyurmuştur:

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır:

Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Rabbimiz; kıymet verdiği ve bizim için çok mühim olan şeylere yemin ederek, Kur’ân-ı Kerim’de bizim dikkatimizi o hususlara celbeder. Rabbimiz zamana ve zamanın dilimlerine yeminler etmiştir:

“Asra (zamana) yemin ederim ki;

İnsan gerçekten ziyan içindedir.

Bundan ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-3)

«Ehlullah»tan Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri bir gün buz satan bir satıcıya rastlar. Satıcının;

“Sermâyesi erimekte olan insana yardım edin!” diye nidâ ettiğini duyunca Cüneyd Hazretleri düşüp bayılır. Zira insan da Asr Sûresi’nde ifade edildiği üzere, sermâyesi günbegün, anbean tükenip gitmekte olan bir ebediyet yolcusudur. Eğer dünya sermâyesini âhiret sermâyesine tebdîl edemez ise; dünyadaki gayretler, şeytanların paylaşacakları nasipler olur. Netice hüsran ve acı bir aldanıştır.

Son derece kıymetli bir sermâye olan zamanı; boş ve abes şeylerle isrâf etmek, âhiret hayatını tehlikeye atmaktır. Bu yüzden; gaflet perdelerini aralayabilenler için zaman, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak derecede kıymetli bir nimettir.

Cenâb-ı Hak; kullarının zamanı kullanma husûsunda hüsrandan kurtularak ilâhî ikramlara nâil olabilmeleri için, şu tavsiyede bulunmaktadır:

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ

“Bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel, O’na yaklaş!” (el-İnşirâh, 7-8)

Yani ibâdet ve hayırlı işlerin biri bittiğinde hemen diğerine koşmak, herhangi bir zamanın ibâdetsiz ve hayırdan uzak geçmesine fırsat vermemek îcâb eder. Çünkü hayat, bize uhrevî saâdeti kazanmak için verilmiş bir nimettir. Ölüm ise bir borç senedinin îfâ zamanını gösteren ödeme tarihi gibidir.

O’NUN 24 SAATİ

Kur’ân ahlâkına sahip bulunan Peygamber Efendimiz’in günlük hayatı ve ömrünü değerlendirişi, bu âyetlerin tatbikatı şeklindedir. O’nun hayatında; faydasız bir meşgaleye, gereğinden fazla istirahate ve boş geçirilecek bir âna asla yer yoktur.

Gece ve gündüz yirmi dört saat boyunca, bir mü’minin yapacağı sayısız hayırlı meşgale vardır. Fahr-i Kâinât Efendimiz’in günlük hayatı bu hususta bizim için en kıymetli rehberdir.

O’nun günü; ferdî ve içtimâî ibâdet ve faaliyetlerle dopdoludur. Gecesi de Rabbiyle mülâkat hâlindedir. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; hiçbir günahı olmadığı hâlde geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılar, yorgun düşünceye kadar saatlerce Kur’ân okurlardı. Allâh’ı en çok seven, zikreden ve O’ndan en çok korkan O idi.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- , dâimâ namazla Rabbinden yardım isteme iştiyâkı içindeydi. Beş vakit cemaatle farz namazlara ilâveten; kuşluk, evvâbin, teheccüd, hâcet, tahiyyetü’l-mescid, vudû, istihâre ve şükür namazlarıyla da gününü namazın rûhâniyetiyle tezyîn ederdi.

Efendimiz; her vesile ile duâ ederdi:

Yatağına girerken ve uyandığında, eve girerken ve evden çıkarken, tuvalete gitmeden önce ve çıktıktan sonra, abdest alırken, ezanı işitince, mescide girerken, çarşıya çıkarken, yemek yedikten sonra, yani her vesileyle duâ ederdi. Bunları tâlim ve tatbik etmek, günümüzün en güzel bereketi olacaktır.

Yine günün sıkıntılarının def‘i için sabahları Fetih Sûresi, rızkın bereketi için Vâkıa Sûresi, kabir azâbından muhafaza için yatsıdan sonra Mülk Sûresi okumak gibi nice, gönle safâ ve rûhâniyet bahşedecek tilâvetlere devam etmek de tavsiyeye şâyan fazîletli amellerdendir.

Bilhassa gecelerin ihyâsı çok mühimdir.

Rabbimiz geceye, yeryüzünü karanlığın bürüyüşüne yemin buyuruyor. Gecenin, son üçte biri ise seher vakti olarak müstesnâ bir kıymeti hâiz. Seherler istiğfar vakti. Kıyâm ve secde vakti… Farz namazlardan sonra en kıymetli namaz olan teheccüd zamanı… Ölümü, kıyâmeti ve hesabı tefekkür ederek; tevbe ve nedâmet demleri. Salevat, zikir ve tilâvet vakti… Gözyaşlarıyla Cenâb-ı Hakk’a yakarış zamanı…

Akşamları bir araya gelen ailede ihlâs ve takvâ temelinde, huzur ve saâdet yaşanmalı. Akşamlar; televizyon ve benzeri, vakit ve rûhâniyete zehir saçan şeylere teslim edilmeksizin erkence istirahate çekilmeli, geceye hazırlanmalı.

Bir mü’minin; gecesini tamamen uykuda harcayarak, ilâhî feyz ve rûhâniyetten mahrum kalması, geceleri bir heykel donukluğu içinde uykuya kurban etmesi, büyük bir hüsrandır. Zira bizler, fânî lezzetleri ellerinden alınacak âhiret yolcularıyız. Bir yaz bulutu hâlinde gelip geçen dünya hayatı; âhiret endişesi olmadan yaşanıyor ise bu, gündüzü akşamsız telâkkî etmekten başka bir şey değildir.

Ferdî ibâdetlerin en mühimi namaz olduğu gibi, içtimâî ibâdetlerin de en mühimi hizmettir.

İÇTİMÂÎ VAZİFELER

Cenâb-ı Hak; içtimâî vazifelerini ihmal edenlere, toplumdaki garipleri, yetimleri, öksüzleri düşünmeyip bencilce mal ihtirasına kapılanlara şiddetli îkazlarda bulunmuştur:

“Hayır! Doğrusu siz;

  • Yetime ikram etmiyorsunuz;
  • Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
  • Haram-helâl demeden mîrâsı yiyorsunuz.
  • Malı aşırı biçimde seviyorsunuz!” (el-Fecr, 17-20)

Câlib-i dikkattir ki, Cenâb-ı Hak; cömertliği emrettiği gibi, mü’minlerin birbirlerini cömertliğe teşvik etmelerini de arzu etmektedir. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; bu sebeple, ümmetini bencillikten ve mal hırsından sakındırarak şöyle buyurmuştur:

“…Sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben; sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum!” (Buhârî, Rikāk, 7, Cizye 1; Müslim, Zühd, 6)

“Ben sizin Allâh’a şirk koşacağınızdan endişe etmiyorum. Ama dünya hırsıyla birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum.” (Buhârî, Megāzî, 17)

Bu helâkten emin olabilmesi için;

Bir müslümanın günlük faaliyetleri içinde, içtimâî ibâdetler de mühim bir yer tutmalıdır. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dâimâ infâk hâlinde idi. Elindeki bütün imkânlarla, güzel ve tatlı sözleriyle, yardımıyla, desteğiyle dâimâ infâk içindeydi. Ashâbını sorar, hastaları ziyaret eder, tâziyelerde bulunur, herkesin derdiyle ilgilenirdi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir sahâbî sordu:

“–İslâm’ın en güzel ve hayırlı davranışı nedir?

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–İnsanlara yemek yedirmen ve tanıdığın, tanımadığın herkese selâm vermendir.” (Buhârî, Îmân, 20)

Selâm vermek, duâ etmektir. Selâmlaşma ile; Allâh’ın selâmeti, rahmet ve bereketi niyâz edilerek, gönüller arasında muhabbet ve rahmet tevzî edilmiş olur. Sahâbîlerden sırf selâm verme sünnetini yerine getirmek için evlerinden çıkıp kısa yolculuklar yapanlar vardı.

Selâm bir mü’minin, îman kardeşine duâsıdır. Kardeşi de ona duâ ile mukabele eder. Bu hakikatin dışında selâmlaşma için kullanılan boş kelimeler, bu muhtevâdan uzak ve mânâsızdır. Fâilini, yani Cenâb-ı Hakk’ı düşündürmeyen sığ temennîlerdir.

Mü’minler karşılaştıklarında birbirlerine selâm vererek, duâda bulundukları gibi, ayrılırken de yine bu duâ ile birbirlerini Allâh’ın selâmetine emânet ederler.

Allâh’ın selâmının oluşturduğu bir şahsiyet güzelliği içinde şuurlu her müslümanın hâli ne güzeldir:

Birbirlerinden ayrılırken;

“‒Allâh’a emânet ol!” derler.

Seyahatlerde;

“‒Allâh’a ısmarladık!”

“‒Hayırlı yolculuklar, Allah yoldaşın olsun!” derler.

Evlenenlere;

“‒Allah mesut eylesin!” derler.

Ticaret esnasında;

“‒Siftah senden bereket Allah’tan…”

“‒Bereketli olsun!”

“‒Hayrını göresin!” derler.

Hastalıkta;

“‒Rabbim şifâlar ihsân eylesin!” derler.

Yeni doğanlar için;

“‒Ömrü hayırlı, yaşayışı amel-i sâlih üzere ve bahtı da güzel olsun!” derler.

Vefatlarda;

“‒Allah rahmet eylesin!”

“‒Geride kalanlara sabr-ı cemîl ihsan buyursun!” derler.

Bu şekilde kardeşliği diri tutan bir îman edebi, usûlü ve düsturu olarak gerçekleştirilen bu minval duâ ve temennîler, gönülleri inşâ ve ihyâ edici ne kadar güzel bir İslâm ahlâkıdır!

Velhâsıl müslümanın hayatı böylesi güzel duâlarla Allâh’ın rahmetine sığınarak içtimâî bir yaşayış mükemmelliği içindedir.

Bir müslümanın gününü bereketlendirecek daha nice içtimâî faaliyetler vardır:

Ailesinin maîşetini helâlinden kazanmak ve ehline, evlâtlarına muhabbet ve şefkatle İslâm’ı öğretmek…

Anne-baba ve akrabaları ziyaret etmek, hatırlarını sormak, ihtiyaçlarına koşmak, yardımcı olmak… Düğün, nişan ve benzeri davetlere icâbet etmek, gönül ferahlatıcı hediyeler götürmek…

Hastaları evlerinde yahut ibret meşheri olan hastahânelerde ziyaret etmek, gönüllerini alıcı sözler söylemek.

Akraba, tanıdık, arkadaş ve komşulardan vefât eden varsa cenâze ve definlerine katılmak, geride kalanlarına tâziyede bulunmak. Geçmişlerin kabirlerini ziyaret etmek.

Bu ibâdet ve muâmelât muhtevâsındaki çalışmaların yanında, müslümanın mühim bir vazifesi de; İslâm için, ümmetin istikbâli olan nesiller için gayret etmektir.

NESİLLER İÇİN GAYRET

Emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münkerde bulunmak, İslâm’ı tebliğ etmek, İslâm’ı müdafaa etmek ve muzaffer kılmak için canıyla, malıyla, her şeyiyle gayret etmek. Yani hayatın akışından ve kendisinin dışındakilerden; fakir, fukarâ ve muhtaçlardan gafil olmamak. Selde sürüklenen kütükler gibi, cehennem gayyâlarına sürüklenen bedbahtların mes’ûliyetini de yüreğinde hissetmek… Bu gidişâtı durdurmak için elinden gelen bütün fedâkârlığı gösterebilmek…

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in ibâdetleri ve içtimâî faaliyetleri hâricindeki en büyük meşgalesi, nesil yetiştirmek idi. İslâm’ı ufuklara tebliğ edecek nesiller yetiştirmek idi. Mahrumiyet zamanlarında karnına taş bağlayarak, ashâb-ı suffasına Kur’ân tâlim ederdi. Hazret-i Muâz, Enes, Bilâl, Câbir, Ebû Hüreyre ve Abdullah bin Ömer -radiyallâhu anhüm- gibi istîdatlı gençlerle bilhassa alâkadar olur, onlara istîdatlarıyla mütenâsip ufuklar gösterirdi. Ümmetin farklı ihtiyaçları için, farklı istîdatlardaki ashâbını ayrı ayrı yetiştirirdi. Kimi muallim, kimi kumandan, kimi idareci, kimi elçi, kimi hâkim olabilecek kabiliyette olan ashâbını ayrı ayrı tekâmül ettirirdi.

Böylece Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ; 23 sene gibi çok uzun olmayan bir müddet içinde, sahâbe-i kirâmı, kendisinden sonra İslâm’ı ufuklara tebliğ edebilecek evsafta yetiştirmiş olarak, huzur ile Rabbine irtihâl etti. Çok kısa bir zaman içinde; Çin’den, Semerkand’dan Kayravan’a kadar İslâm nûru nice beldeleri aydınlattı ve nice gönülleri küfrün karanlığından kurtardı.

Bugün de bir câhiliyye yaşanmakta ve menfîye hizmet ettirilen teknoloji yüzünden; kendi ailelerimize, kendi evlâtlarımıza dahî hâkim olmakta, tesir etmekte.

Bugün bu câhiliyyenin bertarâf edilmesi ve nesillerimizin onun zehirlerinden muhafazası husûsunda en büyük aldanış, zaman isrâfındadır. Kontrolsüz ekranların ve telefonların karşısında isrâf edilen saatler, neslin ihyâsına sarf edilse elbette nice gönüllere faydalı olunur. Mâlâyânî meşguliyetler yerine, günü bereketlendirecek hayırlı hizmet ve sâlih amellere devam edilirse, yani gönül hak ile meşgul edilirse, bâtılın işgalinden muhafaza olunmuş olur.

Bugün;

Hayhuyla doldurulan akşamları, uykulara gömülen seherler ve fecirler takip ettiğinde; gündüzler ruhsuz ve rûhâniyetsiz hâle gelmekte… Böyle girilen gündüzlerde günahlarla, haramlarla ve şüphelilerle ihtilât edilince de, seherlerin ihyâsı için ruhta ve bedende tâkat kalmamaktadır. Fâsit bir dâire…

Öyleyse gündüzleri; sâlihlerle ve sâdıklarla beraber olunacak. Yanlış yerlerde dolaşılmayacak. Yanlış manzaralara bakılmayacak. El, dil, göz ve gönül muhafaza edilecek. Ancak bu kıvamda girilen gecede, seherleri ihyâ mümkün olur. Seherden alınan feyiz de gündüze yayıldığında, işte bu da insanın mîzânında hayır kefesini sonsuz ecirlerle dolduran sâlih bir deveran olur. Fânî ömür sermâyesini bâkî cennete dönüştüren «ticâraten len tebûr» yani asla zarar etmeyen bir ticaret olur.

Müslüman, yirmi dört saatini Peygamberi gibi tanzim etmek mecburiyetindedir. İslâm, hayatın hiçbir safhasında unutulmamalıdır.

HER GECENİN MUHASEBESİ

Her gece insan; gününün muhasebesini yapmalı, kendi kendisine şu sualleri sormalıdır:

  • Bu sabah hayat defterini nasıl açtın? Sana yeni bir gün bahşeden Rabbine şükrettin mi?
  • Cenâb-ı Hakk’ın seni istiğfâra davet ettiği seher vaktinde, O’nunla mülâkata koşabildin mi? O vakitte tuğyân eden ilâhî rahmet ve mağfiretten ne kadar nasiplenebildin? Yoksa o husûsî demleri, uykuyla zâyî mi ettin?
  • Seher vaktinin feyzini bütün gününe taşıyabildin mi? Bugün, hayatın ne kadar zikrullah ikliminde geçti? Ne kadar Rabbini hatırlayabilmenin rûhâniyeti içinde oldun?
  • Bugün, lezzetleri yok eden ölümü tefekkür ettin mi?
  • Bugün hayatın dağdağasından sıyrılıp ne kadar tefekkür derinliği yaşayabildin? Karşılaştığın ilâhî kudret ve azamet nakışları, gönlünde ne kadar bir tefekkür ve tehassüs meydana getirdi?
  • Minarelerden yükselen ilâhî davete kulak verip kaç vaktini cemaatle kılabildin? Namazlarını Hakk’ın istediği kıvamda; yani huşû içinde, kalp ve beden âhengiyle edâ edebildin mi?
  • Bugün kazancının, yediğinin, içtiğinin, giydiğinin helâl mi, şüpheli mi, haram mı olduğuna dikkat ettin mi? Haramlardan sakınma duygusu her davranışında seninle beraber oldu mu?
  • Bugün kul haklarına dikkat ettin mi? “Üzerime hiçbir kul hakkı geçmedi, kimseyi incitmedim.” diyebilir misin?
  • Bugün; mahlûkāta Hâlık’ının şefkat, merhamet ve muhabbet nazarıyla bakabildin mi?
  • Kapındaki kedinin ve köpeğin hakkına dikkat ettin mi? Kedisini aç bırakarak ölümüne sebep olan bir kişinin ilâhî azâba, susuz bir köpeğe su veren bir kişinin ilâhî affa nâil olduğunu tefekkür ederek, mahlûkāta merhametle muâmelede bulundun mu?
  • Bugün annenin, babanın, akrabalarının hâlini hatırını sorup gönüllerini şâd ettin mi? Eğer onlar âhirete intikal etmiş iseler, ruhları için bir Fâtiha okuyup gönderebildin mi?
  • Bugün aile yuvanı gönül gözüyle seyredip, oranın cennet bahçesi olduğu idrâkiyle; sokakların, internetin menfî tesirlerinden kendini ve çoluk çocuğunu koruyabildin mi?
  • Şayet evin hanımı isen, beyini güler yüz ve muhabbetle uğurlayıp helâl rızık getirmesi için duâ ettin mi? Akşam yine onu tebessüm ve tatlı dille karşılayıp yorgunluğunu gidermeye, nezih ve örnek bir aile olmaya çalıştın mı?
  • Şayet evinin beyi isen, hanımına ve evlâtlarına karşı ne kadar müşfik ve merhametli davrandın? Senin onlara bırakabileceğin en büyük mîrâsın, âhiret mîrâsı olduğunu düşünüp onlara kazandırabileceğin dünya ve âhiret saâdeti için, yani onların rûhânî ve mânevî terakkîleri için ne kadar gayret gösterebildin?
  • Allâh’ın sana emânet olarak ihsân ettiği evlâtlarına, bugün terbiye ve âdâb olarak ne öğrettin? Allah ve Rasûlü’nün aşkını, enbiyâ ve evliyânın sevgisini onların gönüllerine aşılayabildin mi?
  • Yarın seni temsil edecek, senin devam eden parçan olacak evlâtlarına İslâm şahsiyeti kazandırabilmek için bugün neler yaptın?
  • Onların kıyâmet günü, senin için yüz akı olmaları gayesiyle bugün ne yaptın?
  • Evlâtlarına dîninin, îmânının, vatanının bir emânet olduğu şuurunu verebildin mi? Bu cennet vatanı bizlere hediye eden ecdâdını ve bu uğurda canlarını fedâ eden şehidlerini, onların îman heyecanlarını onlara hatırlatabildin mi? Allâh’ın en büyük nimeti olan Kur’ân’ın, semâlarımızda yankılanan ezanların ve hür bir şekilde dalgalanan bayrağımızın en büyük şeref ve haysiyetimiz olduğunu idrâk ettirebildin mi?
  • Evlâdının dünyevî tahsili için yıllarca emek, zaman ve masraf sarf ediyorsun; ya onun âhiret tahsili için ne yaptın? Evlâdına âhiret istikbâlini tahsil ettirmek için, yaz mevsiminde bir-iki ay camiye göndermeyi yeterli mi gördün?
  • Bugün hidâyete muhtaç insanlara dilinle, hâlinle ve kalbinle ne kadar yardım edebildin? Onlara emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker’de bulunup hidâyetleri için duâ ettin mi? Onlara hâlinle de bir «müslüman şahsiyeti» sergileyebildin mi?
  • Bugün selde sürüklenen kütükler gibi nesiller kaybolurken; başta aile efrâdın olmak üzere, mes’ul olduğun insanları devrin fitne ve şerlerinden muhafaza için hangi tedbirleri aldın?
  • Bir çocuğun yahut bir gencin elinden tutup camiye götürebildin mi? Birkaç genci etrafına toplayıp, maddî-mânevî ikramda bulunarak hak ve hakikati sevdirmeye çalıştın mı? Allah için sevdiğin bir kişiye hediye olarak ne verdin?
  • Bugün Allâh’ın sana ihsan ettiği nimetleri kimlerle ve ne kadar paylaşabildin? Bugün infâk ehli olabildin mi?
  • Bugün bir mü’mini sevindirmenin kalbî hazzını tadabildin mi?
  • Bugün bir yetim başı okşadın mı?
  • Bugün bir hasta ziyaretinde veya cenâze teşyiinde bulundun mu?
  • Bugün komşularınla ve civarındaki muhtaçlarla alâkadar oldun mu? Aç yatan komşunun, soğukta titreyen gariplerin ızdırabı yüreğini sızlattı mı?
  • Bugün memleketimize sığınan Suriye muhâcirleriyle imkânlarını paylaşarak, ensar ile arandaki mesafeyi düşünebildin mi? Ensar olma yolunda mesafe katedebildin mi?
  • Bugün dünyanın diğer ucunda da olsa ümmet-i Muhammed’in derdiyle dertlendin mi? Mazlumların çektiklerinden dolayı ızdırap hissettin mi?
  • Bugün açların doyması, hastaların şifâ bulması, borçları altında ezilenlerin ferâha çıkması için gayret gösterdin mi? Duâ ettin mi?
  • Bugün, tanıdığın tanımadığın herkese Allah için selâm verdin mi? Tebessümü sadaka bilip, insanları mütebessim bir çehre ile karşılayabildin mi?
  • Bugün sana sert ve kaba davranan, kötülük yapan bir kişiye iyilikle mukabelede bulunup, onu affedebildin mi?
  • Bugün hiç dost kazanabildin mi? Kaç dostunla dostluğunu tazeledin?
  • Bugün bir Allah dostuyla veya sâlih insanlarla beraber olmaya gayret ettin mi? Sana -nefsinin hoşuna gitmese bile- Hak rızâsı için dâimâ doğruları söyleyecek sâlih ve sâdık bir dost edindin mi? Fâsık ve fâcirlerle beraberlikten kalbini koruma endişesi taşıdın mı?
  • Bugün yoldan, insanlara ezâ verecek bir şeyi kaldırdın mı?
  • Bugün faydalı ilmini artıran, irfânını geliştiren herhangi bir hizmet veya faaliyet içinde bulundun mu?
  • Sohbetler, bir gönül eczahânesidir. Oradan senin kalbine ve rûhuna çare olan, feyzini artıracak mânevî ilâçları alabildin mi?
  • Allâh’ın en büyük nimeti olan Kur’ân-ı Kerim’den bugün kaç sayfa okudun? Orada sana verilen mesajları tefekkür ederek mûcibince amel ettin mi? En hayırlılardan olmak için; Kur’ân’ı öğretenlerden, Kur’ân hizmetine koşanlardan, yardım edenlerden oldun mu?
  • Bugün, hayatına sızan kötü alışkanlıklara karşı koyma iradesini gösterebildin mi?
  • Bugün dilini, boş ve lâubâlî konuşmalardan, yalan ve dedikodudan, gıybet ve münakaşadan ve bir gönle diken batırmaktan muhafaza edebildin mi?
  • Bugün hayat defterini nasıl kapattın? Amel defterinin bugüne ait sayfalarına neler yazıldı? İlâhî hesap gününde bugünkü sayfanın hesabını verebilecek misin?
  • Velhâsıl bugün; dâimî bir hayat kasetinin doldurulmakta olduğunu, her hâl ve hareketinin ilâhî bir kamera ile gözlendiğini hiç düşündün mü? Geçirdiğin son yirmi dört saatin muhasebesini yapıp nefsinle hesaplaştın mı?

Hâsılı bugün;

  • “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi muhasebe ediniz!” fermanını yerine getirdin mi?

“Ölmeden evvel ölünüz!” ifadesindeki hakikat ve hikmeti yaşadın mı? Yani nefsânî arzularından kurtulup ruhânî istîdatlarını inkişâf ettirdin mi?

Cevabını bekleyen sualler…

Biz bugün bu muhasebeyi yapsak da yapmasak da, âhirette karşımıza çıkacak sualler… Cenâb-ı Hak, hesaba çekilmeden önce nefsini hesaba çekebilenlerden eylesin…

Yâ Rabbî! Günümüzü ve ömrümüzü bu sualleri müsbet cevaplandırabilecek kıvamda geçirebilmeyi nasîb eyle!.. Bizi nefsimizin eline bir an dahî bırakma, her ânımızı, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatıyla te’lîf edebilmeyi, hayatlarımızı O’nun rûhânî dokusundan hisseyâb edebilmeyi cümlemize müyesser eyle!..

Âmîn!..